Hakan Özer

Hakan Özer
@ehozer
Kitaplar güzeldi. Büyük laflar etmek eşsizdi. Kitaplarda yazılanları paylaşmak... yetmiyordu. Bir sigara daha yaktı. Daldı karanlığa.
Yazyalnızı - İki Deli Derviş
Yazyalnızı - İki Deli Derviş
Behçet Çelik
Behçet Çelik
Bense, yoksulluk yüzünden sürekli üstü örtülü, boynunu kısmış bir utancı taşıdıklarını görüyordum. O yüzden sesleri dik çıkıyordu. Elini sağ kulağına götürüp, gözünü kapayıp, bitmez tükenmez öfkeli, acıklı lawikler söylemelerini, ölülerini dağın yüksek yerlerine gömmelerini buna bağlıyordum.
Sayfa 103 - Son GörüşmeKitabı okudu
Reklam
Gerçekten de köylüler bizi dinlemişler, az çok dilimizi bilen yaşlıları coşkumuzu çocukça bulduklarını ima eden affedici bakışlarla sırtımızı sıvazlamışlar, gençler ilgili, pervasız sorular sormuşlar, ama bir durgunluktur sürüp gitmişti.
Sayfa 102 - Son GörüşmeKitabı okudu
Hazır susmuş ve dalmışken yarım kalmış bir şarkıya döner gibi, Veli'ye döndüm içimden. Veli'nin adı gerçekten Veli'ydi, benim adım gerçekten benim adımdı. Kod adlarımız yoktu henüz. Yeraltına inmemiştik. Sonbahar, saf duygular, sonsuz iyimserliğimiz illegal değildi, düpedüzdük. On bir köye gitmiştik. Sohbetler etmiştik. Veli bizi Haydar'a, Haydar Hüseyin'e teslim etmişti. Çıkacak muhtemel bir savaşın kendileriyle ilgili olmayacağına karar vermiş sakin katırlarla gitmiştik dağ köylerine. Arkadaşımın uzun boylu, yapılı oluşu, giysileri, özellikle botları dikkat çekiyordu, bense, zayıf, esmer, gözlüklü, Kültür Devrimi standartlarına göre "sakat" halimle onun yardımcısı muamelesi görüyordum. Arkadaşım biraz hayalkırıklığı yaşamıştı. Sen demiştin bana, köyün ırgatı marabasıyla al takke ver külâh gülüşüp konuşurken, ben ağaya, muhtara, dedeye hikâye anlatıp duruyorum ahıra bitişik sekide, kalın yün yorganların altında yatarken, yıldızların çıtır çıtır sesler çıkardığı gecede, sesinde şikâyet tonu. Halinden hoşnut görünüyordun oysa. Nal şakırtıları, kısık konuşmalar duymuştuk, sonunda bu seslerin, yatır ziyaretinden dönen afacan meleklerin itiş kakışları olduğuna karar vermiştik. Çünkü gündüzleri bolca efsane dinliyorduk yaşlılardan ve biz de aydınlanıyorduk. Sonunda, kimsenin isyan edecekmiş gibi bir havası yok demişti arkadaşım. Çok parlak bir yıldız batmaya yüz tutmuştu. Ertesi gün jandarmanın bizi aradığı haberi gelmişti.
