Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

Malatya Hadisesi ve Tutuklanması Osman Yüksel’in hayatındaki en önemli mahkemelerden birisi Malatya suikastının azmettiricisi olarak gözaltına alınması olayıdır. 17 yaşındaki Hüseyin Üzmez, arkadaşlarıyla Ahmet Emin Yalman’ı gazetesi Vatan’da yazdığı yazılar nedeniyle öldürmeyi planlamıştır. Adnan Menderes’in Malatya konuşması için şehre gelen Ahmet Emin Yalman’ı vurarak yaralayan Hüseyin Üzmez tutuklanmıştır. Saldırı hükümetin bir süreden beri içinde bulunduğu sağla ilgili sorunları boyutlandırmıştır (Birgit, 2005: 135). Ahmet Emin Yalman’ın vurulmasının ardından İstanbul gazeteleri bin bir güçlük içerisinde Büyük Doğu dergisini çıkaran Necip Fazıl Kısakürek’e iftirada bulunmuşlardır. Yalman’ı vuranların Büyük Doğu Cemiyeti Malatya Şubesi’ne bağlı Büyük Doğucular tarafından tertiplenmiş olduğunu iddia ederler. Anormal baskılar ve yönlendirmeler sebebiyle dava çığırından çıkmış, hadiseyi rüyasında bile görmeyen, haberleri olmayan kişiler tutuklanarak hadisenin cereyan ettiği Malatya’ya elleri kelepçeli ayakları prangalı olarak sevk edilmişlerdir. Olaydan bir ay kadar sonra Osman Yüksel Ankara’dan, Necip Fazıl ve Cevat Rifat Beyler İstanbul’dan, Mustafa Bağışlayıcı Samsun’dan alınmış ve Malatya Cezaevine gönderilmiştir (Emre, 2002: 39). Necip Fazıl ile birlikte Osman Yüksel’in, 1953 yılında elleri kelepçeli olarak Malatya İstasyonu’na getirilişini anlatan Yavuz Bülent Bakiler, “Kalemlerini yıllarca devlet için, millet için, vatan için, din için kullanmışlar. Ama kalem tutan elleri şimdi sımsıkı kelepçeli. Türkiye’de Necip Fazıl’a ve Osman Yüksel’e kelepçe vurmak ne demektir? İçimden bir ses cevap veriyor: Anne sütüne akrep zehiri karıştırmaktır” (Türk Edebiyatı: S.133, s.12). “Bir sabah erken, büyük ağabeyim aynı zamanda bana yatakhanelik vazifesini de gören idarehaneme, hayretle karışık bir heyecanla girdi. Beni sanki yeni tanıyormuş gibi yüzüme bakarak, yahu dedi senin tevkif edildiğini yazıyor gazeteler… Bizim odacının oğlu falan gazetede çalışıyormuş da o söylemiş babasına. O da bana söyledi… Ya… Ya… Yanımda çalışan Osman’a dedimki: - Osman iş anlaşıldı. Tevkif müzekkeresi kesilmiş, fakat daha buraya, emniyete gelmemiştir. Gazeteler haberi daha evvel almışlardır. Esasen bizi tevkif ettirenler de onlar. Çoktandır hükümet bir matbuat hükümeti haline geldi, getirildi… Şuradan çantaya iki kat çamaşır koy… Abbas yolcu… gidiyoruz. Şu paketleri de al.. Postaya bırakalım… Derken büyük postahaneye vardık. Bu postahanedeki memurların, müstahdemlerin hemen hepsi beni tanır. Çünkü şu Türkiye’de en çok girip çıktığım iki yer var: Biri postahane diğeri hapishane. Postahaneye paketleri attıktan sonra tekrar idarehaneye dönüyorduk. Baktım Denizciler Caddesi’nde beni her gün takip eden, yeşil atkılı, o şişmanca polis yine orada. Bizim tıbbiyeli çocuklar, talebeler de gelmişler, beni arıyorlarmış. Gazetelerde okumuşlar da… Talebe arkadaşlarla birlikte o zaman kendimize en yakın bulduğumuz Millet gazetesine