Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

Güneşin doğduğu topraklardaki Basra'dan Uzak Batı'da, Mağrib'deki (Cezayir) Biskra'ya dek tüm topraklar büyük bir durgunluğun pençesinde öylece uzanıyordu. Bugün bu alan Ortadoğu olarak adlandırılıyor; fakat bir zamanlar adı Osmanlı İmparatorluğu idi. Halkı çok çeşitli ırklardan Araplar, Rumlar, Ermeniler, Kartlar ve Yahudiler geliyor idiyse de, imparatorluğun egemen sınıfını Türkler oluşturuyordu. Ataları yüzlerce yıl önce bir öncü grubun karşı durulmaz enerjisiyle batıya doğru önlerine çıkan her şeyi silip süpürerek, Orta Asya'nın derinliklerinden çıkıp gelmişlerdi. Bunlar dünyanın en büyük su yolu olan Boğazlar'ın kıyısına yerleştiler ve burayı, dünyayı yönetmeye çalışacakları imparatorluklarının başkenti yaptılar. Osmanlı Türkleri, Avrupa kıtasının büyük su yolu olan Tuna boyunca batıya doğru coşup taşarak saldırdıklarında, bir afet karşısında baştan aşağı dehşete kapılmış bir dünya ile karşılaştılar. Buradan önemli bir stratejik nokta olan Viyana'ya ulaştılar. Bu kent, Akdeniz'le Baltık Denizi'ni birleştiren kuzey-güney eksenindeki Amber Yolu’nu doğu-batı ekseninde kesen yol üzerindeydi. Her gittikleri yerde "Türk" adı nefretle anılıyordu. Artık Batı, dizlerinin üzerine çökmüş, "Merhametli Tanrım bizi Osmanlı'nın gazabından koru!" diye yalvarmaya başlamıştı. Osmanlı İmparatorluğu’nun hükümdarı, Allah'ın yeryüzündeki gölgesi olan Padişah idi. O aynı zamanda Sultan idi. Son olarak, Peygamber Muhammed'in halefi ve devlet dini olan İslam'ın reisi olarak Halife unvanını taşıyordu. Böylelikle hem dünyevi hem de ilahi güçleri kişiliğinde birleştirmiş durumdaydı. Osmanlı İmparatorluğu’nun eksenini halkı, ulusu değil, Padişah ile saltanat ailesi oluşturuyordu. Ne ki, milliyetçilik çağının şafağında Osmanlı İmparatorluğu çağ dışı kaldığından, hanedanlar verimsiz çiçekler üretmeye başladılar. İmparatorluk halkı kendisini kaderciliğe kaptırdı ve tüm sefaletinin nedenini kadere yükledi. Lakayt kitleler üç vahim koşulun pençesinde kıvranıyordu: Hastalık, cehalet ve yoksulluk. Devlet yozlaşıp çürüdükçe, başta kuzeydeki dev ülke (Rusya) olmak üzere, tüm komşuları ülkeyi tırmalamaya başladılar. Rusya'yı sıcak denizlere ve ihtişama ulaştıracak tek stratejik deniz yolu olan Marmara ve Çanakkale boğazlan Türkler'in elindeydi. Böylece Osmanlı ve Çarlık imparatorlukları arasındaki çekişmeler, hemen her kuşakta bir savaş çıkacak şekilde kronik bir hal aldı. Bu savaşlar Türk'ü yıpratıp dünyanın "hasta adamı"na dönüştürecekti. Böylesine aç gözlü varislerle çevrili iken, bu adamın cenazesi neden kaldırılmadı? Çünkü bu mirasçılar, kıskançlıktan birbirlerini yiyorlar ve bir diğerinin hasta devden koparacağı parçanın kendisininkinden büyük olacağından kaygı duyuyorlardı. Böylelikle birbirlerini dengede tutuyorlar ve Osmanlı İmparatorluğu da hayatta kalabiliyordu. Ardından yirminci yüzyılın başında, sonraki kuşakların "Birinci" olarak adlandıracakları Dünya Savaşı patlak verdi. Türkler bu kez kendilerini kurtaracak fırsatı yakaladıklarını düşündüler. Ve kaderlerini olağanüstü bir askeri beceriye sahip olan