Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Hakan Özer

Hakan Özer
@ehozer
Kitaplar güzeldi. Büyük laflar etmek eşsizdi. Kitaplarda yazılanları paylaşmak... yetmiyordu. Bir sigara daha yaktı. Daldı karanlığa.
Yazyalnızı - İki Deli Derviş
Yazyalnızı - İki Deli Derviş
Behçet Çelik
Behçet Çelik
1127 okur puanı
Kasım 2017 tarihinde katıldı
Şu anda okuduğu kitap
Sabitlenmiş gönderi
Biz de yıllardır içimize attıklarımızı -kırıklıklarımızı, tökezlemelerimizi, pişmanlıklarımızı, kaçırdıklarımızı, yetişemediklerimizi, özlediklerimizi, cesaret edemediklerimizi, kof cesaretlerimizin ardından yere yıkılışlarımızı, yediğimiz azarları, çıkmayan seslerimizi, kendimize bile fısıldayamadıklarımızı, açılamadıklarımızı, yeri, zamanı
Sayfa 73 - "YAZ BİTTİ" DİYORLARKitabı okudu
Reklam
"(...) Hep aynı içkiyi içerdi. Herkes rakı içerdi o viski... Ecnebi bir memlekette alışmış. Bir gün birisi sordu, 'Efendim rakı buyurmaz mısınız?' Hiç unutmam, kadehini eline aldı, hastasının filmine bakan bir mütehassıs gibi tetkik etti, dedi ki: 'Efendim ben ilk bunu tattım ve içince mesut oldum. Bilaşüphe rakı da lezizdir şarap da... Hatta çok daha lezzetli içecekler de mutlak ki vardır. Lakin sürekli aramak demek sürekli hırpalanmak demektir. Bulduğuna kanaat getiren orada durmalıdır. Hülasa bu fikrim eşyam için de geçerlidir. Keza beşeri münasebetler için de. İhtimal her zaman daha iyisi bulunabilir. Amma ben kötüye tahammül ettiğim hissinde değilsem, mutluysam, orada dururum. Misal, bu bir insansa, o kimse artık bana ferd-i yektadır. İçki mühim değil, sersemce para harcar, bîmeze tatlara katlanır, hadi biraz istifra eder nihayet beğendiğine dönersin. İçki seni kabul eder çünkü o parasını ödeyen herkesi kabul eder, sana darılmaz. Lakin insanlar içki değildir, başkaları denendikten sonra kendilerine dönüldüğünü bilen insanlar kırgındır..."' Mehtap Hanım gözlerini Alper'e odakladı. "Evvel böyle değilmiş. Zevcesini aldatmış. Kadın da onu terk etmiş ve sevse de affetmemiş bir daha diye işitmiştim." Alper, bu sözlerdeki tehditvari nasihati anladı ve kadının sözü Vaniköy'de mukim olmaktan kaldırıp buraya getirmesindeki hünere hayranlık duydu.
Sayfa 197 - Sözler: Sakla bizi Üsküdar, Marmara sahilleriKitabı okudu
Bakın bu Muhsin Ertuğrul. Bilir misiniz bir gün Atatürk izlemeye gelmiş kendisini ama geç kalmış. Saygısızlık olur diyerek fuayede beklemiş ilk perdeyi, girmemiş. İkinci perde için sahneye avdet edilince Muhsin Bey de Atatürk'e saygısından ilk perdeyi tekrar oynamış..." Alper bunun salondaki diğer herkese yapılan bir saygısızlık olduğunu düşünüp sessiz kalırken Sedef, "Anneannem görmüş Atatürk'ü çocukken biliyor musun?" dedi gururla. "A süpermiş," dedi Alper, "ne kadar şanslısınız..." "Ah tekrar göreyim diye yıllardır... Neyse siz bu beye bakınız."