Sayfa 101 - Son GörüşmeKitabı okudu

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
Ben Pülümür'ün mezrasında Veli ve amcasıyla sigara içmeye hazırlanırken, o Los Angelos Berkeley kampüsünde ve Paris alanlarında dolaşabiliyor. Sorusunu düşününce (çünkü hâlâ bir kuşku, bir soru işareti içeriyordu kurduğu cümle), Konur Sokak'ta tartıştığımız, daha doğrusu benim aradaki küçük itirazlarım dışında durmadan konuşup beni ikna etmeye çalışan, hatta daha açıkça ifade edecek olursam resmi görüşü bana tebliğ eden bir büyüğümüz aklıma geldi. Nedense o vakitler bizden en fazla beş altı yaş büyük olanlar yaşlı, tecrübeli abiler olarak görünürdü gözümüze. Sözlerine inanırdık. Hele on yaş varsa arada, artık pir-i aziz muamelesi yapardık adama. (Evet, genellikle adam olurdu bunlar). Neyse, abimiz, Marksizmi çarpıtan bu aykırı seslere, burjuvazinin devrimi saptırma çabalarına zinhar kulaklarımızı tıkamalıyız deyip kulak büktü. Ortodoksluklar dedim sigarasından derince bir nefes çekip kültablasına bastıran arkadaşıma kısaca, Bizans'ın ve Osmanlı'nın ortodokslarına karşı sessizce kıyama kalkışan "ıssızlıksız" şairine gönderme yaparak. Gözlerini aradım, anladı mı diye, gülümsememi de ekleyerek. Ama o söylediği şeyi unutmuştu sanki. Sokağın akışkanlığına dalmış gitmişti.
Sayfa 101 - Son GörüşmeKitabı okudu
Biz o zamanlar Marcuse'u, Sartre'ı küçümserdik, sosyalizmi sulandırdıklarını söylerdik, oysa altmış yaşında, seksen yaşında koca koca adamlar, kampüslerde, barikatlarda gençlerle buluşmuşlar, belki hayatlarının en mutlu anlarını yaşamışlar. Ne dediklerini bile tam olarak anlamadık. Arkadaki masada şamata arttı. Cümlesini tam duymasam bile anladım. Dalıp gidiyoruz sokağı izler gibi görünürken. Suskun bir süre geçiyor. Zihinler kim bilir nerelere uğruyor. Dönüp geldiğinde de bazen o uğradığı son yerden getirip bir cümle koyuyor masaya.
Sayfa 100 - Son GörüşmeKitabı okudu
Reklam
Tortu halinde çöreklenmiş o eski zamanlardan zihnimizde küllenmiş duran, ama biraz eşeleyince, sağını solunu üfleyince parıldayan ışıltılı bir ânı, bir anıyı çekip çıkarıyorduk. Sonra hâlâ hem o anıyı zedelenmiş de olsa anımsamamıza, hem o yaşadığımız şeyleri yaşadığımıza seviniyor, kahvelerimizden birer yudum alıp arkamıza yaslanıyor, vitrinin
Sayfa 99 - Son GörüşmeKitabı okudu
Küçük camilerin, gizli hamamların, yorulup yatmış köpeklerin, karnı kararmış çınarların, yazısı silinmiş tabelaların, bir daha açılacağı kuşkulu dövme demir kepenkleri kapalı dar dükkânların arasından geçti. Bir küçük açıklığa çıkacakken karşıdan gelen alışılmadık adamları gördü. Birinin omuzunda film çekme aleti vardı, öbürü bir çanta ve kimi
Sayfa 97 - Koyu KırmızıKitabı okudu
O sokak senin, bu sokak benim gitmekti zaten Cafer'in meramı. Eğin'den beri. Balıkpazarı'ndan her sabah kedilere poşetle balık artığı taşıyıp köşebaşlarında onlara ziyafet çeken adama aynı yerde rastladı. Selamlaşıldı ve adamcağızın günlük istihkakı kâğıda sarılıp saygıyla takdim edildi. Madam Matilda'nın pencereden sarkıttığı sepetteki nota göre üç çeşit ayrı ayrı sarılıp konuldu, küçük çan sallandı, sepet yukarı çekilip para sarkıtıldı. Bir yerlerden "domates biber patlıcan" şarkısı duyuldu. Bir semender indi avluya, kurutulmaya bırakılmış dutların arasından geçerken biraz durup baktı gibi geldi Cafer'e. Gitmeyi aklına koymuş Cafer'e. Durmadan giden Cafer'e. Şimdi iki kızı olan, İstanbul'un vapur düdükleri duyulan ortalık yerinde evi olan, biraz duruk ve suspus Zarife'si olan, üç tekerlekli, camekânlı arabası olan, menşeine itaatkâr Cafer'e. Koşarak geçen üç çocuğun cıvıltısına uyandı. Ne az çocuk var bu sokaklarda diye düşündü. Kızının sabah ağlamaları, lolipopsuz beslenme çantasında hep dünden kalmış bayat açmalar. Kış yaklaşmakta. Harun odun getirecek, parası hafta hafta.
