Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

304 syf.
8/10 puan verdi
·
Beğendi
Son zamanlarda okuduğum en ilginç, gerçekçi ve tipik karakterlere sahip, “kadın”ı dert edinen, gidişatı ve neticesi itibarıyle okuru üzen fakat gerçekçilikten kopmayan anlatısıyla çok başarılı bulduğum bir romandır. Öncelikle şu Emma Bovary, Bovarizm, “aşka Marxist bir bakış” gibi yakıştırmaları bir kenara bırakalım, zira bunlar çok basmakalıp ve eksiktir. Celile bir Emma olmadığı gibi, adını ondan alan Bovarizm rahatsızlığına tutulmuş da değildir. Bovarizm hayal alemine gerçeklerden kaçışçı bir dalıştır. İçinde olduğu şartlardan memnun olmayanların bile isteye kendilerini içine attıkları bir kuyu, kendilerini sürekli başka bir hayatın kahramanı gibi görme arzularının bir dışavurumudur. Celile’de bundan eser yoktur. Celile kendi yetişme şartlarının bir ürünüdür. O her zaman, bildiği tek yaşama tarzı ile hareket etmektedir. Emma’nın bencilliği, kendini bir köy doktorunun karısı olarak değil, Parisli bir hanımefendi, yahut zengin bir romantiğin ateşli aşkı olarak yaşamaya layık görmesi ve böylece yaşadığı gerçeklik ile hayallerinin çelişkisinden duyduğu öfkeden kaynaklanır. O romanda bu çelişki bir çok edebi motifle gözümüze sokulmaktadır. Celile’nin bencilliği ise tamamen bilgisizliğinden, kapalı geçmiş hayatından, insanlarla ilişkisinin son derece zayıf ve insan duygularını anlamaktan aciz oluşundan ileri gelir. Üstelik bu daha romanı okumaya başlar başlamaz bellidir. Her yasak aşk romanını ilk önce Madam Bovary türü yeni bir edebiyat olayı olarak kabul edip, ardından o noktadan ilerleyerek ayrıştığı yerleri değerlendirmek doğru olmasa gerek. Romanda Celile ve Muhsin’in aşkının Marxist açıdan değerlendirildiğini de iddia edemeyiz. Suat Hanım burada aşkın yaşanış biçimini, yahut evlilik üzerine fikirleri sınıfsal bir açıdan değerlendirmemektedir. Celile hariç romandaki herkes burjuvadır. Onun kökleri ise saraya dayanmasına rağmen bunlara bir saray aristokrasisi gözüyle bakmak doğru olmayacaktır. Bunlar daha ziyade ayan ve memurdur. Muhsin ve Celile‘nin davranışlarını sınıfsal aidiyetlerinin yönlendirdiği ve bu ikisinin birbirini anlamayışında bu aidiyetlerinin rolünün çokça vurgulandığı doğrudur; fakat burada bariz bir cinsiyet çatışması da mevcuttur. Bu açıdan sınıf farkını kabul edebilecek isek de, örneğin, Celile‘nin sınıfından bir erkek Muhsin’i anlamakta zorlanmayacaktır. Roman bu açıdan Marxist bakış açısından ziyade feminist bir bakış açısına sahiptir ki, bana göre esas kuvveti buradadır. Ayrıca, Celile ile Muhsin arasındaki sınıf farklılığı güncel bir çatışmayı da yansıtmaz. Celile geçip gitmiş bir döneme ait sınıfının son mensuplarından biridir. Dolayısıyla bu çatışma yaratamayacak, ölü bir sınıftır; reel bir gerilimin taraflarından biri olarak değerlendirilemeyecektir. *** Romanı okurken Suat Derviş’in üslubunun biraz yorduğunu farkettim. Anlatıcı aynı cümleleri arka arkaya tekrarlıyor. Bazen belli bir grup ifadeyi başka bir bölümde tekrarladığı da oluyor. Bir karakterin belli bir şekilde düşündüğünün sürekli olarak tekrarlanması bir süre sonra sıkıyor. Üstelik Suat Derviş bazı basit neden-sonuç ilişkilerini dahi okurun kurmasına izin vermiyor, her şeyi açıklamak ihtiyacı hissediyor. Göstermiyor da bol bol anlatıyor. Halbuki okumanın zevki biraz da bu ilişkileri okuma esnasında ya da daha sonra üzerinde düşünürken kurmaktan çıkar. Bu niteliğin Suat Derviş’in edebiyatını biraz baltaladığını düşünüyorum. Fakat kendisinin bu eksiği kapattığı bir nokta var ki, bunu müthiş yapmış: karakter oluşturma. Celile, Muhsin, Ahmet. Romanın