Sayfa 196 - Sözler: Sakla bizi Üsküdar, Marmara sahilleriKitabı okudu

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
Alper şaşkın ve meraklı gözlerle bir Atatürk müzesini andıran salonu incelerken, Sedef, anneannesinin boynuna bir sarılıyor bir geri çekilip bir şeyler söylüyor sonra bir daha sarılıyordu. "Getirdim günahlı çikolatalarını..." "Hay yaşa!" dedi tiz bir sesle Mehtap Hanım. Alper, çeşitli gazetelerin o daha küçük bir çocukken verdiği, bir kısmına kendi evlerinden de aşina olduğu Atatürk posterlerine, fotoğraflarına, dolaplı kanepenin ortasındaki kitaplığa yerleştirilmiş Nutuklara, Atatürk konulu kitaplara baktı bir süre. "Bu da bunların kutsal kitabı, alıp evine koyanı çok, okuyanı, okusa da anlayanı az..." diye bir düşünce geçti aklından. Bakışları salonda dolaşmaya devam etti. Mehtap Hanım'ın ilk gençliğinden ileriki yaşlarına uzanan, kadının yaşamının özeti niteliğinde, çoğu siyah-beyaz fotoğrafa bakıyordu şimdi. Fotoğraflar Alper'e, Mehtap Hanım'ın yüzündeki derin çizgilerin herkesin unuttuğu bir geçmiş zaman dili olduğunu, kadının gözlerindeki dalgınlığa gömülü anıların ancak bu dil çözülürse ifşa edilebileceğini düşündürdü. "Kimse bir günde bu hale gelmiyor," diye geçti aklından, "biz de böyle olacağız."
Sayfa 194 - Sözler: Sakla bizi Üsküdar, Marmara sahilleriKitabı okudu
"Sevgili sen gerçekten bu dünyada mısın yoksa paralel evrenlerden birinde misin nasıl emin olunur biliyor musun?" diye sordu Alper. Kendisine bir fizik sorusu sorulduğu zannına kapıldı önce Sedef. Yanıtı bilmediğini kabul edince, "Hımm!" dedi, "Birlikteysek gerçek dünyadayızdır ayrıysak orası paralel evrendir..." Alper artık açıklamasının Sedef'i hayal kırıklığına uğratacağını düşünerek sessiz kaldı. Lakin Sedef sordu: "Bilemedim mi?" "Senin dediğin gibi bebek. Ama bir yolu daha var aklında olsun, hemen bir plakçıya filan girip bakacaksın. Eğer Bab Dilın albümleri aynı kapakla, aynı şarkılarla basılmışsa ama üzerinde Bab Dilın yerine Rabırt Zimırmın yazıyorsa paralel evrendesindir." "Poff!" dedi Sedef. "Ne?" dedi Alper gülerek. Sedef etkilense kendi fikri gibi satacağı sözlerini derhal sahibine iade etti: "Bir çizgi romanda böyleydi çok güzel fikir bence. Bab Dilın'ın gerçek adı o ama gerçek adı ancak sahte evrende yazılı..." "Susar mısın?" dedi Sedef soğuk ve alaycı bir sesle; küçük yeğeninin annesine söylemesiyle işittiği ve kahkahalarla Alper'e anlattığı ânı taklit ederek. Alper güldü. Sedef'in onu böyle terslemesine bayılıyordu. Teneke kutulara ekili sebzelere, çiçeklere ilerlediler. Evin kapısı ve pencereleri beyaz yağlıboya ile boyanmıştı. Bu görüntünün kararmış ahşapla tezadı Sedef'e Japon geleneksel tiyatrosundaki oyuncuları çağrıştırıyordu hep.
