Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

- Burası Müslüman bir ülke değil miydi? - Evet! Hâlen de öyle. - Nasıl olur? Ben hiç Müslüman kıyafeti giyene rastlamadım. - Doğru, fakat bunlar modern Müslümanlar. Ondan dolayı da her hallerinde Avrupa'yı taklit ediyorlar. Gerçi İslâm kıyafeti giyenler de var. Fakat hem azınlıktalar hem de elit kesim ve medya tarafından "Gerici" diye adlandırılıp dışlanıyorlar. - Çok garip. Hâlâ bir şey anlamadım. - Bak birader, galiba sen bu konuda bayağı bilgisizsin. Sana her şeyi baştan anlatayım; Bizler batı dünyası olarak Müslümanlarla sayısız savaşlar yaptık. Hatta sen de tarih kitaplarında okumuşsundur, bunlara Asya'dan Rusya'da katıldı. Böyle olmasına rağmen bir kaçı müstesna hepsinde yenildik. Tecrübelerimizden anladığımız onları savaşta yenmenin imkânsız olduğuydu. Bu sefer hile silahına başvurduk. İslâm âleminin yarısından çoğunu elinde bulunduran Osmanlı'ya karşı yoğun bir çalışma başlattık. Dönme idarecilerle, makam, para, kadın hırsıyla Osmanlı idaresinin mühim mevkiilerini elde ettik. Padişah onlardan, fakat etrafı bizdendi. Bu adamlarımız ve maddi olarak desteklediğimiz misyonerler vasıtasıyla "Böl, parçala, ufak lokmalar halinde yut! taktiğini uyguladık. Bu taktik gerçekten çok başarılı olmuştu. Ve işte 18-19. asırlarda Müslüman memleketlerdeki mason locaları ilk olarak bu planı tam anlamıyla başarıya ulaştırmak gayesiyle Yahudiler tarafından kuruldu. Hedefimiz müslümanlığın yedinci asırdan beri süre gelen dünya liderliğine son vermek, ikinci etapta ise kökünü kazımaktı. Gerçi çok ince bir siyasetçi olan 2. Abdülhamit Han planlarımızı bir müddet geciktirmişti. Buna rağmen ilerleyişimize o da engel olamadı ve nihayetinde tahtından oldu. 20. yüzyıl başlarına gelindiğinde hedefimize ulaşmış ve Osmanlı'yı iyice küçültmüştük. Bir "Dünya savaşı" çıkartarak top yekûn bu ekonomik ve askeri bakımdan iyice çökmüş "Hasta Adam'a saldırdık. En nihayetinde Osmanlı yenilmiş ve orduları terhis edilmişti. Büyük bir iştah ile aramızda paylaştığımız Anadolu topraklarına hücum ettik. Fakat lokmalar gırtlağımıza takılmıştı. Başta âlimler olmak üzere bu küçük topraklar üzerine sıkışmış bir avuç halk "Din, iman, namus, vatan" diyerek ayaklanmışlardı. Çok geçmeden halk devrin süper güçlerini Anadolu'dan sürüp attı. Yediğimiz şamar bizi afallatmıştı. Bu kadar tuzak ve parçalanmaya rağmen başarılı olamadıysak demek ki gözden kaçırdığımız bir nokta vardı. Sıkı araştırmalarımız neticesinde onu da bulduk. Bu; halkın üzerindeki tesiri tartışmasız olan hocalar ve din faktörüydü. Mesela: Maraş'ta Sütçü İmam denilen bir hoca "Namus elden gidiyor" diyerek kıyamı başlatırken, İstanbul'da Said-i Nursi adlı bir âlim “Tükürün İngiliz lâininin hayâsız yüzüne" diyerek halkı tahrik ediyordu. Öte yanda, savaş devam ederken Ankara'da kurdukları meclisi kendi dinlerince kutsal sayılan Cuma günü, binlerce hatim, kurban ve dualarla, yüzlerce hoca ve âlim eşliğinde açıyorlardı. Savaşırken "Allah Allah" diyerek savaşıyorlar, vurulunca "Ah" diyecekleri yerde "Allah" diyorlardı. Ölülerinin göğüslerinden Kur'an çıkıyor, cephelerde, binlerce top mermisi altında, ezan okuyorlardı. Hele Çanakkale'de bir ölünün (şehidin) koynundan çıkan mektup, bu insanları savaş ile yenemeyeceğimizin apaçık bir deliliydi. Bu, oğluna hitaben yazılmış bir annenin mektubuydu ve özetle şöyle demekteydi: "Oğlum! Eğer vatan kurtarılmadan geri dönersen sütüm sana haram olsun. Vatan esir olacağına varsın oğlum şehit olsun. Vallahi bu benim için daha sevindiricidir. Bunu böyle bil!" Teşhis yerindeydi, "Dine bağlılık" ve çare tekti, "İslâm'dan koparmak için “Kültür Emperyalizmi" Hemen kolları sıvadık ve işe başladık. Önce hesabımıza çalışacak, maddeye tapan, dönme, köle ruhlu insanları belirledik. Onları para ve medya ile destekleyerek devletin üst kâdemelerine yerleşmelerini sağladık. Sonra siyasi zafer ve iktisadi başarılar ile onların halk nezdinde parlamasını sağladık. Kuklaları yerleştirme işi bitmiş, sıra yönlendirmeye gelmişti. Kuklalar vasıtasıyla dinin terakkiye mani olduğunu, ilerleyebilmek için Avrupa'yı taklit etmek gerektiğini telkin ettik. Onlar da İslâm'ı tamamen devre dışı bırakarak bizden kopya bir devlet modelini benimsediler. Kendileri İslâm'ı yaşayanlara zulmettiler. "İrticacı" dediler. İslâm'a o kadar düşman oldular ki dindar kesim Avrupa'da izin verilen kadar bir İslâmi yaşantıyı bile özler hale geldi. Artık bizim için korkulacak bir ülke olmaktan çıkmışlar, sömürülecek bir ülke olmuşlardı. Tabii kaynaklar bakımından çok zengin olan bu ülkeyi biz, faiz, IMF, Dünya Bankası, yabancı sermaye v.s. gibi hortumlarla sömürürken onlar milyonlarcası işsiz, aç, sefil bir halde, sağcı solcu diye birbirine giriyorlardı. Hâlbuki iki akımı da biz yönlendiriyorduk. Türkiye'de bunları yaparken diğer ülkeleri de boş bırakmamıştık. Bir ikisi müstesna bütün İslâm ülkeleri şu an bizim kontrolümüzde. Bu istisnalardan biri de Çeçenistan. İşte bundan dolayı size bu kadar yardım yapılıyor. Fakat hepsinden önemlisi Türkiye'nin uyanmaması. Çünkü burası diğerlerinin gözünde lider konumunda. Onun için yoğun bir şekilde çalışıyoruz. Gerçi bazı bilinçli İslâmcı kesim siyasette gittikçe faal bir rol oynamaya başladılar. Fakat her duruma göre yöntemlerimiz var durdurmayı biliriz.
··
166 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.