Patriarkal Düzenin İpini Pazara Çıkarmak ve Mahsa’nın SaçlarıDünya kurulalı beri kadınların benliğinde despot bir tiran gibi varlığını idame ettirmiş, trajik ve adaletsiz bir yazgının belkemiği olmuş bir dizi toplumsal eşitsizliğin temelindeki “masalsı” ve bir o kadar çarpıcı alt metinlere dikkat çekiyor usta yazar Melek Özlem Sezer.
‘Her başarılı erkeğin arkasında bir kadın vardır.’ sözündeki gibi bizi her daim erkeğin bir adım gerisine iteleyip sönük bir yan role indirgeyen, başta aile, sonra devlet olmak üzere bütün erk mekanizmalara ölgünlük içinde rıza gösteren, çobanın peşinden uçuruma sürüklenen bir sürünün sahip olduğu huşuyla her birimizi itaat eden bireyler haline getiren bu manasız şablonlar nasıl olur da hayat nehrinin hiçbir aşamasında muhakememizin ağına takılmadan yolunu bulabilir?
Bu soruya cevap verir nitelikte olan kitap, yabani otların işgaline uğrayan zihnimizin bahçesine dikkat çekmek için zaman tünelinde tahmin edeceğimizden de geriye, çocukluğumuza götürüyor bizi; inandığımız masallara.Savunmasız ve körpe yüreklerimize ‘çaresizlik’ zehrini gark eden, o sözde, gösterişli masallar.Onu ancak ayağındaki ayakkabıdan tanıyacak denli seven(!) prensle evlenen Cinderella’dan tutun, kuleye hapsedilip bir kurtacı için saçlarıyla beraber tüm hayatını koruyucusundan önüne sermeyi göze alan Rapunzel’e, dalkavukça bir pazarlık sonucu istemediği bir kurbağayı öpmek zorunda kalan prensese kadar, adaletsiz bir örselenmişliğin içinde dönenip duran bütün hatrı sayılır zehirli kahramanları lağvedip, yerine kurtarıcı rolüne bürünmüş bir prens ya da hayatın tüm anlamını kavramış(!) tumturaklı deyişlerle kafa ütüleyen bilge(!) bir hami beklemeden; kendi ayakları üzerinde duran daha gerçekçi ve cesur kahramanları, bir müzenin envanterini koruyan dikkatli bir araştırmacının titizliğiyle yerleştiriyor.
Bu karşı masalların hepsi; ilgisizliğin alacakaranlığında her daim acıklı bir keder hâlesi ile çevrili, her türlü acı ve haksızlığa sinir bozucu bir görev duygusuyla katlanan, çalışmayı bırakıp ekonomik özgürlüğünden vazgeçmek gibi kendini hiçe saydıran sağlıksız fedakarlıklar yaparak bunun hıncını hayatının sonraki dönemlerinde etrafından çıkararak, mutsuzluğunu bir hastalık gibi çevresine de bulaştıran roller yerine yerine; hayatının sorumluluğunu üstlenip, duygularının faturasını başkalarına kesmeyen, özgür, kararlı ve gözüpek bireyleri anlatan; dilden dile mırıldanan dingin, tatlı ve süreğen birer ezgi adeta. Bunları belirtirken şu nokta es geçilmemeli; yukarıda eleştirilen roller, asla bireylere değil, bireyleri bu seçimleri yapmaya zorlayan sistemin kendisinedir, hiçbir hemcinsim bu durumda olduğu için kendisini değersiz veya yetersiz görmemeli, bilakis bunlar onu incitmek yerine varolan öfkeyi buna zemin hazırlayan sistemin muhattabına yöneltmeli.) Kitabın zengin içeriği sadece bu karşı masallardan ibaret değil elbette, masallardaki cinsiyet rolleri baz alınarak yanlış pay edilmiş her türlü anlayışı düzeltip parçaları yerli yerine oturturken, bu toplumsal cinsiyet rollerinden payını alarak kültürümüzde bir girift haline gelmiş tüm değer yargılarında tecessüm ediyor.Okyanusa açılmak isteğiyle kendini bir bilinmezliğin içine atarken hayatın anlamını ‘yolda olmakta’ bularak kendinden sonrakiler için ‘konfor alanından çıkmanın gerekliliğini’ simgeleyen, cinsiyetin dar kalıbına girmeyen Küçük Kara Balık gibi.
Ortadoğu coğrafyasında görece eğitimli bir ailede hiçbir dinsel ya da kültürel baskıya maruz kalmadan yetişmiş bir kadın olduğum halde; bu imkanlardan yoksun kılınıp, henüz adım dahi atmaya başlamadan salt cinsiyeti yüzünden bir dizi akla zarar engellemeye maruz kalarak, hayallerini gerçekleştirmek için kendini bir anda çok çetin mücadelelerin içinde bulan o cevval kadınların varlığını bildiğim, ve onlarla gurur duyduğum için kalemimden söze dökülen bu acı manifesto, bizim gerçekliğimizin bu kadar sahici yansıtıldığı bir aynaya baktıktan sonra gerekli olduğu nispette, kaçınılmazdı da.
Muğlak ve sisli bir arka fondaki insafsız bir yargıç tarafından kalemi kırılan idam mahkumunun olanca yılgınlığıyla bizim için hazırlanan o dar ağacına usul usul gitmek yerine, -çünkü hakları doğmadan gaspedilen kadınlar da peyderpey ölürler farkında olarak ya da olmayarak- celladın suratına gerçekleri haykırmaktır aslolan, çalınan benliğimizin tüm örselenmişliğini, sistemin bezirganlığına bürünenlerin kafalarının tam ortasına indirmek için!
Acınası ve sonuçsuz edimlerle bu kısır döngünün ipleri birbirine dolanmış kötü birer kuklası haline geldiğimiz yetmezmiş gibi, başında nöbetleşe beklediğimiz, nesilden nesile bir günah gibi aktardığımız hüzünlü bir çaresizliğin özünden yükselen bu sevimsiz göz yaşı kuyularının ağzını bu kılıçtan keskin kitaplarla kapatmanın vakti çoktan geldi de geçiyor! Bizi gittikçe aşağı çeken tüm ağırlıkları müsebbibi olanların kucağına bırakıp, enginliğin kalbinde bir gökkuşağı gibi sürdürelim özgün varlığımızı.
İncelememi bitirirken yukarda bahsettiğim ayrımcılığın en kanlısına maruz kalarak İran’daki molla rejimi tarafından katledilen Rüzgâr Saçlı Mahsa Amini ve tüm kadınların hatırası önünde sevgi ve minnetle eğiliyorum.Hepsinin adı altın harflerle kalbimize kazılıdır.
Masalın sonunda Mahsa özgürlüğüne kavuşurken, mollalar onun saçlarının kahreden gölgesi altında sonsuza kadar, yok olacaklar, hem de hiç varolmamışçasına.
Teşekkürler, Mahsa.