Sayfa 194 - Sözler: Sakla bizi Üsküdar, Marmara sahilleriKitabı okudu
Reklam
Kül rengi lepiska saçları omuzlarından sırtına süzülen Mehtap Hanım, tahta zeminde minik adımlarla seken titrek bir serçe gibi mutfaktan çıkıyordu ki birden durdu. Gün geçtikçe kalınlaşan ve saçlarının rengini alan zarımsı tabakanın altında gözleri, ilk evinin duvarını çatlatmış, oynaşıp duran, doğmaya heyecanlı bir bıldırcın yavrusu misali kıpırdandı. Mutfak kapısının ortasındaki cama yapıştırılmış poster sağ üst köşeden sarkmıştı. Mustafa Kemal, başında kalpağı, tek kaşı havada, çatık çehresiyle Mehtap Hanım'a bakıyordu. Utandı, kızardı, okşar gibi nazik derhal düzeltti. Atatürk'e özlem, hasret ve hayranlıkla baktı. Salona geçerken düşünceli çehresinin ortasındaki dudaklar terennümdeydi. Nerelerde kaldın ey serv-i nâzım Bana bir haber ver budur niyazım
Sayfa 193 - Sözler: Sakla bizi Üsküdar, Marmara sahilleriKitabı okudu
O mübarek yetisizlik erkeklerden çok kadınlarda görülür, kadınlarda, zira erkeklerin gözünde çocuklar sinir bozucu insan müsveddeleridir, oysa kadınların gözünde ileride bozulup çirkinleşmeye yazgılı kusursuz varlıklardır, işte o nedenle gözlerinin ağtabakası, ilahlıktan çıkmaya mahkûm o geçici minik ilahların imgesini saklamaya gayret eder, ve şayet o ağtabaka onu bizzat tanımayı başaramamışsa, o vakit kadın biriyle sürekli ilişkinin gerektirdiği düşgücü çabasını artık büyümüş, hatta belki de yaşlanmış olan kişinin yalnız fotoğraflarında ya da uykudaki halinde ya da onun yerini sahiplenmiş olan kişinin bir yatakta sırdaşlık serüvenine atıldığı anılar -yatak erkeklerin uzak geçmişte kalmış tembel öyküleri yüksek sesle anmaya boyun eğmiş göründükleri tek yerdir- sayesinde tanıyacakları o çocuğu hayalinde canlandırmaya odaklanır. Bana öyle bakıyordu Clare Bayes, sanki Madrid'de geçen çocukluğumu bilirmiş, kardeşlerimle oyunlarıma ve gece korkularıma ve okul çıkışı sözleştiğimiz dövüşlere benim dilimde tanık olmuş gibiydi.
Ama mesele o değildi. Mesele onun da bakmasıydı, hem sanki beni öteden beri tanırmış gibi bakıyordu, sanki çocukluğumuzu dolduran, ve sonradan bizi gerçekte dönüştüğümüz nefret edilesi yetişkinler olarak göremeyen, tersine, şükür ki belleğin çarpıttığı hareketsiz gözüyle bizi sürgit çocuk gibi gören şu vefalı, ikinci planda kalmış kişilerden biriymiş gibi bakıyordu. O mübarek yetisizlik erkeklerden çok kadınlarda görülür, kadınlarda, zira erkeklerin gözünde çocuklar sinir bozucu insan müsveddeleridir, oysa kadınların gözünde ileride bozulup çirkinleşmeye yazgılı kusursuz varlıklardır, işte o nedenle gözlerinin ağtabakası, ilahlıktan çıkmaya mahkûm o geçici minik ilahların imgesini saklamaya gayret eder, ve şayet o ağtabaka onu bizzat tanımayı başaramamışsa, o vakit kadın biriyle sürekli ilişkinin gerektirdiği düşgücü çabasını artık büyümüş, hatta belki de yaşlanmış olan kişinin yalnız fotoğraflarında ya da uykudaki halinde ya da onun yerini sahiplenmiş olan kişinin bir yatakta sırdaşlık serüvenine atıldığı anılar -yatak erkeklerin uzak geçmişte kalmış tembel öyküleri yüksek sesle anmaya boyun eğmiş göründükleri tek yerdir- sayesinde tanıyacakları o çocuğu hayalinde canlandırmaya odaklanır. Bana öyle bakıyordu Clare Bayes, sanki Madrid'de geçen çocukluğumu bilirmiş, kardeşlerimle oyunlarıma ve gece korkularıma ve okul çıkışı sözleştiğimiz dövüşlere benim dilimde tanık olmuş gibiydi. Ve onun beni öyle görmesi benim onu da benzer şekilde görmeme yol açtı.
