Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

160 syf.
10/10 puan verdi
Canım Aliye(m) , Ruhum Filiz(im)...
•Coşkulu bir aşık , sorumlu bir eş , sevecen bir baba.• "Bundan sonra hep neşeli mektuplar yazacağız, değil mi?..." (1935..) Merhaba sevgili okur umarım bu incelemeyi çok huzurlu olduğun bir zaman zarfında okumazsın. Aniden gelişen bir yarım kalmışlık hissi kalbine iyi gelmeyebilir. Bir kitabı okumadan önce yazarının hayatı hakkında bir nebze de olsa bilgimizin olması gerektiği kanaatindeyim özellikle de bu kişi bir şair ise bu konudaki merakın iki kat olmalı . Neden mi? "Onun küçük kelime sandıklarını basit bir merakla açtığında ve içine tıka basa bir zorlukla sığdırdığı dünyaları sakarca ortaya döktüğünde, kendine lüzumlu bir iş çıkarmış olman için." Sabahattin Ali (25 Şubat 1907, Edirne Vilâyeti - 2 Nisan 1948, Kırklareli) Türk öğretmen, yazar ve şair. İstanbul İlköğretmen Okulu’nu bitiren Sabahattin Ali, Yozgat’ta bir yıl öğretmenlikten sonra, 1928 yılında Milli Eğitim Bakanlığı’nca Almanya’ya gönderildi. 1930’da döndükten sonra Aydın, Konya ve Ankara ortaokullarında Almanca öğretmenliği, Milli Eğitim Bakanlığı Yayın Müdürlüğü’nde memurluk ve Devlet Konservatuvarı’nda dramaturgluk yaptı. 1945’te Bakanlık emrine alındı, İstanbul’da Markopaşa adlı mizah gazetesini çıkardı. 1948’de bir yazısı yüzünden tutuklandı, üç ay kadar hapis yattı. Sürekli izlendiği için yurtdışına kaçmak istedi, ancak Kırklareli dolaylarında öldürüldü... S.Ali, edebi kişiliğini toplumcu - realist bir tabakaya yaymış, zamanın şartlarını gerçekçi bir dille duygusal bir tonla topluma sunmaya çalışmış, uygun görmediği şeyleri açıkça eleştirmekten bunu yaparken de siyasi-mizah perdesini açıp kapamaktan geri kalmamış, başına geleceklerden haberli ama 'hele bir başa gelsin de o zaman bakarız' diyen bir baba edasıyla hayatını monotonluktan çıkarmayı başarmış sabırlı bir yazar. Kızı Filiz Ali sayesinde toplanan mektupların kitap halini almasıyla ortaya kimi vakitler ;doğal nahif ve özlem dolu, kimi vakitlerde ise ; hayatın meşgalesi ve meşakkatiyle dolu satırların çıktığı bu eseri okurken "insanların özeline mi karışıyorum acaba" diye düşünmeden edemedim.Tam o sırada mektupların sahibi çıkıp "Şu meraklı melahatin bu vakitte okuduğu şeye ne buyurursun?" demesi hiç de acayip olmazdı. İş bu ya ben de elimden çekip almadan bir çırpıda hepsini okuyuverdim. :) Anladım ki ; yazarların kitapları, şiirleri, eleştirileri her ne kadar bize onların iç dünyasından haberler getirse de hiçbiri mektuplarında olduğu kadar kendilerini yansıtmıyor. Hoş, hepimiz için böyle değil mi zaten? Bir sevgiliye, arkadaşa veyahut bir yakınımıza yazdığımız birkaç satırla dışarda konuştuğumuz dil aynı mı?.. Değil. "Bana böyle şeyler yazma, sonra sana deli gibi âşık olurum demiştim, oldum işte..." (1935) Mektupların başında nişanlısına coşku ve özlemle seslenen, tabiri caizse olduğu şehre sığmayan, her ayrıntıyı düşünen, tolere etmeye çalışan sabırsız bir adam var. Başlarda "Aa, pimpirik mi ne ? Evlenince her şeyi kafasına takıp evde detay detay gezinipte kadını delirtmese bari!" diye geçirmiştim içimden. Sonrasında bunun böyle olmadığını anladım, zira 'her detayı birlikte yaşayabilecek kadar değil yazabilecek kadar ayrı yaşayabilmişlerdi.' "İnsan başkalarına yardım ettiği, başkalarını sevdiği kadar yükselir. Dünyada hayatın bir tek manası varsa o da sevmektir. Hatta mukabele edilmesini bile beklemeden sadece sevmek." S. Ali'nin bir iç dökümü olan bu mektuplarında karşı tarafa sesini değil sözünü yükselttiğini, sahip olduğu değerleri ve inancı onunla paylaşmaktan ve kuvvetlendirmekten ne kadar keyif aldığını görebiliyorsunuz. İki taraf da kendilerini çekimser bir dille birbirlerine yeriyorlar ve bunu yaparken aksine birbirlerinde daha da büyüyorlar. "Etrafın seni sıktığı zaman kitap oku.Ben şimdiye kadar her şeyden çok kitaplarımı severdim. Bundan sonra her şeyden çok seni seveceğim ve kitapları beraber seveceğiz." S. Ali'nin siyasi fikir münakaşaları ve yayınları sebebiyle defaatle başına iş alıp