Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

Necip Fâzıl'ın 'Zindandan Mehmed'e Mektup' şiirinde seslendiği, oğlu Mehmet Kısakürek'tir. Mehmet Kısakürek, 1973'te, adına kurulan Büyük Doğu Yayınları'nda babasının kitaplarını çıkarmaya devam eder. Güzel sanatlar eğitimi alan Mehmet Kısakürek'in sanatla, edebiyatla ilgisi, editörlük, grafikerlik ve babasının mirasının maddi yönüyle ilgilenmekle sınırlıdır. Mehmet Kısakürek, 'O öyle bir insandı ki herhangi bir kalem heveslisinin onun kalemine şahit olduktan sonra kalemini çöpe atması gerekirdi. Öyle bir konuşma kabiliyeti vardı ki, onun konuşmasına şahit olan birinin artık dilini yutması gerekirdi gibi abartılı sözlerle babasını anlatır. Babasının, Nâzım Hikmet'le karşılaştırılmasına şiddetle karşı çıkar: 'Terazinin öte ucunda kim varsa gökyüzüne fırlar' der. Babası adına yapılan belgeseli beğenmeyip yeniden bir belgesel hazırlayan Mehmet Kısakürek, babasıyla ilgili şöyle bir anekdot aktarır: "Şiir yarışması düzenleniyor. Babama layık bir şiir yazmak istiyorum, ama başaramıyorum. Babam da Toptaşı Cezaevinde bulunuyor. Annemle beraber hapishaneye gittik. Babam, Nedir konu?' diye sordu. 'Okul' dedim. Arkasına dönerek gardiyanlardan bir kâğıt kalem istedi ve bana da 'Otur iki dakika' dedi. Üç beş dakika içerisinde bir şiir yazdı. Kul olurum demiş o büyük adam! Bana bir kelime öğretene kul... İşte bu amaçla çatılmış şu dam, İşte bu amaçla kurulmuş okul” Okul bilgi ocağı, Ruh ve mana bucağı. Hakîkatin kucağı, Kucağın en sıcağı. Budur hakikatte ruhu okulun, Ona aziz ana gibi sokulun. *** Mehmet Kısakürek'ten Babasına Dair Birkaç Not -Babanızın, en yakın hayatına tanıklık etmiş kişi sizsiniz. Hiç mi yazmadınız... - Belki yayımlamak istemiyorum. O konuda da kararsızım. Belki, artık zamanı gelmiştir bilmiyorum. - Siz de vasiyeti yerine getiriyorsunuz... -Evet. Babamın iki vasiyeti var: Biri herkesin bildiği evlatlarını da içine alan, diğeri ise özel. Büyük Doğu Yayınevi bana verâset yoluyla geçmiş değildir, vefatından on yıl önce babamın talimatıyla benim adıma kurulmuştur. Bu benim için bir vazifedir. Vefatından birkaç dakika önce: 'Eserlerime dikkat et özellikle şiirlerime. Yoksa hakkımı helâl etmem' demişti. Üzerimdeki manevî yükü hayal edebiliyor musunuz? -Necip Fazıl'ın oğlu olmanın bedellerinden bahsedin... -Bedel kelimesi bana ters geliyor. Bence, insanlar bedel ödemezler. İçinde bulundukları toplum durum ve pozisyonlarına göre onlara bir bedel ödetir. Bana çok ödetmiştir. Siz hiç küçücük bir çocuğu, ilkokul yıllarında, karlı bir havada, okulun kara taşlı buz gibi holünde, metal bir büstün gözlerinin içine bakarak, hazır ol duruşunda tam ellibeş dakika bekletmek gibi bir ceza duydunuz mu? Ben duymadım, gördüm. Aynada gördüm... Bu benim için bir bedel değil, bedava tarafından devşirdiğim şereflerden biridir. - Ömrünün bir kısmı hapislerde geçen bir baba, anne, kardeşleriniz... Nasıl bir hayattı sizinki? - Şiir gibi bir hayat... Çok sert ve ani inişleri çıkışları oldu. Bizim yerimizde başkaları olsaydı, bu iniş çıkışlarda çarpılır, bir psikopat olurdu. Mesela; Bağdat Caddesi... Kadınlar köpek gezdirir, züppeler gezinirken ben orada ata bindim. Gün geldi, kardeşim Ömer ile okula giderken altı delik ayakkabılarımızın içine karton koyduk. Fakirlik edebiyatı gibi gelmesin ama kara üzümle beyaz peynir yedik. İşte böyle sert kontrastlar içinde yaşadık. -Peki ya anneniz... - Annem mühim bir insandı. Kahraman ruhlu biri... Babam gibi tahammülü zor bir insanla arasındaki uyum görülmemiş bir şeydi. Babamın zekâsının müracaat ettiği tek kapı, annemin hisleriydi. Zaman zaman sesini yükselterek kendisine döndürdüğü vakîdir. Babam, vefâtından önce masasını derleyip toplamıştı. 