Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

Umran Nazifle yaptığı bir konuşmada Sabahattin Ali hikaye anlayışı ile hikâyelerinin yapısı üstüne ufak bazı açıklamalarda bulunur: "Hikâye yazmak hayli güç bir iştir. Güçlüğü nisbetinde nankördür. Şiir insanda yarattığı lirik heyecanın derecesi kadar uzun ömürlü olur, fakat epik eserin hayatı yarattığı insanların hakiki bilgisine, canlılığa tabidir. Hikayede ise insan yaratmak pek zor, bazen imkansızdır. Hikayenin merkezi sıkleti vaka (anekdot) olduğuna; ve vakalar pek çabuk aktüel olmaktan çıkacağına göre, hikâyelerin uzun ömürlüleri, parmakla gösterilecek kadar azdır... Garba bakarsanız, orada bile ayakta durabilenler Boccacio, Poe, biraz da Çehoftur. .. " Bu açıklamalardan da anlaşılacağı üzere, Sabahattin Ali'nin hikâyelerinde "vaka, anekdot" önemli bir yer tutmaktadır. Gerçekten, hikâyelerinin genellikle klasik denecek bir yapısı vardır: Her hikâye bir konuyu işler; konu bir olaya dayanır; olay bir yerde geçer, bir sürece göre oluşur; süreç "giriş gelişme düğümlenme çözülme" sırasını izler. Bu özellikleriyle Sabahattin Ali bir yerde Maupassant ve dolayısıyla Ömer Seyfettin çizgisine yakın düşer. Ama o çizgiyi tekrarlamaz: Geliştirip aşar. Nitekim, Ömer Seyfettin'in tersine o, Maupassant'dan çok Gorki'ye yönelir. Ömer Seyfettin'de sık sık görülen "sürpriz" yerine "süreç"i, "rastlantı"nın yerine "gerçeklik"i koyar. Ayrıca, insanları hem sınıfsal ilişkileri içinde, hem de gerçekçi bir yöntem ve halkçı anlayışla ele alır. Ömer Seyfettin ise Türkçülük-Turancılık akımına bağlıdır. Sabahattin Ali bazı yanlarıyla Ömer Seyfettin'den çok, Memduh Şevket Esendal'a yakın görünür: Konuların yaşamdan alınması, dilin temizliği, anlatımın yalınlığı, abartma ve şaşırtmadan kaçınma, kadınları savunma, halkı sevme bu yakınlığın belirtisi sayılabilir. Belki de Sabahattin Ali, Esendal'dan birtakım etkiler almıştır. (Nitekim, arkadaşlarından Hayrullah Örs'e, Esendal 'dan etkilendiğini söylermiş.) Ama benimsediği devrimci dünya görüşü ve sanat anlayışı ile ondan ayrılmıştır. Üstelik, Esendal acı gerçekler karşısında bile çoğunlukla iyimser, hoşgörülü ve gülümserdir. Sabahattin Ali ise ciddi, bağışlamasız ve buruktur. Öte yandan, sözü geçen özellikleriyle Sabahattin Ali, Sait Faik'ten de ayrılır. Bilindiği gibi, Sait Faik'te izlenimler, duygular çokluk olayın üstüne çıkar; kişilerin iç yaşayışı çokluk dış yaşayıştan ağır basar; toplumsal gerçekler çokluk kişisel gerçeklerin altında kalır. Sabahattin Ali'de ise çokluk bunların tersi olur; olaylar, dış yaşayış, toplumsal gerçekler önde yürür; duygular, izlenimler, iç yaşayış, kişisel gerçekler arkadan gelir. Ayrıca, Sabahattin Ali ara sıra gereksizce kendinden söz açsa bile, çokluk anlattığı olayın dışında durur, araya pek girmez, bir gözlemci olarak olayı, gerçeği nesnelce, serinkanlılıkla, popülizme sapmadan yansıtmaya çalışır. Saik Faik ise, onun tersine, çokluk hem olaya karışıverir, hem de onu olduğu gibi değil, gördüğü, düşündüğü gibi,yani öznelce anlatır, duygularını da açığa vurmadan edemez. Gerçi bu davranış güçlü bir insancıl duyarlıkla, adalet ve kardeşlik özlemiyle, halk sevgisiyle beslenir, ama bilimsel bir yöntem ve devrimci bir dünya görüşüyle birleşmez. Bundan ötürü, Sait Faik' in hikâyeleri hümanizm ile popülizm sınırlarını çokluk aşamaz. Burada "çokluk" deyimini özellikle kullanıyorum . Çünkü, her iki yazarın bu özellikleri aşan hikayeleri de olduğunu biliyorum. Değirmen: Nitekim, Sabahattin Ali'nin başlangıç döneminde kaleme aldığı hikâyeler ayrı özellikler taşırlar. Yazar bunlar için Değirmen'in önsözünde şöyle der: "Şiir ve hikâyelerim arasında, yazmış olmaktan utanacağım kadar kötüleri olduğunu biliyorum. Bunların, çocuk denecek bir yaşta yazılmış olmaları bence bir mazeret değildir. (... ) Bunların, benim sanat hayatının gelişmesini göstermesi bakımından, sadece kendim için bir ehemmiyeti vardır... " a) Romantizmin yakınında: Birçoğu Değirmen'in "birinci kısım"ında yer alan bu hikâyeler ("Değirmen", "Kurtarılamayan Şaheser", "Viyolonsel", "Birdenbire