O vakit Clare Bayes'in yüzüne açık açık baktım ve, tanımadığım halde, artık geçmişime karışmış biri gibi gördüm. Demek istiyorum ki, artık bugünüme ait olmayan biri gibi, zamanında çok ilgilendirmiş, sonra ilgilendirmez olmuş ya da ölüp gitmiş biri gibi, "olmuş olan" biri ya da artık geçmişte kalmış bir gün bizim "olmuş olmaya" mahkûm ettiğimiz biri, belki de o kişi bizi çoktan olmuş olmaya terk ettiğindendir.
Bilindiği gibi, İngiltere'de insanlar birbirlerine neredeyse hiç bakmaz, ya da öyle fark ettirmeden ve niyetsiz bakar ki, birisi bakar göründüğü şeye hep acaba gerçekten bakıyor mu kuşkusu vardır, gözler doğal işlevleri sırasında öyle donuklaşmayı bilirler. O nedenle bir kıtalının bakışı (örneğin benimki) bakılan kişide tedirginlik uyandırabilir, bir İspanyolun ya da bir kıtalının olası bakışları arasında yansız, ılık, hatta saygılı diye nitelenebilecek bir bakış bile olsa. Yine o nedenle, bir adalı ya da İngiliz bakışı genelde büründüğü örtüyü geçici olarak kaldırdı mı sonuç rezalettir, şikâyete ve tartışmaya konu olabilir, ancak o bakışı örtüsünden sıyrılmış görebilecek bakışların kendileri örtülüdürler, ve o yüzden örtüsüz olan başka gözler (örneğin kıtalıların gözleri) için apaçık belli ve belki aşağılayıcı olan şeyi ne görürler ne de ona bakarlar. Gerçi o iki yıl süresince donuk donuk bakmayı -kendi irademle- birazcık öğrendim, yine de o zamanlar hem bakışlarımda kendini sansürleme yetisi yoktu, hem de, değinmiş olduğum üzere, o unutulmaz akşam yemeklerinde açlığa ve sıkıntıya direnmenin çaresi -kırmızı şarabın, beyaz şarabın, pembe şarabın yanı sıra- sık sık dikkat kesilip gözlemlemeye odaklanmaktı.
Reklam
Hâlâ hep olduğum gibiyim, olayların yol açtığı öfkeyle gülüş arasında gidip geliyorum, orta yolu yok, dünya ile ilişki kurmamın ve dünyada dolaşmamın birbirini bütünleyen iki biçimi onlar. Ya çileden çıkıyorum ya gülüyorum, ya da aynı zamanda ikisi birden, ikisi de benim içimde. Değişmiyorum. Hastalık beni değiştirmeliydi, daha düşünceli ve daha ılımlı yapmalıydı. Oysa hastalık beni ne çileden çıkarıyor ne güldürüyor. İlerleyecek olursa, doğrulanırsa (yine tahtaya vuruyorum), kendimi gözlem altına alacağım. Korkuyorum.
Öte yandan başıma daha fazla bir şey gelecek değildir, ecel gelmiştir ya, olan olmuştur artık. Fikre alışamıyorum, ve o yüzden doktora bir daha görünmeyi de, Dayanand'ın beni görmesini de istemiyorum, o müthiş hekim gözüyle sağlık durumumdan kuşkulanmaya başlamış olmalı. Ve o yüzden o zaman artık umurumda olmayacak olan şey şimdi o denli umurumda: B.'ye ne olacak (onun yaşantısına tanık olmayacağımı hayal edemiyorum, ecel bizden yalnız kendi yaşamlarımızı almakla kalmıyor, başkalarının yaşamlarını da alıyor), sonra Dayanand'ın kendisine, Roger'a, Ted'e ve Clare'e, ve sevgili İspanyolumuza neler olacak?