dinç, mert ve saldırgan ulusun Alman Reich'ının kaderiyle birleştirdiler. Artık Türkler nefret ettikleri Ruslar'dan başka İngilizler ve Fransızlarla da savaş halindeydi. Askeri yetkinliklerine karşın Almanlar savaşı kaybettiler ve Osmanlı İmparatorluğu da onlarla birlikte battı. Son saat çalmıştı ve hasta adam ölüyordu. Paris'in banliyölerinden birinde Sevres'de Osmanlı İmparatorluğu parçalara bölündü. En semiz lokmalar İngiliz ve Fransızlarca paylaşıldı. Diğer değerli parçalar İtalyanlar ve Yunanlılar'a dağıtıldı. Gücünü yitiren Türkler'in elinden sökülüp alınan şanlı İstanbul ve dünyanın en büyük su yolu olan Boğazlar, uluslararası bir statüye sokuldu. Eski Osmanlı İmparatorluğunun Araplarca meskun olan kısımları Büyük Devletler'in vesayeti altına alındı. Ermenistan ve Kürdistan gibi Türk olmayan halkların yaşadığı bölgelere bağımsızlıkları verildi. Sevres Antlaşmasıyla Türkler yalnızca Boğazlardan değil, aynı zamanda Akdeniz ve Ege'den de çıkarılmışlardı. Türklere yalnızca Anadolu'nun kışın ayazından ve yazın sıcağından kavrulan sarp dağlık arazisinin küçük bir bölümü bırakılmıştı. Bacakları ve kollarından yoksun olarak bu parçalanmış ülke, ne kadar yaşayabilecekti? Artık bir ülke olmaktan çıkma yolundaydı. Bu sarsıcı olaylar karşısında Türkler'in tepkisi ne oldu? Kendi Müslüman inançlarının tanrısı olan Allah'ın gözünde insan neydi? İnsan bir toz zerresinden başka bir şey değildi. Yaşam fani bir andan ibaretti; oysa mezar büyük sonsuzluğun eşiği anlamına geliyordu. O halde bırakın Allah'ın dediği olsun! Ne var ki, "Bozkurt"un görüşü bu değildi. Ona Mustafa adını vermişlerdi: Allah'ın seçtiği (savfet'ten istıfa edilmiş, seçilmiş çev.). Selanik'teki Askeri Okul'da öğrenciyken, matematik öğretmeni onu kendisi kadar parlak olmayan Mustafalar'dan ayırmak için Kemal —Yetkinlik— adını vermişti. Türkler için tehlikelerle dolu yıllar akıp geçti ve büyük savaşların çağı başladı. Mustafa Kemal adamları arasında büyük bir lider olarak tanınmış bir asker oldu. 1919'dan itibaren başlayan Türkler'in karanlık yıllarında olanaksız olanı, batmakta olan bir ülkeyi kurtarma hedefini gerçekleştirmeye girişti. Eski Osmanlı İmparatorluğunun diğer milliyetlerinden değil, Türkler'den oluşan bir ulustan başka bir şey istemiyordu. Böylece devrim çağı başladı: Devrim ve hepsinden önemlisi, diriliş çağı. Hastalık, cehalet ve yoksulluk topraklarının, sağlık, bilgi ve bollukla dolup taşan Batılı uluslara karşı üstün gelmesi mümkün müydü? Evet, bu mümkündü. Mustafa Kemal kazandı ve mucize gerçekleşti. Minnettar yurttaşları ona Gazi sıfatını verdiler. Bundan sonra Batı'nın doğruluğu sınanmış yöntemlerini izlemek yönüyle, yeni cumhuriyetin temellerini kurarken, kendini Osmanlı İmparatorluğu'ndan miras kalan süprüntüleri temizleme amacına hasretti. Artık yurttaşları onu Büyük Önder olarak adlandırıyordu. Soyadı kullanmayı benimsemek, Batılılaşma sürecinin bir parçasıydı ve halkı ondan Atatürk unvanını kabul etmesini diledi. Henüz altmışına bile gelmeden, bu dünyadan ayrıldı ve bedeni toprak altına defnedildi; ancak,. O ölmemişti. Halkı o Ebedi Şef yaparak, O'na