"Kuşlar tutsak yaşayamazlarmış. Ya çocuklar, İnci? Onlar tutsak yaşayabilirler mi?"
Gecenin yarısına geldiğimde hâlâ gözüme uyku girmediği, bir yerlere kaçmak istediğim o an elime geçen ilk kitap oldu. Hem ağlamaya hem gülmeye bir de üstüne düşünmeye de ihtiyacınız varsa eğer bu kitabı okumakla tam yerinde adım atmış olursunuz. Bir çırpıda, bir nefeste bitse de etkisi uzun sürecek hacmi geniş bir kitap.
Dışarıda bakacak kimsesi olmayan minik Barış'ın mahkum annesiyle kaldığı 'kafes' dediği cezaevinden çok sevdiği İnci ablasına yazdığı ama demir kapılara takıldığı için bir türlü ulaştıramadığı onlarca mektuplarından oluşuyor.
80'li yılların 12 Eylül karanlığına gidiyorsunuz.
Düşünmenin suç olduğu, kitap okumanın suç olduğu karanlık zamanlar. Fikir suçundan mahkum olan insanlar.. Bütün bunlara şahit olan minik Barış'ın cevabı verilemeyen, çokça düşündüren soruları bazen üzüyor, bazen de güldürüyor. Ama en çok çaresiz bırakıyor.
"Bizim göğümüzün yalnızca gündüzü var. Senin göğünde akşam oluyor mu İnci?"
Oysa gökyüzü hepimize aitti..