Durumun gelişmesine göre sonunda ölebileceğim, ve eğer öyle olursa (aman tahtaya vurayım!) o andan itibaren başkalarına neler olup bittiğinden artık haberim olmayacağı fikrine alışamıyorum. Sanki müthiş bir merakla okuduğum bir kitabı elimden çekip alıyorlarmış gibi. Akla sığar şey değil. Yine de bu kadarla kalsa vahim sayılmaz, işin kötüsü başka kitaplar da olmayacaktı, tek bir kadim elyazması olarak hayat. Hayat hâlâ Ortaçağ.
Beni en fazla şaşırtan şey, şimdilik hastalığın başkalarının işleriyle ilgilenmemi engellememesi. Sanki bana hiçbir şey olmuyormuş gibi davranmaya ve B.'den başka kimseye bir şey söylememeye karar verdim, B.'ye de ancak en kötü olasılığın kesinleşmesi durumunda. Bir kez karar verince, güç olmuyor. Ancak tuhaf olan yanı sır perdesi ardında ve yerli yerince davranmayı başarmam değil, çevremdeki her şeye karşı kendi ilgimin hiç değişmeden sürmesi. Her şey umurumda, her şey beni etkiliyor. Aslında numara yapmam gerekmiyor, çünkü bunun benim başıma gelebileceğine ya da geleceğine kendimi inandıramıyorum. Durumun gelişmesine göre sonunda ölebileceğim, ve eğer öyle olursa (aman tahtaya vurayım!) o andan itibaren başkalarına neler olup bittiğinden artık haberim olmayacağı fikrine alışamıyorum. Sanki müthiş bir merakla okuduğum bir kitabı elimden çekip alıyorlarmış gibi. Akla sığar şey değil. Yine de bu kadarla kalsa vahim sayılmaz, işin kötüsü başka kitaplar da olmayacaktı, tek bir kadim elyazması olarak hayat. Hayat hâlâ Ortaçağ.
Hakan Özer
@ehozer·Bir kitabı okumaya başladı
Tüm Ruhlar
Tüm RuhlarJavier Marias
6.6/10 · 134 okunma
Alper Tuğrul Amca'nın profiline girince, "Beğenme yanlışlıkla," dedi Sedef. "Sen beğenmişsin zaten baksana," dedi Alper terslenerek ve profili inceledi. Üç fotoğraftan birinde elinde rakı vardı Tuğrul Amca'nın; bunlardan birinin altında, "Biz içeriz bize yoktur vebali," yazıyordu. Fonunda Can Yücel olan bazı fotoğrafların üzerinde şaire atfedilen sözler yazılıydı. "Konuşmayı severim ama herkesle değil," demişti görünüşe göre şair. "Hayatta olsa bunların ağzına sıçan bir şiir de yazardı," diye düşündü Alper incelemeye devam ederken. "Sevdiklerinle geçen her gün bayramdır. Can Yücel" yazıyordu son paylaştığı fotoğrafta da. Yakından özensizce çekilmiş çiçek fotoğraflarını, muhalefet yapacağım derken ırkçılaşan paylaşımları hızlıca geçip telefonu Sedef'e geri verirken, "Yavşak! Kart zampara! Küba'ya gidenlerle devrime ucuz tükenmezkalem gönderen azgın teke..." diye alçak sesle öfke kustu Alper. Sedef yapay bir kahkaha attı. "Ya ne alâkası var?" "Resmen yazmış işte... Oha taşakları büzüşmüş hâlâ torunu yaşında kızlara yürüyor..." "Yok ya ayıp deme öyle. Annemin kuzeninin kocası..." diyerek adamı savunmaya geçti Sedef fısıltıyla.
Sayfa 188 - Sözler: Ağıtlar işlemiyor öyle bir kara büyüKitabı okudu
9,1bin öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.