Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

Oyalanmak, zamanı hızlandırmak, uykunun yerine birşey koymak için, sadece. 1946'yı düşündüm, 1946 Ekim'ini, yirmi beş Ekim gecesini, saat on buçuk sularını, nasıl kadının, küçük Aygen'in, daha minnacık bir bebekken, mahallenin sevgilisi, babasının prensesi, annesinin haylaz uykusuz domuzcuğu iken şey yaptığını, mesela, tren sesini ne kadar sevdiğini. Çok değil, yüz metrekarelik bir bahçe içine kurulmuş üç katlı bir taş evde yaşardı bebek Aygen, evlerin çoğunun ahşap olduğu ve apartmanlara dönüşmek için yangın beklediği bir zamanda. En üst kattaki ebeveyn odasında, ceviz ağacından yapılmış gösterişli karyolanın anne tarafında duran demirişi bir beşiği vardı. Ama zamanının pek azını beşiğinde geçirirdi. Çünkü çok gazlı ve çok zor gaz çıkaran bir bebekti. Çok da iştahlıydı. Allahtan annesinin, Astrid teyzenin, sütü boldu da her ağladığında onu susturmayı başarabiliyordu. Ama memede uyuyakalarak susan bebek az sonra yine ağlayarak uyanıyor, bu kez kucağa alınması, sırtının pışpışlanması ve gazının her ne yoldan olursa olsun çıkarılması, çıkarılamasa bile ısrarla çıkarılmaya çalışılması için annesini yeni dalıverdiği uykusundan geri çağırıyordu. Hemen cevap veriyordu annesi, bu çağrıya. Ve verebildiği sürece verdi, diyelim altı ay kadar. Ama bir yandan, dilini anlamasalar da ilgiyle onu dinleyen eşe dosta bebek Aygen'in hiç iki saatten daha uzun süre uyumadığını, gece gündüz her iki saatte bir uyanıp meme istediğini, eğer iki saat dolmadan tren geçerse yine uyanıp meme istediğini zaman içinde eğlenceli bir bebek öyküsünden acıklı bir anne öyküsüne dönüşen bir yakınmayla anlatmaya başladı: uykusuzluktan ölücem, diye mırıldanıyordu arada bir, öğleden sonraları bebeği sevmek için eve doluşan kadın akrabalarla oturup açık bir çay içerken, gözleri halının her sabah fırçalanan püsküllerine takılmış, altı aydır uyku uyuyamıyorum... üç yıldır uyku uyuyamıyorum. Zamanla sadece heyecanını değil direncini de kaybetti kadıncağız; öyle olunca yorgunluğu, bitkinliği gözle görülür ve endişe verir bir hal aldı. Ailenin büyükleri bir sütanne tutup getirdiler, ama bebek Aygen başka bir memeyi öfkeyle reddetti ve öyle bir ağladı ki o gün, burnuna daha iri uçlu, daha koyu renkli, yabancı kokulu bir meme yapıştırılınca, o sırada olanca hızıyla Bakırköy'den geçen on iki vagonlu, çift lokomotifli koskoca Berlin Ekspresi'ni bile duymadı. Sus, Allah aşkına, diye inledi annesi, sus, dayanamıyorum artık, ve arkasından o da ağlamaya başladı ve onu da susturamadılar. Evin erkeği İstanbul Caddesi'ndeki manifatura dükkânından acilen eve çağrıldı, ağlayanları sustursun, ikna etsin, yatıştırsın, olmadı ağırlı­ğını koysun ve onları kendine getirsin diye, ama adam ne yaptıysa karısıyla kızını susturamadı. Olayı paylaşmak ve babayla akrabalara düşünce desteği vermek için eve ve bahçeye toplanan mahalle kadınları saatlerce anneyle bebeğin dinmek bilmeyen ağlayışını dinlediler. Sonunda baba dayanamadı, koşa koşa İstasyon Caddesi'ne gidip, semtin en prestijli doktoru, aynı zamanda dükkânının hatırlı müşterisi olan Dr. Karabet'i getirdi. Dr. Karabet bebeğe birşey yapamayacağını söyledi; sadece odayı boşalttırdı ve (benim bu akşam yaptığım gibi) bebeğin üstündeki fazla giysileri çıkarıp onun hava almasını, kendini rahat ve serbest hissetmesini sağladı; ter içinde kalmıştı zavallı bebek. Anneye de, şöyle göz kararıyla kilosunu kestirdikten sonra, evdeki kadınlardan birine kaynattırdığı emektar şırıngasıyla sıkı bir sakinleştirici yaptı. Büyük doktordu Karabet; o sakinleştirici yaparsa, karşı koyamaz, sakinleşirdin. Kadın da sakinleşti ve hemen oracıkta, orta kattaki misafir odasındaki sedirin üstünde, otuz saati aşacak uzun uykusuna daldı. O uyuduktan sonra bebek de sustu; doktorun zorlamasıyla onu hayatında ilk kez kucağına alıp sallayan aydınlık yüzlü, lavanta kokulu babasına yakın olunca, o uzun ağlayışın yorgunluğundan sonra, memesini elinde tutmanın zaferi içinde, huzurlu bir uykuya daldı. Babası az sonra onu babaanneye teslim edip işe gittikten, akşama doğru derme çatma katarlarında kömür taşıyan bir başka tren ağır ağır geçtikten sonra bile uyudu. Ama akşamleyin karnı acıkınca yine ağlayarak uyandı. Bu sefer sesi daha güçsüz çıkıyordu; uzun ağlamalar ona göre değildi ne de olsa, onun da gücü azalmıştı. Ama bu kez annesi uyanmadı, memesi gelmedi. Babaannenin ısıtıp sonra ılıttığı biberon içindeki sulandırılmış sütü reddetti. Annesi ve memesi üzerinde ısrar etti. Sonunda ağlama sesine daha fazla dayanamayap babaanne demir beşiği aşağı indirtip annenin uyuduğu sedirin yanına koydurdu, bebeği de içine bıraktı, orada ağlarsa belki kendilerinin uyandıramadığı kadın uyanır da çocuğa süt verir diye. Babası, babaannenin yaptığı hareketi zalimce buldu ama o devirlerde anneye itiraz edilmezdi; o da edemedi. Sustu, annesi çıktıktan sonra kapıyı kapattı, ışığı söndürdü, beşiğin yanına bir sandalye çekip kızının ve karısının başında sessizce beklemeye başladı. Bebek ağlamaya devam etti, annesini ve memesini istemeye devam etti. Bu en doğal hakkıydı. Ama annesi yine duymadı, yine uyanmadı. Uyanmayacaktı da. Belli ki o da en doğal haklarından birini kullanıyordu. Bebek bir süre daha cılız bir sesle ağladıktan sonra sustu. Ama uyumadı; gözleri karanlığa dikili, öylece yattı. Açlığı geçtiğinden ya da beklemeye karar verdiğinden değil, sadece çağrısının cevapsız kalışını, hayatındaki ilk hayal kırıklığını kabul etmeye çalışıyordu.
Sayfa 62 - 4Kitabı okudu
·
158 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.