Sayfa 96 - Koyu KırmızıKitabı okudu
Liseli mesrur kızlar oğlanlar geldi aldılar bir iki şey, gülüşle, şenlik içinde, kadınlar geldi aldılar bir iki şey, önce çantalarından cüzdan çıkarıp meşakkatle, sonra cüzdandan bozuk para bulup vermek suretiyle, takım elbiseli bankacılar, göynük, sakar hırpaniler, dolaysız, olaysız düz işçiler gelip aldılar bir iki şey, derken postaneden işaret ettiler beş, Mektup'tan işaret ettiler üç, sarıp kâğıda götürdü. Mektup'un sahipleri, hoş gülücüklü iki abla çay iç dediler, içmeyip, içinden sağolun varolun diyerek hızlıca geri döndü, daha alan oldu birkaç şey, yarısına yakını bitti malların, epey bir hafifledi camekânı arabanın. Aşağıdan, Yeniçarşı'dan doğru, lodosun arkadan ittiği Settar da simit arabasıyla geldi yerleşti yanına. Selamlar verildi, hatırlar soruldu, yüzlere gözlere dikkatle bakıldı, ters bir şey olmadığı anlaşıldı, sonra yerini Settar'a bırakıp postanenin yanından sabah yolculuğuna başladı.
Sayfa 96 - Koyu KırmızıKitabı okudu
Hava ağarıyor, bıldırcın göçü var sanki ya da yel sesi, içerlek kapılardan küf esintisi, yukarı çıktıkça ahali artıyor, çıraklar, erkenciler, yarı uykulu köpekler bir yere yetişecekmiş gibi hızlı hızlı (henüz serilip kuytulara, bazen de tam ortaya yatmamışlar), bir evin alçak, yarı açık penceresinin ve gelişigüzel kapalı perdesinin ardından çalar saat sesi, kara kara bomboş bakan gece artığı bir sarhoş, alt geçitte inerken farketmediği sidik kokusu. Aslıhan'ın karşısında, dükkânın içindeki asma katta beş yavrulu kedi besleyen çiçekçinin önünde soluklanış. Siftah çiçekçiden. Tramvay ilk seferini yapıyor, lacivert paltolu vatman, raylar, tren, kızının ağlamaları, içine dolan tren düdükleri. Eğin'den buraya göçler. Daha kim bilir nerelerden kimler. Göçler. Karşı büfede Orhan, Rize'den, gazete satar, gofret satar, tespih satar, çiçekçinin yanındaki saatçi Mardin'den, kahve içer, boyacı Arap Balkan'dan, akşamdan kalık. Saat dokuza kadar Yeniçarşı'nın ağzında, lodosa karşı. Dokuzda yerini simitçiye devredeceksin. Kuralı, kanunu var bu işlerin. Boğazkesenliler'in mıntıkasına girmeyeceksin. Bulutlardan haber alırlar, koyu kırmızı sıvılar sıçratırlar yerlere orandan burandan, haram kılarlar insanı.
Sayfa 95 - Koyu KırmızıKitabı okudu
Reklam
Ses ustası adını takmışlardı üçüncüye, Şavşatlı Halil'e. Belli ki mürekkep yalamış biriydi, esrarlı ama düşmüş biri. Çünkü sesleri onların pek de anlamadığı şeylerle tanımlar, anlatırdı, duruma göre iç ses, dış ses, orta sesle seslenirdi müşterilerine. Düşkünlere, yoksullara göz ve gönül sesiyle, tecimenlere safra ve mide sesiyle, yaşlılara ahret sesiyle, iyi giyimli hanımlara serenat sesiyle. Seslere daha bir sürü sıfat sıralardı. Selam alınıp verildi. Halil ezik sesini kullandı bu sabah. Bir fırtınadan bahsetti, anlayamadılar. Sabah ezanları okundu çeşitli minarelerdeki hoparlörlerden, susup dinlediler.