ölümsüzlük niteliği tevcih etti. O'nun yardımıyla uyuşuk Türkler miskinliklerinden silkinip, alın yazıları olan bu adamın misyonunu gerçekleştirmesinde, ona yardımcı oldular. Tanrının seçimi (Mustafa), Yetkin kişi (Kemal), Gazi, Büyük Önder, Atatürk, Ebedi Şeflerinin yolunu izlediler. Mustafa Kemal bu yarı mucizeyi nasıl gerçekleştirebilmişti? Atatürk tarafından gerçekleştirilen bu büyük dönüşümü ortaya koyabilmek için izlenecek en doğru yol, Osmanlı İmparatorluğu ile onun yarattığı Türkiye Cumhuriyeti'nin düsturlarını karşılaştırmak olacaktır. Osmanlı İmparatorluğunda halk, "kader" derdi. Kemal'in cumhuriyetindeyse, kaderciliğin bu içi geçmiş düsturları pek az işitilmekteydi. Nasıl olduklarını sorduğunuzda halk, "Çalışıyoruz" diye cevap vermekteydi. Bağdad Halifesi Harun Reşid zamanından bu yana Yakın Doğu'da Atatürk kadar göz kamaştırıcı kariyere sahip bir başka lider çıkmadı. Yaptıkları zaten yeterince muazzam iken, bir de efsaneler aracılığıyla iyiden iyiye putlaştırıldı. Yalnızca bir süpermen olmakla kalmadı, mitolojik bir kişilik de kazandı. Gerçek yaşamda bir çok insani hataları olan biriyken, efsanelerde zaaflarla kirletilemeyen bir insan haline dönüştürüldü. İsmi öylesine parlıyordu ki, çevresi Ortadoğu'nun her yerinden gelip O'na, ülkelerindeki reform hareketlerini yönetmesi ricasında bulunan kişilerle sarılmıştı; fakat bütün bunlara karşı O'nun değişmez cevabı "Ben bir Türk'üm, benim ülkem de Türkiye'dir" oluyordu. Yalnız Ortadoğu'da değil, Sahra'nın kuzeyinde ve güneyinde olmak üzere Afrika'nın yeni ülkelerinde de Atatürk’ün taklitçileri çıkmaktadır. İlk havarisi olan İran kralı Şehinşah Rıza Han Pehlevi, uyruklarına gözlerini Batı'ya çevirmelerini buyurduğunda, O henüz hayattaydı. Şehinşah yorgun İran topraklarının yeni sanayiler, çağdaş konutlarla donatılmasını, halkının Batılı giysiler giymesini emretmişti. Ancak, Şehinşah Atatürk'ün güçlü kişiliğinden yoksundu ve başlattığı geniş reform hareketi tökezledi. İran'ın doğu komşusu olan Afganistan da, Atatürk'ten esinlendi. Çağdaş düşüncelere sahip bir kral olan Amanullah da, Afganlılar'in babası olmaya hak kazanmak için halkını batılılaştırma yönünde çabalara girişti. Ancak, ne o liderlik konusunda yeterliydi, ne de halkı onu izleyecek beceriye sahipti. Böylece onun kaderi de sürgün edilmek oldu. Arap dünyasının yeni ülkeleri de Mısır, Suriye, Lübnan, Ürdün ve diğerleri batılı ufukları taramak üzere gözlerini dört açmışlardı. Yeni önderlerinin bıraktığı gösterişli izler, bu ülkelerin şemalarında birbirine karıştı. Halkları, "Acaba bizim Atatürkümüz bu mu" diye sordular her defasında. Özellikle Ortadoğu'nun göbeğindeki Suriye'de potansiyel Atatürkler'in yarattığı izdiham korkunçtu. Yüzyılın ortasında çok sayıda "ülkenin kaderi olan adam" ortaya çıkmıştı: Hüsnü ezZeyn, Edib Çiçekli ve diğerleri. Ancak, hepsi de başarısızlığa mahkum oldu. Bundan sonra Nil topraklarında Cemal Abdül Nasır doğdu. Milyonlar onu "Mısır'ın Atatürk'ü" olarak selamladı ve o da, geniş bir reform hareketi başlattı. Suriye ve Mısır'ı birleştirerek Birleşik Arap Cumhuriyeti'ni yarattı. Birçok Arap bu olayı