gitmeye karar verdik. Gazeteye tevkifin ve bu tevkifin kanunsuzluğu hakkında beyanatta bulunacak, bir hafta evvel Başvekil Menderes’in G. Antep’te aleyhimizde söyleyip, radyolarla halka tekrar tekrar dinletilen nutkuna cevap verecektim. “Şu anda tevkifimi gazetelerden okumuş bulunuyorum. Ben de bu meselede lalettayin bir okuyucu kadar suçsuzum. Fakat arzu, hükmün babasıdır. Onlar öyle arzu ettiler. Ve böyle oldu… Her konuşmasında memlekette ‘irtica yoktur’ diyen Menderes bundan bir hafta evvel G. Antep’te söylediği bir nutukta, kendisinin inkılâp softaları diye hitap ettiği adamlar gibi, Ahmet Emin’in başmakalesini okurcasına, ‘memlekette irtica vardır, irtica kan döktü’ dedi. Serdengeçti mecmuasından bazı parçalar okuyarak bizi bir devlet adamına yakışmayacak bir ağızla kötüledi. Menderes bu nutkunda Milliyetçiler Derneğini ve buna muvazi faaliyet gösteren teşekkülleri adeta komünistlikle itham etti. Benim yazımı ele alarak: ‘Bu ilahi cezbeye tutulmuş zatlar, laikliğin yanlış anlaşıldığı, dinsizliğin alıp yürüdüğü devirde (CHP devrini kast ediyor) nerede idiler?’ diye sordu. Şimdi ben bu suale cevap veriyorum: Sayın Menderes… Ben o devirde henüz talebe idim. İstikbalimi hiçe sayarak fakülteden dahi kovulmayı göze alarak, imansızlarla çetin bir mücadeleye girişmiştim. Bu yüzden zincirlere vurulmuştum. CHP’nin ve nutuklarında sık sık bahsettiğin meşhur tabutluklarında idim. Siz bize yapılan işkenceleri, bizim feryatlarımızı seçim nutku haline getirerek iktidara geldiniz. Şimdi ben size soruyorum: Siz o zaman nerede idiniz ve ne yapıyordunuz? Siz o zaman CHP prensiplerine bağlı işgüzar bir mebusu, müfettişi, İnönü’nün sadık bir bendesi değil mi idiniz? Bir gece yarısı memleketin en temiz çocuklarını sinesinde toplayan Milliyetçiler Derneğini randevu evi basar gibi bastınız; kapılarına kara kilitler astınız. CHP dinimize baskı yapıyordu, siz baskın yaptınız!... Şimdi de CHP’yle parti kurmak, sandalye kapmak için değil, pir aşkına mücadele edenleri tevkif ettiriyor, böylece bastığınız dalı kesiyorsunuz. Cenab-ı Hak sizlere akıl, insaf, idrak versin, bize de sabırlar. Bütün dava arkadaşlarıma selamlar. Şimdi biz gidiyoruz… Malatya yollarında, kelepçe kollarında. Yaşasın Menderes-Yalman dostluğu. Maalesef bu yazıyı Millet gazetesi korkusundan dolayı yayınlayamadı” (Serdengeçti, 2003: 10-12). Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü’nün Cumhuriyet Arşivleri Bölümü’nde Osman Yüksel ve Serdengeçti dergisiyle ilgili olarak yer alan dökümanların arasında, Malatya hadisesi ile ilgili Osman Yüksel’in tevkif kararı ile ilgili olarak gazetelere yazdığı mektup bulunmaktadır. Osman Yüksel, bu mektubunda, tevkifini gerektirecek hiçbir sebep bulunmadığını vurgulayarak, Milliyetçiler Derneği’ne üye olmadığını anlatmaktadır. Derneğin ulvi gayeleri benimsediğini de çekinmeden aktaran Osman Yüksel, dernek mensuplarını da savunmuştur. Malatya hadisesi ile de hiçbir ilgisi olmadığını, Serdengeçti dergisinin idarehanesinde yapılan araştırmalarda bu hadiseye