Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

Sefer'in ölümü kısmı...
Şakire, kalkarak bir avuç mısır unu bulup dünkü tavuğun suyuyla bir çorba yapmanın peşine düştü. Mahalleyi şöyle bir dolaşmaya çıktı. Adviye'yle Asile'ye Sefer'e göz kulak olmalarını söylemişti. Adviye, beşiğin yanına oturarak durmadan kardeşini sallıyordu. Bir ara, onun hiç kımıldamadığını ayırt etti. Eğilip gözlerine bakınca onların da oynamadığını gördü. Dışarı fırladı. Ablasını çağırdı. O da baktı. Artık, bu iki kardeş ölümü tanıyordu. Onu pek yakından görmüşlerdi. Asile: "Adviye, kardeşimiz ölmüş herhalde" dedi. İkisi birden annelerini aramak üzere dışarı fırladı. Annelerinin yerine Musa'yı buldular. Durumu açtılar. Musa, içeri girip bakmadı. Beklediler. Yarım saat sonra Şakire, elinde bir iki ufak yiyecek kırıntısıyla yüz gram süt olduğu halde döndü. Çocukların yuvarlak gözlerle kendisine baktıklarını görünce içeri koştu. Üç kardeş biraz sonra içerden bir çığlık işitti. Sefer'i kucağına alarak deli gibi dışarı fırladı: "Eldi, Sefer'um eldi. Bütün çocuklarumun başını yediler. Allah da sebep olanların başıni yesun. Sefer'um, Sefer'um! Ezrail nasil acımadan kıydı sağa? Hiç gün yüzü görmeden nasıl aldi götürdi seni? Yeryüzünde, gökyüzünde hiçbir acıyanımız yok mi bizum?" Şakire'nin, iri, mavi, güzel gölgeli gözleri bir kez daha yaşa boğulmuştu. Ağlayarak, yalın ayaklarıyla kumların üzerinde, devedikenlerine basarak bir öteye bir beriye koşup duruyordu. Üç kardeşin durgun bakışlarından başka hiçbir canlı varlık, onun acısına tanık değildi. Sefer'i bir saat boyunca kucağında gezdirip ağlayan Şakire, en sonra kendine gelerek onun ölümünü muhtara bildirdi. Belediyece kaldırılmasını diledi. Muhtar: "Kadıncağız, mahallemizde, öbür mahallelerde öyle çok yoksul ölüsü var ki belediye de hangisini kaldıracağını bilemiyor. Mezarlıklar da doldu. Artık ölüler üst üste çukurlara atılıp üstleri topraklarla örtülüyor. Ben belediyeye bildiririm. Elimden başkası gelmez" diyerek kestirip attı. Şakire saatlerce beklediyse de hiçbir gelen giden olmadı. Bir daha, bir daha gitti, muhtarı yerinde bulamadı. Sefer, balmumu gibi sapsarı yüzüyle beşiğinde yatıyor, yeşil sinekler ağzında burnunda bayram yapıyordu. Şakire, küçük ölünün yüzünü de sıkıca örttüğü halde yeşil sinekler ufacık boşluklardan sızarak ağzına, burnuna sayısız yumurta bırakıyorlardı. İkindiüstü belediyeden umudunu kesen Şakire, komşulardan bir kazmayla kürek buldu. Evin biraz ötesindeki yarı toprak yarı kumsal bir yeri kazmaya başladı. Bir saat sonra yumuşak toprakta derince bir çukur açtı. Sonra, Sefer'i beşiğinden aldı. Mezarın başına götürdü. Yarı buçuk bildiği birkaç duayı çabucak okuyarak Sefer'i bunun içine indirdi. Törende Asile, Adviye, Musa ve Finodan başka cemaat yoktu. Şakire, hem mezar kazıcısı, hem de imamlık görevini yapıyordu. Elindeki kürekle çıkardığı toprakları Sefer'in üzerine atarken bir daha çılgınca boşanıp ağlamaya başladı: "Sefer'um, şu yeryüzünde ayaklanıp yürümen bile kısmet değilmiş. Bari cennet denen zıkkım doğru olsa da orda yaşasin! Babanun, ağabeyinun, İseyin'un, Fatma'nun, büyükannenin yaninda burda görmeduğun günü görsen!" diye söyleniyordu. Toprak, mezarın üzerinde bir tümsek oluncaya dek çalıştı. Köpekler eşip ölüyü çıkarmasın diye üstüne ağır taşlar koydu. Sonra, mezarcığın başına diz çöktü. Çocuklar da bağdaş kurup oturdular. Artık, onlar da ölüden korkmuyorlardı. Güzel kardeşçiklerinin ölüsü, sapından koparılmış sarı bir kır çiçeğinden ayırt edilir bir nesne miydi ki? Ölüm, artık, onların en yakın komşusu olmuştu. Hem de 'teklifsiz' bir komşuydu. Kapıyı çalmadan itip içeri giriyor, onlarla baş başa, diz dize oturup yarenlik ediyor, sevgili kardeşleri kılığında evden çıkıp gidiyordu. Evet, ölüm, artık hiç de korkulacak bir nesne değildi. Ölüm, Hüseyin gibi, Fatma gibi, babaları gibi, ağabeyleri gibi, büyükanneleri gibi, en sonra da Sefer gibi sevgili, sevimli, zavallı bir nesneydi. Şakire, ağır ağır yerinden doğruldu. Çocukların dün akşamdan beri aç olduğunu anmıştı. Kürekle kazmayı sahiplerine götürürken nerden bir iki lokma bir şey bulabileceğini boşuna düşünüyordu. En sonra, sabahleyin Sefer'e bulduğu yüz gram sütle bir iki dilimcik mısır ekmeği usuna geldi. Eve döndüğünde raftaki sütün ekşiyip bozulduğunu gördü. Ekmek dilimlerini çocuklarına bölüştürdü.
Sayfa 353 - Tekin YayıneviKitabı okudu
·
206 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.