bu baş kişileri o kadar canlı yazılmış ki, tepkileriyle, hırslarıyla, korkuları ve aptallıklarıyla adeta elle tutulabilirler. Bu üçünün aralarındaki müthiş iletişimsizlik ve önyargılar son derece gerçekçidir. İnsanların hayata ve birbirlerine bakışlarındaki o aşılmaz duvarı çok iyi yansıtırlar. Acaba yazar bize iki insanın birbirini gerçekten tanımasının koşullarının hiçbir zaman oluşamayacağını mı anlatmak istemektedir? *** Romanın feminist bir bakış açısına sahip olduğunu düşündüğümden bahsetmiştim. Bence bunu iki yönden değerlendirebiliriz. İlki, Çeşmiahu Hanım ve onun birebir kopyası olan torunu Celile’de cisimleşen saray hanımlığıdır. Yazarın sık sık vurguladığı gibi, bu kadınların sosyal hayatla hiçbir münasebetleri yoktur. Neticede bunlar birer köleydiler. Erkeğin malıydılar. Güzellikleri ile hanımlığa terfi edenlerinin de çok bir farkları yoktur. Tamamen erkeğin himayesinde yaşayan, hayatta hiçbir gayeleri bulunmayan birer süs eşyası gibidirler. Dolayısıyla sosyal hayata dair hiçbir refleksleri gelişmemiş ve insanlar arasındaki ilişkilerin gerçek doğasından habersiz yaşamaya mahkum olmuşlardır. Toplumla olan tüm temasları erkeklerinin ve onlara hizmet edenlerin vasıtasıyla olmuştur. İnsanların nelere kıymet verdiğini bilememiş, salt duyguları ve gururlarıyla yaşamayı öğrenmiş, bir şeyleri merak etmek konusunda hiç yönlendirilmemiş, bir meziyet edinememiş, işlevsiz birer put olarak kalmışlardır. Devrin değişmesi ve hamileri olan erkeklerin ortadan kalkmasıyla bu kadınlar korkularıyla yüzleşmek zorunda kalmışlardır. Bu korku Celile‘nin bilinçaltında sürekli olarak mevcuttur. Onun hareketlerini bariz biçimde yönlendirir. Romanın sonundaki davranışı birçokları tarafından beğenilmese ve kahramanca bulunmasa da, mevcut korkularına dayanan son derece tutarlı bir davranıştır. Celile‘nin bu korkuları romanın sonlarına doğru bilinçaltında bilincine doğru hareket etmiş, Celile bir aydınlanma yaşamış, fakat bu aydınlanma onda farklı türde bir hareketi tetikleyecek kuvveti doğurmamıştır. Bizim her şeyin bir neticeye varmasına, belirsizliğin yok olmasına ve kahramanlıklara olan eğilimimiz bu neticeden tatmin olmamamıza sebep oluyor, fakat kanımca gerçekte çoğunlukla karşılaşılan Celile’nin davranışıdır. Kadın konusuna ikinci bir yaklaşım, Ahmet ve Muhsin’in Celile’ye karşı olan davranışlarında ve onun bireyliği karşısında takındıkları tutumda kendini göstermektedir. İkisi de Celile’yi çıplak olarak görüp tanımamakta, onu olduğu kişi olarak sevmemekte, onu sadece dışsal görüntüsüyle ve erkekler toplumu içindeki kendi değerlerine olumlu ya da olumsuz katkısını hesap ederek değerlendirmektedir. Bu hesap ediş Muhsin ve Ahmet’te Celile’yi kendi bulundukları konuma nazaran aksi yönlerde değerlendirmeye sebep olmuştur, fakat ikisinde de Celile’nin esas karakteri, kendi kişiliği belirleyici değildir. Kadın burada erkekler arasındaki güç ilişkisinin bir aracı konumuna indirgenir. Yine de, bu mesajın romanda çok güçlü verilebildiği kanaatinde değilim. Celile mücadeleci olmadığı, tam tersine inanılmaz pasif olduğundan, ne kendisi insanları anlama yönünde çaba göstermiş, ne de insanların kendisini değerlendirebilmesi için onlara iç yüzünü açmıştır. Bu elbette bilinçli değildir. Celile’de muazzam bir iç boşluk vardır. *** Sonuç olarak, bana göre bazı edebi eksiklerine ve hatta İthaki’nin inanılmaz özensiz baskısına rağmen okuması ve karakterlerini tanıması son derece zevkli bir eserdir.
Çılgın Gibi
Çılgın GibiSuat Derviş · İthaki Yayınları · 2021393 okunma
·
111 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.