Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

675 syf.
8/10 puan verdi
·
Beğendi
·
432 günde okudu
''Her şey idim, hiçbir şeye değmezmiş.'' (s.183)
HAYAL KIRIKLIKLARI Genç Werther’i okuyanların intihar ederek öldüğüne şahit olan bu dünya, Huzursuzluğun Kitabı’nı okuduktan sonra intihar edenlerle karşılaşmamışsa, bu işte bir terslik var demektir. Şimdinin taş kesilmiş saydam duvarının içinden geçen ellerimiz, geçmişe kök salmış bir ağaç gibi sızlarken, ‘’Asla bir geleceğe sahip olmamış olduğum günlerden birindeyim’’ (s.17) diyen Soares’in çarpıcı ifadesi, kağıdı bir kılıç gibi kesip, izini bırakıyor. Ağlamadan önce gözler yanar hani, düşüncesi dahi gözlerini yakacak kadar hüzünlü biri kurgudaki yazar Soares. Bazı demler, en olmadık şeye, durduk yere sanılan bir ruh haliyle ağlayan insanların hüznünü, çoğu insan o an için anlayamaz, ama anlayacağı bir an gelir, hüngür hüngür ağlarken. ‘’Hayattan çok az şey istedim – ama o, o kadarını bile esirgedi benden. Azıcık güneş, kırlar, bir lokma ekmek bir lokma huzur, canımı fazla yakmayacak bir yaşama bilincim olsun ve bir de ne kimseye muhtaç olayım ne el âlem bana muhtaç olsun. Bu kadarı bile esirgendi benden, hani yüreğimizin katılığından değil de, paltomuzun düğmelerini açmaya üşendiğimiz için dilenciyi başımızdan savarız ya, işte o şekilde.’’ (s.34) Umuyorum ki yıllar geçip de ellerim kitaplarımda dolaşırken bu alıntıyla tekrar karşılaştığımda böyle hissetmem; yarası ayan olanın hüznü gizli olandan daha ağır, saklamak istiyor saklayamıyor, tuz basanlar var. Çünkü ‘’Hepimiz kendi dışımızdaki koşulların tutsağıyız.’’ (s.61) İnsanın ruhu hayatından yorulacak kadar dolduğunda, yaşamak tek çaredir, akışa bırakmak gerek. Bir insan içine karışamadığı hayatı, bir camın ardında görüp anlayarak ama dokunamayarak geçirdiğinde, neşeyle acının tadı bir olur, her nefes daha fazla yorulmak demekken, yormayacak şeyler bile bir vitamin eksikliği gibi çöker kemiklerine. Bütün bunlar insanların biraz da birbirini yalnız bırakmasından oluyor. Kendi hayatlarımıza öyle bir gömüldük ki, herkes birbirini yalnızlaştırdı, üstelik bir gün yalnız kalanlardan birinin kendi olabileceğini hesaba katmadan… Bir selamı, bir hatır sormayı zül bildik, bir fotoğraf karesi için onlarca dakikayı çeşmeden suyun boşa akışı gibi harcarken… ‘’Gururumu körler taşa tutmuş, düş kırıklığım dilencilerin ayaklarının altında ezilmiş.’’ (s.155) diyecek kadar hüzne battığında insan, sırtını sıvazlayanları çok olsun. Unutmamak gerek: Ölüm, var olmuş olmayı bırakmak anlamına gelmez. Geldiğimiz yere döneceğiz. Sabır. ŞİMDİ Dün, bugün ve yarın olarak isimlendirdiğimiz bir zaman tanımı içinde nefes alır gideriz. Ya dünde kalanlar canımızı acıtır, umutlarımızın dibine asit gibi dökülür anılar ya da bugünün memnuniyetsizlikleri gelecek için çekilen cefalarla şu anı götürür bizden. Peki, ne olacak bu şimdinin hali? Düş kurarak daldığı bir uykudan güne uyanan insan, şimdinin değerini anlamak için düş kuramayacak kadar acıya mahkum mu olmalı? İnsanı terbiye eden, aptallığını da kibrini de ondan çırpıp atan yoksunluk, hastalık ve ölümdür. İçinde yaşarken o kadar da tatlı gelmeyen demler, zaman geçince pek bir kıymete gelir. Halbuki insan anda kalabilse, o an hissetse mutluluğu ne olurdu? Şunu anladım ki bir insan geçmişe ne zaman baksa hep hüzünlenir; mutlu günlerin geçip gitmiş olmasına, kötü anların ise hissettirdiği o acı duygulara… İşte bugünü, şimdiyi değerli kılan da benim için tam olarak bu: Ben iyisiyle kötüsüyle artık geçmişi çok da anımsamak istemediğimi fark edip, günlüklerimi yok ediyorum. Artık hüzünlenmek değil, bir fincan sıcak kahvenin kokusuyla gökyüzüne bakmak, sadece huzur istiyorum, ben sadece bugünümü istiyorum. Geçmiş gömüldüğü sayfalarda kalsın, yakarım bir mangalda, külleri havaya savrulsun. Tanıdıklarım, artık tanımak istemediklerim umurumda değil, bugünümde kimler var gel bana diyebileceğim, kapısını teklifsiz çalabileceğim, işte bu. Şükürler olsun güneşin mezarımıza