Gürnah, 60’ların Zanzibar’ından 90’ların Londra’sına uzanan bir hikaye yazmış karakteri Salim’e. Hem Zanzibar’ı, hem Londra’yı hem de ikisinin arasında sıkışıp kalmış Salim’i okuyoruz. Buyrun..
Bu kitabın en sevdiğim yanı toplumsal olanla bireysel olanın aynı anda güçlü biçimde var olabilmiş olması. Gürnah bir yandan dinin toplumsal etkinliğini, siyasetin bir zümrenin elinde oyuncak olmuşluğunu, kadın bedeninin kendinden başka herkese ait olduğu coğrafyaları, mülteciliği, ırkçılığı, hukuksuzluğu ama en çok adaletsizliği somut biçimde veriyor. Ve karakterinin ruh hali üzerinden aidiyet, sıkışmışlık hissi, yalnızlık, sevgi, sadakat ve minneti çok güzel anlatıyor. Bir göç hikayesinde öyle ya da böyle rol almış herkes, Salim’de kendinden bir şey bulmuştur eminim.
Bu kadar derin mesele ağdalı bir dille anlatılsaydı çekilmez olurdu sanırım. Ama Gürnah yalın, akıcı biçimde kaleme almış. Anlatımını sevdim.
Bu kitabı sonuna kadar çok keyif alarak dinledim. Ama sonuna doğru aramız biraz açıldı sanırım. Kitabın sonunda Sheakspeare'in Kısasa Kısas adlı oyunuyla ilgili bir çözümleme yerleştirmiş Gürnah. Keşke yapmasaymış. Keşke bunu okuyucuya sezdirmekle kalsaymış. Aslında bu bir uyarlama denmesine gerek yokmuş.
Öte yandan bence bu kısım “görüyorsun işte, kader ağlarını nasıl da örmüş, kendimizi bir Sheakespeare oyununun içinde bulmuşuz, ne hayatlar var” diye bağırıp kitabı ucuzlaştıran bir rol oynamış. Biraz daha abartıp, şöyle demeliyim: güzel bir kitaba kötü bir yama yapılmış gibi hissettim. Olmasaydı sonumuz böyle..
Bu eleştiriyi buraya iliştirmekle birlikte, Gürnah’la tanıştığıma ziyadesiyle memnun oldum.
Keyifli okumalar..