Sönen Kandilin Hikâyesi") 1926-1929 yılları arasında yazılmışlardır. O yıllarda pek moda olan magazin hikâyelerini andırırlar. Çoğunlukla olağanüstü, düşsel birtakım olayları ya da durumları ele alırlar. Sabahattin Ali'nin o sıralar pek sevdiği bazı yabancı yazarlardan, özellikle Alman romantiklerinden etkiler taşırlar. · Nitekim, Maksim Gorki'nin kimi hikâyelerinde olduğu gibi duygusal ve romantik, E.T.A. Hoffmann'ın kimi hikâyelerinde olduğu gibi renkli ve fantastik, Guy de Mauppassant ile Edgar Poe'nun kimi hikâyelerinde olduğu gibi esrarlı ve korkulu bir havaya bürünürler. Genellikle toplumsal çevreden soyutlanmışlardır. Buna karşılık doğal çevre yönünden oldukça zengin ve gerçeğe yakındırlar. Toplumsal ve gerçekçi bir eğilim taşımayan bu hikâyelerde dil o günlere göre sadedir. Fakat anlatım şairane ve süslüdür. Benzetmeler bol, tasvirler kuvvetlidir. Buna karşılık hareket ve gerçeklik azdır, daha doğrusu, geri plana itilmiştir. Duygu ve hayal ağır basmaktadır. Tek boyutlu kişilere belirli bir "tutku" egemendir. Hikâyelerin örgüsü Sabahattin Ali'nin söylediği ölçüde olmamakla birlikte acemiliklerle doludur.. b ) Gerçekçiliğe doğru: Değirmen'in "ikinci kısım"ında bulunan "Bir Delikanlı Hikâyesi", "Bir Gemicinin Hikâyesi", "Bir Orman Hikâyesi", "Kazlar", "Bir Firar", "Kanal", "Candarma Bekir", "Sarhoş" başlıklı hikâyeler ile "üçüncü kısım"da yer alan "Komiki Şehir" adlı hikâyede hayalden gerçeğe, kişiselden toplumsala, olağanüstünden olağana doğru bir "kayış" görülür. Bu kayış, 1930 yılına kadar yazılmış olanlarda özellikle "üçüncü kısım"dakilerde zayıftır, ama sonrakilerde güçlüdür. Nitekim, "üçüncü kısım"daki "Bir Cinayetin Sebebi", "Bir Siyah Panila İçin" adlı 1927'lerden kalma hikâyeler çoğunlukla "birinci kısım"daki romantik hikâyelerin özelliklerini sürdürürler. Fakat, "ikinci kısım"dakiler yer yer "geçiş dönemi"ne özgü bazı tutarsızlıklar taşımalarına karşın, çoğunlukla yeni bir eğilimin belirtileriyle yüklüdürler: İşçi ve köylünün yaşamını gerçekçi bir tutumla yansıtmak... Bu yansıtma işi çoğu hikâyelerde henüz bir deneme, yönelme durumundadır, ama "Komiki Şehir", "Bir Orman Hikâyesi", "Kazlar", "Bir Firar", "Kanal" adlı örneklerde hiç de başarısız değildir. Gerçi bunlarda da hala romantik bazı öğeler görünmektedir, Ayrıca, "nesnel gerçekliğin bütününü ya da özünü kapsayıcı" ve okurları "tavır almaya götürücü" bir niteliğe ulaşılamamıştır ama, yazarın bunu düşündüğü, hatta o dönemin baskı ortamının elverdiği ölçüde uygulamaya giriştiği de gözden kaçmamaktadır. Nitekim, Ayşe Sıtkı'ya yazdığı 13 Şubat 1935 günlü mektubunda yalnızca yönetimden değil, yayımcıdan da baskı gördüğü anlaşılmaktadır: "Ben bugünlerde çıkmak üzere olan kitabımla meşgulüm. İki günde bir forma tashihleri geliyor. Yarım günümü alıyor. Bazı hikâyeleri tabi (basan) tehlikeli buluyor, bunun üzerinde bir mektup münakaşası başlıyor ve ben nihayet boyun eğmeye, bazı yerleri değiştirmeye mecbur kalıyorum. Kitapta on altı hikâye var. Üç kısıma ayrılmış. Birinci kısımda yalnız romantik hikâyeler, ikinci de daha hayata yakın, doğrudan doğruya hayattan alınmış yazılar, memleket hikâyeleri, üçüncü kısımda yedi sekiz sene evvel eski hikâyeler var. Bence en ehemmiyetli ve kıymetli taraf ikinci kısımdır, maalesef en çok tırpana uğrayan da bu yazılar oldu." Sözü edilen hikâyelerde olaylar önemini sürdürür, ama konular kişiselliğin sınırlarını aşar. Daha doğrusu, kişilerin yaşayışı toplumsal bir çevre içinde gösterilmeye başlanır. Bundan olacak, toplum çevresi gitgide doğa çevresi karşısında genişler. Yaşam hayalin, olay duygunun, somut soyutun, dış gözlem iç gözlemin üstüne çıkar. Yalnızca "Bir Delikanlının Hikâyesi" ile "Bir Gemici Hikâyesi"nde ruhsal oluşumlar ağır basar. Dostoyevski'den bazı esintiler taşıyan birinci hikâyede bekar bir gencin cinsel bunalımı, ikinci hikâyede ise bir ateşçinin bilinçlenme süreci verilir. Fakat, özellikle ikinci hikâye, şematik bir gerçekçiliğin katılığı altında ezilir.
249 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.