gelecekteki daha büyük gelişmelerin başlangıcı olarak' kabul etti. Nasır da Araplar'ın "Ebedi Şefi olacak mı? Bu sorunun cevabını tarih verecek . Bugün bile Afrika'nın uzun kuzey kıyısı boyunca, uzak Batı Müslümanları'nın yaşadığı topraklarda aynı soru işitilmekte: "Bu adam bizim Atatürkümüz mü?" Akdeniz kıyısındaki yeni Müslüman ülkelerden birinin, Tunus’un batılı zihniyetli cumhurbaşkanı Habib Burgiba da Kemalist bir program hazırlamakla meşguldür. Onun kurduğu ve tam adı Nev Düstur olan Anayasa Partisi, Batı ideolojisinin kokusunu taşımaktadır. Daha da batıda, Akdeniz ve Atlas Okyanusu sularının birbirine karıştığı noktada yer alan ve bağımsızlığına yeni kavuşmuş ülkelerden biri olan Fas'ta şu sıralarda Mustafa Kemal'in reformist siyasalarının uygulanacağı bir girişim başlatıldı. Büyük Afrika çölünün güneyinde, özellikle Senegal ve Mali'de de Kemal'in milliyetçi programı çok yakından gözlenmektedir. Mustafa Kemal'in adı bir darbımesel olmuştur. Bu ad, yalnız Türkçe'ye değil Arap diline de iyice yerleşmiş durumdadır. Bu ismin ünü, Türkler'in Babası kapsamını da aşmıştır. Kuzey Afrika'daki toprakları aracılığıyla Batı Afrika uygarlıklarıyla kurdukları ilişkilerde Fransızlar, merhum Mustafa Kemal'in ismini sözlüklerinde ölümsüz kılmışlardır. Ortadoğu'da "Herkül'ün zorlu çabasından bahsederken "C'est un travail d'Atatürk" deyişini kullanmaktadırlar. Ancak bu kısa girişten sonradır ki, Mustafa Kemal'in yapıtını kendi tarihsel bağlamı içinde incelemek, ve bunu diğer çağlardaki ve dünyanın diğer yerlerindeki büyük reform hareketleriyle karşılaştırmak mümkün olacaktır. Çağımızın ünlü tarihçisi Arnold Toynbee şu sıralarda Rusya'nın Büyük Petro'su ve Japonya'nın MeijiRestorasyonu ile Atatürk'ün yapıtı arasında bir karşılaştırma çalışması yapmaya girişmiştir. Rusya'nın reformist Çar'ı da muazzam bir transformasyon hareketi başlatarak halkının gözlerini batıya çevirmelerini sağlamaya çalışmıştı. Bununla birlikte, ne o ne de halefleri bu hareketi tamamlamayı başaramadılar. Aslında geniş reform hareketlerinin uygulanmasında Rusya'nın Türkiye'ye göre büyük avantajları vardı. Nüfusu, batı uygarlığının yuvasında, Avrupa'da yoğunlaşmıştı. Türkiye ise doğudaydı. Rusya, doğal kaynaklar açısından zengin olduğundan böyle bir denemeyi mali olarak karşılayabilecek güce sahipti. Rus köylüsünün devrim öncesi uyuşukluğu da, Türkler'in yaygın kaderciliğine göre daha az köklüydü. Ondoküzuncu yüzyılın altmışlı yıllarının Japonya'sındaki Meiji Restorasyonu'na gelince; bu hareket durağan bir feodal sistemi dinamik,bir sanayi ekonomisine dönüştürmüştü. Ne ki, Türkiye ve Japonya arasındaki farklılıklar da çok fazlaydı. Büyük restorasyon hareketi başladığında, Japonya yıkılmaya yüz tutmuş bk ülke değildi. Beri yandan, Osmanlı İmparatorluğu çöküşün pençesine düşmüştü. Denizci bir ulus olan Japonlar, batık eğilimlere tamamiyle açıklardı. Öte yandan, Türkiye'nin dağlık Anadolu arazisi Batılı Dünya'nın iplikleriyle örülmemişti. Kemal'in Türkiye'sinin başarısı, Rusya ya da Japonya'nınkinden çok daha etkileyiciydi.
·
321 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.