'Polisler gelmek üzere' diye. Ölmeseydi hapse girecekti. Annem, odasına girdi; 'Nedir bu haliniz?' dedi. Babam; 'Her an hapse girebilirim' diye cevap verdi. Annem; 'Girin! der demez, babam; 'Ama hapiste ölebilirim...' diye mırıldandı. Annemin karşılığı ne oldu dersiniz: 'Ölün! Gerekirse ölün! Böyle bir eser yüzünden hapse girmeniz bile ebedi kurtuluşunuzdur? Sonra, babam masasında tekrar yazmaya devam etti. - Babanızın hakkının yendiğini düşündünüz mü? - Hakkının külliyen yendiğini düşünüyorum. Çünkü, en hakkı yenen insan, meramı anlaşılamayan insandır. Birçok şiirinin bile hâlâ anlaşılamadığını düşünüyorum. Mutlaka milletçe aynaya bakmalıyız. - Sizin tavrınız nasıl oldu bu duruma? - Gençlik dönemimde babam ile ilgili münasebetsiz ifadeler kullanıldığında sert bir biçimde reaksiyon gösterirdim. Haydarpaşa Lisesi'nde hiç unutmuyorum. Bir kurmay albay askerlik dersine girdi ve birdenbire babamdan bahsetmeye başladı. İhtilal yıllarıydı. Kalktım ayağa ve kapıyı hızlıca çarpıp çıktım. Yirmi gün uzaklaştırma verdiler. - Dışarıya karşı bir sert duruşunuz var... Hangi sebeple? - Kimsenin hayal edemeyeceği bir hayat yaşadığımızı düşünüyorum. Müthiş estetik tat alışlarımız oldu. Böyle bir hayattan süzülüp bu günlere gelmiş bir insan olarak, kolay kolay fikirde, sanatta, estetikte, siyasette, şunda bunda, böyle bir insanın oğlu olmaktan öteye hiçbir etiket taşımama rağmen kimseyi kolay kolay beğenmemek gibi bir hakkım yok mudur? - Babanız öldükten sonra nasıl bir hayat karşıladı sizi? Daha mı acımasızdı? - Babamın vefatından sonra beni çok üzdüler. Üstad dedikleri insana ve ailesine karşı duydukları gizli kompleksten ileri geliyor. Bir şey uymuyor ama ne? Üstad neden mehter marşı değil de, opera dinliyor? Bu kompleksi hissettiğimde bunu kırmak için çok uğraştım; ama başaramadım Bu insanlar zamanın çarkları içinde eridi ve yok oldu işte. - Kim onlar? -Kim diye somutlaştırmayalım. Uzun süre bu insanlar bizi kastederek şunu söylediler; 'Üstad kimsenin tasarrufunda değildir. Tabii ki değildir. Ama, biz onun tasarrufu altında yaşayan insanlarız. Bizim vefatından sonra ne yapmak istediğimizi de anlayamadılar. Hakkımda yazılar yazdılar. Hatta birinde ağladığımı hatırlıyorum. -Hangisi? - Tevfik Fikret'in oğlu ile Üstad dedikleri Necip Fazıl'ın oğlunu bir arada değerlendirecek kadar seviyesiz noktalara indiler. Çok üzdüler. Annem de babama yaptığı gibi; Üzülme!' dedi,'Sen de kim oluyorsun, babana az mı çektirdiler! Ben de onun sözü üzerine toparlanıp işe gittiğimi hatırlıyorum. - Necip Fazıl'ın otuz yaşından öncesi ve sonrası var. Bir değişim yaşadı... - Necip Fazıl'ın hayatında hiçbir fikri değişiklik olmadı. Doğumundan otuz yaşına kadar deli dolu akan bir nehir gibidir. 