Sayfa 94 - Koyu KırmızıKitabı okudu
Alt geçitten karşıya geçip o beyaz üstüne siyah harfli dişçi tabelası yerinde mi diye bakındı, yerindeydi ve Dişçi'nin ışıkları yanıyordu. Dedenin çivileri, Dişçi'nin ışıkları. Memnuniyet duydu kendinden. Huzursuz divanında kim bilir hangi eski, epeski, naylon çamaşır ipinin daha icat edilmediği çağda yaşamış, çok da mutlu ama yazdıkları zehir zemberek bir yazarın kitabına dalıp sabahı etmiştir. Sigorta yok, bağkur yok, Zarife'nin dişi tutmuş, yanağı şişmişti, ayakkabı boyacısı Arap bu dişçiye yollamıştı "insaflıdır" diye. Bir kat çıkıp yarı açık kapıdan girmişlerdi ilaç kokan salona ve iki hastanın girip çıkmasını beklemişlerdi gül desenli goblen kaplı koltuklara iğreti oturup. Ortadaki geniş sehpanın üstüne yığılı, bakıla bakıla yıpranmış dergilere, duvardaki Yılmaz Güney'li, Erkan Yücel'li, Süleyman Turan'lı, Tarık Akan'lı afişlere kaçamak bakışlar atmışlardı. Dolgu yapan Dişçi, çalışırken anlatıp durmuştu bir şeyler ve onlardan Cafer'in aklında sadece o epeski yazar durakalmıştı. Bu yüzden dişçinin tabelası hep orada bulunsun istiyordu. O tabela içini sağlamlaştırıyordu.
Sayfa 94 - Koyu KırmızıKitabı okudu
İngiliz Konsolosluğu'ndan aşağıya yöneldi. Hemşerisinin selamına yeterli içtenlikte yanıt verip vermediğini düşündü. Dedesinden tembihliydi, selamın kalpten olsun, derdi. Atlarını nallatmaya gelenlere gülen gözlerini de katarak öyle içten "aleykümselam" derdi ki, adamlar beş dakika sonra tüm sevincini, sıkıntısını anlatmaya başlardı. Her nalladığı hayvan için bir çivi atardı dedesi gaz tenekesine. Öldüğünde üç gaz tenekesi dolusu nal çivisi birikmişti ahırda.
Sayfa 93 - Koyu KırmızıKitabı okudu
Yerdeki kaygan şeylere basmamaya dikkat ederek yürüdü Cafer, büyük kızının sabah ağlama seansları aklında. Dükkânlardan sızan deterjanlı pis sıvılarla parlayan ana caddeden karşıya geçti, Nevizade'den İstiklâl'e çıkan soluk, çizgili yüzlü, iki yanından saçlarına kır düşmüş garson hemşerisinin selamını alırken de hâlâ kızını düşünüyordu ve kimsenin güvenmediği ve değerlendiremediği ve tanrının da ne olacakları hakkında bir karara varamadığı belirsiz insanları ve kedileri.
Sayfa 93 - Koyu KırmızıKitabı okudu
Siren sesleri. Demir kepenklerin önüne dizilmiş boş bira fıçıları. Gecenin masmavi sürek avı dümtekleri susmuş. Fıçıların arasına ve öteki gizemli girintilere uzanmış biyolojik insan atıklarının bir yerleri patlamış spor ayakkapları, yana düşmüş kolları ve o ayakların, kolların arasında birbirlerini kollayarak ve çeşitli şeyleri dikkatle koklayarak gezinen tedbirli gece kedileri.
Sayfa 93 - Koyu KırmızıKitabı okudu
9bin öğeden 16 ile 30 arasındakiler gösteriliyor.