cezaevine girip çıktığını kendisini burada teskin edebilmek için kitaplarına kuvvetle sarıldığını yine bu mektuplarda anlıyoruz. Eşi Aliye Hanım'dan Üsküdar Cezaevin'e ulaştırmasını istediği bazı kitaplar: Bros: Der Pharao - Firavun Ehrenburg: Der Fall von Paris - Paris Düşerken Steinbeck: Früchte das Zorns - Gazap Üzümleri Norah Lofts: Hölle der Barmherzigkeit- Merhamet Cehennemi. Yazarın İstanbul, Ankara, İzmir gibi büyük şehirler arası stresli koşturmacası ve buralarda yaşadığı zorlukları şeffaf bir şekilde eşine yazması, ondan açık ve kibar bir dille güç almaya çalışması mektupların en doğal ve hassas noktalarından biri. Birinin en güçsüz yanını en sevdiği varlığa gösterebilmesi, emanet edebilmesi ve bunları daha söyleme aşamasındayken kendini daha iyi hissetmeye başlaması paha biçilemez bir duygu olsa gerek. Aliye Hanım'ın verdiği her karşılığı bilmesek de önceleri "Senin meyus olmayıp saadetin için hayatımı şimdi fedaya hazırım" şeklinde yazması, S. Ali'nin ona olan güvenini daha da artırmış ve kendini daha rahat ifade edebilmesine olanak tanımış olmalı . Üstelik bu sahiden de böyleyken.... (•Spoiler•) Hayat her zaman romantik gitmiyor elbette. Her gün dondurma yenilmez. Evlendikten sonra değişen mesajlar gibi mektup içerikleri de az biraz değişiyor. İlerleyen zamanlarda ,yazarın romantizm haricinde kiloluk sabunlar , teneke zeytinyağları, elbiselik kumaşlar peşinde koştuğunu her erkek gibi enflasyon ve geçim derdiyle uğraştığını görebiliyoruz. Bu konuda da işin hakkını veriyor .:)) "Biz yüksek entelektüeller için değil, halk için bu gazeteyi çıkarıyoruz." (1946) İstanbul'da Akbaba, Markopaşa gibi siyasi mizah içeren halk gazetelerini, 2.Dünya savaşı sonrası (- Karartma Yasakları - bkz. Rıfat Ilgaz /Karartma Geceleri) gibi hassas bir dönemde, Aziz Nesin gibi isimler ile birlikte güç bela çıkarması ve bayilerce reddedilerek eli boş döndüklerinde tek tek taşıyıp dağıtması; onun ne kadar kararlı ve gayretli biri olduğunu, bu içerikleri eşinden yardım alarak oluşturması ve ona ithafen yayımlaması ise; onu ne kadar önemsediğini ve hayatının her alanına ne derece ortak ettiğini bize açıkça gösteriyor. "Miyop gözlerinden hasretle öperim sevgili kızım." Mektupların devamında baba olan bir Sabahattin Ali var. Kızının dünyaya gelişi ile sevgisi ve özlemi iki kat artan yazar, zamanla ona da özel olarak mektuplar yazmayı ihmal etmemiş. Onun sağlığını ve kişisel gelişimini, içinde bulunduğu zorlukları satırlarına aksettirmeden gayretle takip etmiş. "İhtiyarlığımda çekilmez bir adam olacağım hakkındaki iltifatına teşekkür ederim. Ama bu tahminin doğru çıkmayacak sanırım. Çünkü ihtiyarlayacağımı kim söyledi? Hep genç kalacağım." (S.Ali,1907-1948..) Şüphesiz S. Ali şu dönemde yaşıyor olsaydı hâlâ indirimleri takip edip enflasyon derdiyle uğraşıyor olurdu. Ben de dahil belki de bir çoğumuz sosyal medyada orda burda fikirlerini eleştirip dislike atabilir, takipten çıkabilirdik.Onu sadece 'bilmek istediğimiz kadarıyla' yorumlayabilirdik.. Yazar, şair veyahut herhangi bir düşünce insanını onun penceresinden bakmadan, verdiği mücadeleye şahit olmadan, hayatını döneminin şartlarıyla değerlendirmeden tamamiyle anlayabilmek imkan dahilinde olan bir şey değildir. "Yazarken hava bulutlu idi, diyorsun ama, belli ki senin için güneşli imiş. " "Her şeyden, hayattan, insanlardan, bahardan, kendinden bahset." Onu daha iyi tanıyabilmek için sevdikleriyle arasında 'soluklandığı açık bir köprü' görevini üstlenen bu mektupları okumanızı tavsiye ederim. (Buna değer olsa da daha fazla bir şey yazmacağım tamammm :) - Ben karşımda gayretli, nüktedan, ilgili ve sevecen bir adam gördüm belki siz başka şeyler görürsünüz kim bilir... Zamanınızı ayırdığınız için teşekkür ederim. Hata ettiysem affola. En sevdiğim şiirlerinden birini buraya bırakıyorum. Bence dinlemelisiniz... Sevgiyle kalın ... ◜‿◝ ♡ •° youtu.be/Ylop0RsmLNk
Canım Aliye, Ruhum Filiz
Canım Aliye, Ruhum FilizSabahattin Ali · Yapı Kredi Yayınları · 202024,3bin okunma
·
314 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.