34 yaşında mecrasını bulmuştur. Bir zamanların sol kesimi, Necip Fazıl'ın otuz yaşından önceki hayatını sonraki hayatının tam tersi inançsız bir hayat olduğunu düşünüyorlardı. Asla! - Nâzım Hikmet, Necip Fazıl kamplaşmalarında ne değişti bugün? - Çok şey değişti. Buzlar eridi, sular coştu. Nâzım'ı bilmem, ama bizde böyle... Babam dar kafalı dar bir zümrenin idrakine sığabilir mi ki, böyle olmasın? - Necip Fazıl bir yandan babanız bir yandan da hayran olduğunuz fikir adamı. Siz, babanıza ne diye hitap ederdiniz? - Başlarda herkes gibi bende 'üstad' diyordum; ama samimiyetinden şüphe duyduğum insanlarla aynı dilde konuşmak istemedim. Şimdi çocukluk günlerimde olduğu gibi yine 'baba' diyorum. - Peki, öz eleştiri yaparsanız. Sizin de hatalarınız olmuş mudur? - Tabii. Makam sahibi olan bazı insanların babama bir vefa borcu olduğunu düşünmem, tek mi bilemem ama bu en büyük hatam... Ankara'ya gittim. Hayallere kapıldım. Hepsi büyük hayal kırıklıklarıdır. Necip Fazıl'ın çocukları... - Biz beş kardeştik. Kardeşim Ömer ve küçük kız kardeşim vefat etti . Bu dünyada üç kardeş kaldık. Babamın ölümünden sonra bir perde kapandı, ikinci perde açıldı. Birbirimize daha da bağlandık. Aynı yerde oturuyoruz. - Diğer kardeşleriniz? Onlar ne yapıyorlar? - Dedim ya; bir aradayız Evde de, iş yerinde de aynı çatı altındayız. Hem maddî, hem de manevî bir çatı... -Necip Fazıl Turgut Özal'a tavsiye mektubu yazmış. O dönemde Turgut Bey'le yakınlığı nasıldı? -Turgut Bey, evimize gider gelirdi. Parti kurduktan sonra fikir almak için geldi. Turgut Bey'in yardımcısı da söylenilenleri not almıştı. Ama o parti kurduktan sonra az görüşebildi. Turgut Bey de; "Üstâdım sizin fikirlerinize muhtâcız" diyerek defalarca geldi gitti . Aldığı fikirlerin büyük çoğunluğunu benimsediğini ve kullandığını düşünüyorum. -Babanız'ın Süleyman Demirel, Alpaslan Türkeş, Necmettin Erbakan ile birlikte çekilmiş fotoğrafları var. Araları iyi miydi? -Hayır değildi. O fotoğraflara aldanmamak lazım. Babam, hiçbir siyasi kadro tarafından istihdam edilemedi. Gerekirse istihdam etmek için onlarla görüşürdü. Bunun için zaman zaman bu insanlarla bir araya gelirdi. Saydığınız isimlerin hepsi buna dahil. Büyük Doğu öyle bir fikir ocağıdır ki o paspasa ayağı değmemiş şimdiki siyasilerin içinde pek az insan mevcuttur. -Recep Tayyip Erdoğan ile ilişkiniz nasıl oldu? -Bizim taleplerimiz hiçbir zaman şahsi menfaate dayalı olmamıştır. Şu anda şükür ki dünyada bize ait tek çatı bile yoktur. Sizinle konuştuğumuz mekân kiradır. Bizim madde ve parayla sanıldığı gibi bir ilişkimiz yok. Sayın başbakanımızdan bugüne kadar iki talebim oldu. İlki bir mezar talebiydi. Eyüp'te babamın kabri yanında bana ve aileme yer tahsisi. Bize bunu temin ettiler. İkinci ise elimizde bulunan doküman, bilgi özel eşyaların kamuya mal edilmesi için bir müze tahsisi. Ama olmadı. Beş yıldır bekliyorum. - Sizin Abdullah Gül'ün için yazdığınız bir yazınız var... - Hayır, o bir müsveddeydi. Abdullah Gül bizim için "Acaba Büyük Doğu ve Kısakürek ailesinin halleri nice?' diye sormuş. Merak etmesinler halimiz ölmeyecek kadar iyi. Geçen yıl, lutfettiler bizi Köşk'e davet ettiler. Sohbet ettik. Dikkat ederseniz cumhurbaşkanımızın yüzünde mütemadiyen gülen bir ifade var. Çankaya'nın imajı da malum. Köşk'ün geleneksel buzlarının bu gülüşle eridiğini hissettim. Bu, çok hoşuma gitti ve yazmayı düşündüm.
·
525 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.