ait hiçbir şeyin bulunmadığını, laf olsun kabilinden alınan bazı evrakların da aynen iade edildiğini dile getiren Osman Yüksel, olay sonrası tutuklamalardan dolayı da Menderes’i suçlamaktadır. Daha önce Necip Fazıl’a günde 700 lira ilan parası vererek Ahmet Emin’e sövdürdüğünü aktardığı Menderes’in bu defa Ahmet Emin’in başında hastabakıcılığı yaptığına dikkat çeken Osman Yüksel, kula kulluk edenlerden olmayacağını vurgulayarak, ancak Allah’ın huzurunda eğileceği mesajını vermiştir. Malatya hapishanesinde başta cinayet zanlısı Hüseyin Üzmez olmak üzere diğer mahkumlarla aynı koğuşa konulan Osman Yüksel’i görenler şaşırıp kalmıştır. Çünkü Osman Yüksel’i daha önce hiç görmeyen bu kişiler, dergide yer alan yazılarından dolayı kendisini kocaman, heybetli biri olarak tahayyül etmişlerdi. “Hapishaneye girdiğinde Serdengeçti gelmiş diye herkes seviniyordu. Nasıl bir adam diye herkes bekliyor gözünde büyütüyordu. Yok yahu… Sünepe, bücür biri… Ama herifte bir gırtlak var. Sanki çift demiriyle delinmiş. Hayal kırıklığına uğramıştım. Osman ağabey gerçekten ufak tefekti. İri kafalı, çarpık kocaman burun, kolları gövdesine göre daha uzun, ayakları büyük, omuzları geniş, gözleri iri, kara, yuvarlak ve çok defa gözyaşı dökmeye hazır, yüzünde örümcek ağı gibi karakteristik binlerce çizgi, yanık, kavruk, esmer bir Anadolu tipi. O günlerde 36 yaşındaydı” (Üzmez, 1999: 197). Bu tarihi davaya Osman Yüksel’in avukatı olarak bakan Süleyman Arif Emre, dava süreciyle ilgili olarak şunları söylemektedir: “İddianame ve Sorgu Hâkimi kararnamesinde ‘Sanık Osman Yüksel, dini ve hamasi makaleler yazmış, sanık gençlerin karakterleri sertleşmiş, suç işlemişler, öyleyse Osman da müebbeden hapse mahkum olsun’ diyor. Bu tezin hukuk dışı olduğunu, bu safhada, mahkemeye kabul ettirmenin, (korkunç siyasi tansiyon dolayısıyla) müşkül olduğunu göz önünde tutarak, başka çareler aramaya başladım. Dosyayı inceleyince ne göreyim, savcılık bu garip iddiaya delil olarak, iki nüsha Serdengeçti mecmuası ibraz etmiş. Her ikisinin neşir tarihi de Malatya Hadisesi’nden sonra, yani bu mecmualar teşvik, tahrik olsa bile olaydan sonra yazılmış, basılmış. Daha evvelki olaylara tesiri elbette söz konusu değil. Bunu ispat eden belgeyi basın savcılığından alarak Osman’ın ifadesine sıra gelmesini bekledim. Her ne kadar sorgu safhasında da tahliye talebinde bulundum ise de sorgu hakimi, ‘Bakan Bey’den müsaade alamadık’ diye kabul etmedi” (Emre, 2002: 41). Tutukluları her ziyarete gittiklerinde Osman Yüksel’in kendisine, “Yahu Arif bizi ne zaman çıkartacaksınız?” dediğini aktaran Süleyman Arif Emre, şöyle cevap vermiştir: “Yahu Osman, içerisi dışarıdan daha cazip, sen varsın, Necip Fazıl var, Hüseyin Üzmez var Şerif Dursun var. Cevat Rifat var, bu kadar enteresan, orijinal insanı milyonlarca lira sarfetseniz dışarıda bir araya getiremezsiniz. Oturun keyfinize bakın” (Emre, 2002: 47). Necip Fazıl Kısakürek ve Osman Yüksel hapishanede birlikte kalmışlardır. Bu dönemde Osman Yüksel ile ilgili olarak Necip Fazıl ‘Cennet Mustatili’ kitabında şu ifadelere yer vermektedir: “Osmancık, sağa dönmüş, hudutsuz derin bir kuyuya kova sarkıtır gibi, uykunun, elindeki ipi birdenbire hafifletecek olan mücella sathını arıyor fakat bulamıyor. Arada bir, hafakanlı başını iki tarafa döndürüşünden belli. Osman uyku taklidi yapar, küçük bir kımıldanış duyunca da cin gibi doğrulup bakar ve gözleriyle sorar: - Uyuyamıyorsun, değil mi? Uyuyamıyorum. Osman, uyuyamıyorum!... Kitap okumak ve yazı yazmak, yangınıma gaz dökmek gibi bir şeydi. Konuşmak ve dertleşmekse, seçebileceğim insanlar ortada bulunduğuna ve başlıcası Osman Yüksel olduğuna göre, malum… Osman Yüksel her cümle, her kelime, her teşebbüsümden, ha patladı ha patlayacak, bir balon gibi gerilen, hatta bazen elleriyle başını tutacak kadar kendinden geçen ve boyuna ihtilaçlar geçiren dost” (Kısakürek, 1992: 140- 223). Osman Yüksel, hapishanede bile doğruları söylemekten geri kalmamıştır. Ve bu yüzden birkaç defa diğer koğuştakilerle dövüşmüştür. Osman Yüksel ile dövüşen iri cüsseli Mehmet isimli kabadayı, daha sonra İzmit’te hapishanede karşılaştığı Hüseyin Üzmez’e, “Arkadaş bu kadar delikanlılık yaptım, vurdum, vuruldum. Ölümle yüzlerce defa yüzyüze geldim. Bütün hayatımda Osman Bey kadar cesur adama rastlamadım” (Üzmez, 1999: 240) diyerek, ne kadar cesur olduğunu gözler önüne sermiştir. “Bir gün Osman Yüksel’le görüşmeye gittim. Gözü mosmor idi. Dedim, “Ne oldu gözüne?” Önce “Karyolanın demirine çarptım” dedi. “Yok Osman bu kunt bir cisim yarası, demir izi yok.” Hüseyin Üzmez gülmeye başladı. “Arif abi şuna bir nasihat et, cezaevinin ahvalini bilmiyor, başımıza iş açacak.” Osman bu sözlere çok kızdı, Hüseyin’e dönerek, “Hadi be sen de ordan, ben de seni cesur biri sanıyordum. Kendimi senin uğruna tehlikeye attım. Sen bana sahip bile çıkmadın.” Hadiseyi anlattılar. Osman Yüksel, cezaevinde, “Ankara canavarı, Polatlı canavarı” diye adlandırılan idamlıkların ve müebbetliklerin bulunduğu koğuşun yakınından geçerken bir gürültü duyuyor, bakıyor ki bu kabil kişilerden 10-12 kişilik bir grup Hüseyin Üzmez’i ortaya almışlar, hırpalamak istiyorlar. -Len sen kim oluyorsun, bizimle boy ölçüşemezsin, kaç kişiyi vurdun. Karışmayız burada biz ne dersek o olur. Seni de arkadaşlarını da pişman ederiz, kabilinden sözler sarf ediyor. Hüseyin yumuşak davranıyor, adamlar zaten ölmüşler, kaybedecek birşeyleri kalmamış, birini daha öldürseler yine netice değişmeyecek. Ama Osman Serdengeçti durur mu, bu lakabı boşuna almamış birden gürlüyor. - Utanın utanın be, bir de erkek olacaksınız, herkese efelik taslıyorsunuz, bıyığınızdan adam asılır, böyleyken 12 kişi bir kişiyi ortaya almış, kabadayılığa yelteniyorsunuz, bırakın onu…” (Emre, 2002: 50). 