20 yıl kadar önce bir sivil toplum örgütü tarafından hem kitaplarını imzalamak hem de bir konferans verip, okuyucu ile yazarı buluşturmak amacı ile Dücane Cündioğlu; İzmit'e davet edilmişti. Bu etkinliğe katılmış, daha sonrada kendisiyle kısa da olsa bir görüşme yapmıştım. Konferansının sonunda organizatörlerden de olduğunu tahmin ettiğim gençten bir bey Dücane Bey'e " Sizin kitaplarınızı okuyorum ama anlamıyorum " demesi üzerine yazar gülümsedi ve " Allah başka keder vermesin. Ne diyeyim. Gayret " diyerek salonda ki gülüşmeler eşliğinde cevap vermişti.
Nietzsche bir kitabında- Ben neden bu kadar akıllıyım - doktorunun " sizin kitabınız Zerdüşt 'ü okudum ama ben hiç bir şey anlamadım " demesi üzerine , yazar çok sakin ve anlayışlı bir şekilde " Sorun yok, her şey yolunda " diyerek teselli veren bir edayla cevap vermiştir. " Beni duyacak kulaklar yok etrafımda " demiştir. Belki sonraları Zerdüşt için bir enstitü kurulacaktır. O zaman anlaşılacaktır " Zerdüşt'ün buyrukları "
Marcel Proustun dediği gibi okur ile yazar arasında bir bağın kurulması elzemdir. Her kes her yazarla, her kitapla bağ kuramayabilir. Bu çok doğal.
Bendeniz de - her zaman dile getirdiğim gibi- Dostoyevski okumak bir ayrıcalıktır derim.
Bunları ben niye anlatıyorum. Bir yazarı beğenmeye bilirsiniz, yahut yazarın bazı kitaplarını beğenmeye bilirsiniz, kısaca bağ kuramaya bilirsiniz. Buraya kadar bir sıkıntı yok. Sıkıntı ; edebi açıdan bir değeri olan eseri, emek vereni, hor ve hakir görme anlayışında.
Edebiyattan, edebi bir eserden bahsediyorsak, önceliğimiz " Edep " olmalı. " Edep ya hu "
Emrelerin Yunus ne güzel söylemiş;
" Gezdim Halep ile Şamı
Eyledim ilmi talep
Meğer ilim bir hiçimiş
İlla Edeb illa Edeb "
Maksadım hasıl oldu zannedersem.
Şimdi gelelim, kimileri tarafından pek beğenilmeyen, kimilerin ise en sevdiğim klasik dediği bu kitap hakkında kısa da olsa bir iki kelam etmeye. Bir derken, araya başka sözler girmeden, " 1 " icik Hanımefendiye - o kendini bilir - beni bu kitaba yönlerdiği için teşekkür edeyim.
Kitabin yazarı Bronte kız kardeşlerden Emily olanı. 1800 li yılların başında bu tek romanını yazıyor ve 30 yaşında vefat ediyor. O yıllar da kadın olmak hem de İngiltere' de kadın olmak, hele kadın bir yazar olmak ne kadar zor, bunu bilebilir misiniz ? Bu kitabı 20 lerinde bir kadın yazmış deniyor, duyda inanma, olsa olsa bu 50 lerinde birinin olgunluk eseri olabilir. Eğer gerçekten yirmilerinde yazılmış çömezlik, çıraklık eseri bu ise, ustalık eserleri ne muhteşem olurdu kimbilir. Okur bencilliği bu olsa gerek.
Teknik olarak kitabın başında bir anlatıcı var sonra ikinci bir anlatıcı birinci anlatıcıya anlatıyor, sonra birinci anlatıcı ikinci anlatıcı anlattıklarını kendince anlatıyor, kitabın sonunda ise anlatıcı gene kitabın başında ki ilk anlatıcı. Değişik bir teknik. Zamanından geçmişe yolculuk yapılarak tekrar zamanına geri dönüp öyküyü bağlıyor. Konu İngilterenin Gimmerton - ben böyle bir yer bulamadım - şehrinin kırsalında ki iki çiftlikte geçiyor. İki aile ve hizmetkarları, doktor bir de , adı var kendi olmayan avukat . Ve de asıl oğlan Heathcliff. Karakterler az, girip çıkan yok. Hepsi bu kadar. Ama muhteşem bir hikaye, muhteşem dahi bir yazar ve anlatı.
Kadın olmak demişken ;
Düşünün bir çiftlik sahibisiniz, varlıklısınız, sevgili eşiniz ölmüş, ondan size çok sevdiğiniz bir kızınız kalmış, onunla birlikte mutlu mutlu yaşıyorsunuz. Kızınız gelinlik çağa gelmiş ve siz ölmüşsünüz. Sıkı durun mirasınız bu kıza kalmıyor. Kızkardeşinize de kalmıyor illa bir erkeğe kalacak , kizkardeşinizin oğluna ve de kocasına. Kızınız bir anda evsiz barksız bir dilenci olarak kendini bulabilir.
Ooooo. Çok yazdım galiba. Zengin bitirişi yapayım. Ve noktayı koyayım. Umarım yolunuz bir gün " Uğultulu Tepeler " ile kesişir. Orda görüşürüz.