11 ay hapiste duruşma için tutuklu kalan Osman Yüksel, duruşmanın ilk celsesinde sorgulama sırası kendisine gelince konuşmak istemiştir ancak avukatı Süleyman Arif Emre, yanlış bir şey söylemesinden çekinerek hemen söz almış ve hakime şöyle demiştir: - Reis Bey iddia makamından bir sual sorulmasını istiyorum. - Buyurun sorun. - Bir hadise kendisinden sonraki hadiselere mi sebep teşkil eder, yoksa geriye tesir ederek kendisinden evvelki olayların da gerekçesi olabilir mi? Savcıya hacet kalmadan reis cevap verdi. - Arif Bey bu suale ne hacet var, tabiki bir hadise ancak sonraki hadiselere tesir eder, müsebbib olur, evvelki hadiselerin sebebi olmaz. Bu illiyet rabıtasının tabii bir neticesidir. - Öyleyse efendim, size bir resmi belge ibraz ediyorum. Müvekkilim Osman Yüksel’in, Malatya hadisesi sanıklarını tahrik, teşvik ettiğine dair, delil olarak dosyaya konulan Serdengeçti mecmuaları Malatya hadisesinden sonra yayınlanmış, bu resmi kayıtla sabit. Bu bakımdan müvekkilimin katle teşebbüs davasıyla hiçbir ilişkisi yoktur. Davası olsa olsa basın mahkemesini ilgilendirir. Davasının tefrikini (ayrılmasını), kendisinin salondan dışarı çıkarılmasını istiyorum. Aksi halde yani bu teklifimiz kabul edilmeyecekse, iddia makamının müvekkilimiz makalelerini neşretmeden evvel, bunları zihninde tasarlarken beynin neşrettiği elektromanyetik dalgaların tesiriyle Hüseyin Üzmez’in tabancasının ateşlendiğini ispat etmesi gerekecek. Reis bir sağa sallandı, bir sola sallandı, üyelerin reyini aldı, ben talebi red edecek sandım, ama kabul ettiler. ‘Osman Yüksel’in fiilinin bu dava ile alakası bulunmadığı cihetle davasının tefrikine, kendisinin salondan çıkartılmasına, dosyasının toplu basın mahkemesine tevdiine..’ karar verildi. Koridora çıktık, ama orada Osman bana teşekkür edecek yerde üzerime saldırdı. - Defol git karşımdan, sen de avukat mısın, zurnanın fırt dediği yerde ortaya çıktın. Şahane, şahane olduğu kadar tarihi bir konuşma hazırlamıştım. 11 ay enerjimi bir atom bombası gibi içime biriktirdim. Salon da hınca hınç doluydu, herşeyi mahvettin, sana gününü göstereceğim. Osman Yüksel bu, kusuruna bakılmaz, bir espri uğruna bir fakülteyi feda etmiş adam. Sonunda basın mahkemesinde yargılandı, beraat etti, tahliye edildi. Yattığı kendine kâr kaldı. Kâr kalmadı yeni bir dava çıktı bundan (Emre, 2002: 51). Davanın Malatyalı sanıklarından Mustafa Özmansur, cezaevi şartlarından dolayı vereminin nüksetmesi üzerine hayatını kaybetmiştir. Cenazesine tahliye edilmiş olduğundan dolayı giden Osman Yüksel, daha sonra mahkemede davanın duruşmasına izleyici olarak katılmıştır. Savcının, ‘Bunların döktükleri gözyaşları, işledikleri cinayetin kara lekesini temizleyemez, talebin reddini istiyoruz’ demesi üzerine Osman Yüksel, “Ya sizin işlediğiniz kansız cinayetlerin hesabı ne zaman sorulacak? Katlettiğiniz Mustafa Özmansur’u daha yeni toprağa verdik” diye mahkeme salonunda haykırmıştır. Savcıya vazifesi başında hakaretten Osman Yüksel tekrar tutuklanmış, eski yerine iade edilmiştir. Böyle olacağını hissettiğini anlatan Arif Emre, “Bana tahliye edildikten sonra telefonda sormuştu. ‘Ben şimdi bir sene kadar karşılıksız yattım, devletten alacaklıyım, bu müddete denk bir suç işlesem, mahsup edilir mi?’ Ben ‘Hayır edilmez’ dedim. O zamanki mevzuata göre edilebiliyordu. Osman’ı durdurmak için ‘hayır olmaz’ dedim. Ama Osman, Yargıtay Üyesi olan ağabeysi rahmetli Selami Yüksel Bey’den meseleyi sormuş, o avukatlar gibi işin şeytani yönünü düşünmediği için ‘Arif bilememiş, mahsup edilir’ demiş” değerlendirmesinde bulunmuştur” (Emre, 2002: 51). Asliye Ceza Mahkemesi’nde Osman Yüksel’in avukatlığını yeniden üstlenen Arif Emre, bu defa işlerin Osman’ın lehinde gittiğini, iki polis dışında olayı duyan herkesin, “Hayır Osman hakaret etmedi. Öyle değil başka şekilde söyledi” diye Osman’ın lehinde ifade verdiğini söylemektedir. Hâkimin hal ve tavrından tahliye ve beraat kararı vereceği belli olduğunu ancak işin savunmaya kaldığını anlatan Arif Emre, süreçle ilgili olarak şunları söylemektedir: “Fakat o celse beklenmedik bir olay… olaya geçmeden önce davanın görüldüğü orta boy salonu anlatayım. Dinleyici sıralarına yeni sıralar ilave edilmiş, kadınlı erkekli meraklı bir misafir kitlesi, beşuş çehrelerle Osman’ın konuşmasını bekliyorlar. Meğer rahmetli Hâkim Talat Karay konu komşuya ‘bugün enteresan espritüel bir adamın mahkemesi var gelin dinleyin’ demiş ve seçkin misafirler getirmiş. Beklenmedik olay oldu maalesef. Osman münevverdir ne diye mahkemede savcıya hakaret etsin, olacak iş değil diye adamı ağır cezadaki fiilinden dolayı savunurken, nasıl olduysa oldu, Osman Asliye Ceza’nın yani o mahkemenin savcısı Cemil Ayalp’le karşılıklı tartışmaya girişti. Ona da hakaret etti. Osman savcıya bağırıyordu: - Her yerde kafa çekilir, esrar çekilir, bıçak çekilir. Hâkim bey bu savcılar onları görmez, benim gibi masum insanlarla uğraşırlar. Bunlar savcı değil avcıdır, velhasıl hâkim bey bunlar vatandaş düşmanıdır. Lahavle vela kuvvete illa billah. Al sana bir iş daha davanın yavrusunun yavrusu. Gel de çık işin içinden” (Emre, 2002: 52). Bunun üzerine savcı kendisine hakaret edildiği gerekçesi ile dava açtırmak istedi ancak araya giren Süleyman Arif Emre, Osman Yüksel ile savcının usule aykırı konuştukları gerekçesi ile ihtarat yapılmasını talep etti. Hâkim bu talebi kabul etti. Osman Yüksel’in bu sözleri zabta geçilmedi. Ertesi celsede hâkim değişti. Yeni hâkim tecziye kararı verdi. Sonunda ceza mahsup edildi ama Osman yine karar kesinleşinceye kadar aylarca yattı. Malatya hadisesinin baş aktörlerinden Hüseyin Üzmez, hapishanede birlikte kaldığı Osman Yüksel ve Necip Fazıl Kısakürek’in hapishaneye bakışıyla ilgili “Hapishane, üstad için ‘zehir-zindan’dı. Serdengeçti içinse ‘düğün-bayram’dı. Birini içerde tutamazdık, öbürünü de dışarıda. Üstadı hafakanlar basardı. Osman ağabey hiç aldırmaz, dünyayı bir pula satardı. Üstad oradan çıkar çıkmaz bir daha arkasına bakmadı. Bizi ne sordu, ne aradı. Hâlbuki Osman ağabey tam 31 sene hiç bırakmadı… Yazık ki Osman ağabeyi uzun süre dışarıda tutmak mümkün olmazdı” (Üzmez, 2001: 74) değerlendirmesini yapmaktadır. Hüseyin Üzmez, Osman Yüksel’in sürekli mahkemeye düşmesi nedeniyle kendisine bir gün ‘neden ikide bir çıkıp çıkıp geliyorsun?’ diye sorunca, “Dışarısı bomboş Hüseyin… Hayattan habersiz, dertsiz dertsiz insanlar. Bir sürü ruhsuz ceset. Sanki yaşayan ölüler. Hâlbuki burası öyle mi? Zincirlerin bile zapt edemediği deliler. Hayat, heyecan, ümit, hayal dolu gençler… Ruhum içeride, cesedim dışarıda. Sizler içerdeyken ben dışarıda duramıyorum” dediğini anlatmaktadır. Hapishane arkadaşlarının anlattığına göre Osman Yüksel, koğuşta sabahtan akşamlara, akşamdan sabahlara kadar kara kara düşünerek, okuyup yazarak ağlamıştır. Hapishanenin onun için bir çeşit ağlama duvarı olduğunu söyleyen Hüseyin Üzmez, insanlığın bütün dertlerinin sanki kendi omuzlarına binmiş gibi Osman Yüksel’in herkesin yerine ızdırap çektiği değerlendirmesini yapmaktadır (Üzmez, 1999: 245). Devam eden süreçte Serdengeçti dergisini çıkarmaya devam eden Osman Yüksel, 1952 yılında Rum Patriğinin Türkiye’ye gelişi ve Cumhurbaşkanı Celal Bayar tarafından karşılanışı üzerine konuyla ilgili olarak ‘Ayasofya’ başlıklı bir yazı kaleme almıştır. Yazı hakkında ilk olarak Ankara Garnizon Komutanlığı Mahkemesi’nde soruşturma açılmıştır. “Millî Mukavemeti Kırmak” suçlamasıyla açılan davanın dilekçesini zamanın Millî Savunma Bakanının bizzat verdiği belirtilmektedir. Ankara Ağır Ceza Mahkemesi’ne tutuklu olarak getirilen Osman Yüksel, ifadesinde, “…Maddei umûmi, müddei hususi haline gelerek, tepeden verilen emirlere göre hareket ediyor. Millî menfaatlere ben mi zarar veriyorum? Ayasofya’nın tekrar cami haline getirilmesinde, benim ne gibi hususi maksadım, menfaatlerim olabilir? Ayasofya’yı ben kiraya mı vereceğim? Yoksa, cami haline sokup imam mı olacağım? Beni bu yazıdan dolayı Türk savcıları değil, Yunan savcıları itham etsin. O zaman bütün neticelere katlanmayı bir şeref bilirim. Böyle bir yazıyı yazmaktan dolayı, müdafaadan utanıyorum” (Türk Edebiyatı: S.133, s.14). Bu savunmanın ardından mahkeme, Osman Yüksel’in daha önce cami olan Ayasofya’nın müze yapılmasını dini duyguların tesiri altında kalarak yazı kaleme aldığı gerekçesiyle beraatına karar vermiştir. Bu beraat kararı Cumhuriyet Savcılığınca temyiz edilmiş fakat Temyiz Mahkemesi Ağır Ceza’nın beraat kararını tasdik etmiştir. Osman Yüksel’in bu yazısını iktibas eden bazı yayın organları hakkında açılan davalarda ise mahkûmiyet kararı verilmiştir. Serdengeçti’nin bir başka sayısında ise Osman Yüksel, Demokrat Parti Çorum İl Kongresi’nde alınan kararları neşretmiştir. Mason localarının çalıştırılması, kadınların devlet dairelerinde çalıştırılmasının yasaklanması gibi hükümlerin yer aldığı kararları hiçbir şekilde değiştirmeden yayınlayan Osman Yüksel hakkında 163. Maddeyi ihlalden dava açılmıştır. 2 sene 7 ay ağır hapis, 4 sene Tokat Erbaa’da sürgün cezasına çarptırılan Osman Yüksel, kararı temyiz ettirmiştir. Bu isteğin Osman Yüksel’e ait olmadığı, parti teşkilatının kararlarını objektif şekilde yayınladığı, mahkûmiyetinin onaylanması durumunda partinin de kapatılması için dava açılacağı savunularak mahkûmiyet kararı bozdurulmuştur. Osman Yüksel de re’sen tahliye edilmiştir.
·
849 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.