değil, üzerimize doğduğu her bir güne. Şükürler olsun çevremde sağlıkla, gülen gözler görebildiğim her güne. Şükürler olsun kaybetmekten korktuklarımın yanında bir çay içebildiğim her güne. Can bir emanettir. Yıllar kaç kişinin emanetini teslim ettiğine şahit etti bizleri. Geçen sene benden sadece birkaç yıl büyük kuzenimin haberi geldiğinde ağlamaktan çıkamadığım, her bir basamağında hıçkırıklarımın beni boğduğu o gün, koşup karısına nasıl sarıldığımı unutamam. O gün karısının gözlerinde hayattan aldığım derslerden biri vardı; nazik bir insan bu hayattan çok erken ayrılsa da onunla yaşanan tek bir gün bir ömre bedeldir. O tek bir gün; düşünmeye değer, bugüne taşınmaya değer, geçip giden bir gün gibi değil, bugünü katlanılır kılan, ''Ben bu hayatta yaşadım'' dedirten tek bir gün… Soares'in yoksunlukları belki de o tek bir günü yaşamamış olmasından geliyor. Mutlu anıları olmadığı gibi, o kadar yalnız ve kendini içine kapatmış biri ki, yeni anılara yer vermiyor hayatında. Bir tren yolculuğundan, bir deniz kenarından, güneşli bir günden zevk almak istemeyecek kadar yoksun olmak mümkün değildir; imkansızı kurgulamış Pessoa. ÇELİŞKİ İnsan ruhunun içindeki o karmaşa, bazen herkesi şöyle bir yanılgıya düşürür: İnsanlar çelişkiden uzak bir kişilikte ve davranış olarak her daim tutarlı olmalıdır, fakat gerçek böyle midir? İnsan dediğimiz çelişkinin ta kendisidir, gün gün değişir; yavaş yavaş, fark etmeden, aradaki kaçınılmaz fark ancak çok uzun zaman geçtikten sonra anlaşılır. Düşünceleri, beğendikleri, sohbet etmek istedikleri, yanında oldukları, yanında olmak istedikleri, kayıpları… Hangi yıl birbirini takip edebilir bunca ölümle, bunca doğanla, bunca gidenle? Ruh halinin şekillendirdiği ifadeler ancak kısa sürede bir zikzak çizerse çelişki olarak nitelenmeli. Bu yüzden insanlar deniz gibidir, kimi gün çarşaf gibi sakin, kimi günlerse dalgalı ve hırçın. En nihayetinde insan kendi öneminin farkında olmalı ama diğerleri için ‘’diğeri’’ olduğunu unutmamalı. Önemimiz ancak kendimiz için. Bu yüzden başkalarını değişimi yüzünden eleştirirken, kendi ruhunun arzuladıklarının bir ömürde ne kadar farklılaştığını, kendi geçmişine baktığında memnuniyetsizliklerini göz ardı etmemeli. Ayrıca insanların hata yapma hakkına da başkalarını acıtmadığı sürece müdahale etmemeli. Soares tüm kitap boyunca çelişki olarak nitelenecek düşüncelerle doluydu. Coşkusu, hüznü, hayat hakkındaki çıkarımları, kalbi bir kaosta mı kayıtsızlıkta mı belirsiz halleriyle bir insandı, sadece bir insan. Soares'in eleştirilecek en büyük yanı, kendini gelişmeye kapatmasıydı, bu durum da acısı kendisini ilgilendiren bir durum. SIRADAN HAYATLAR İnsanların, sıradan bir hayatın ’’sıradanlık’’ tanımlarının budalalığı sık sık zihnimi meşgul ediyor. Herkes yaşadığı hayatta, genel düzenin içinde, zaman zaman bazı sınırlarla karşılaşsa da tatmin olmamış ruhların kendi aynalarındaki tozu; okul, iş, evlilik, çocuk, emeklilik, ölüm şeklinde akan hayatın günlük düzenine atmaları, bana son derece şuursuz geliyor. Pazartesi sendromuna girenleri ya da güzel havalarda sınava girdiği için yakınanları gördükçe şaşırıyorum. ''Her gün vur patlasın çal oynasın, yaşasın hayatı Subaşı’nın!'' olsun istiyorlar. Gerçekten okul ve iş ortamında size mobbing uygulayan, kötü kalpli insanlarla çalışıyorsanız amenna çünkü bir ruh emiciyle aynı ortamda bulunmak cehennemdir, ama bir düşünün, belki de çevreye kötü enerji veren o kişi sizsinizdir. Milyarlarca insanın nefes aldığı tek bir günde açlıktan nefesi kokan Afrika halklarını, savaşta yakınlarını yitirmişleri, yakınlarının cenazesini bir bütün halinde dahi göremeyen, kopmuş uzuvlarının çöp poşetleriyle katili tarafından bir yerlerde taşındığını kayıtlarda izleyenleri, Sakıp Sabancı gibi onca zenginliğin içinde engelli oğluna bir ayakkabı giydirememenin çaresizliğini, hasta bir çocuğun ailesinin çocuğun okula gideceği günleri umut ve sabırla bekleyişlerini, yetimhaneden çıkmış ve sırtını dayayabileceği bir aile için, yüreği sevgiye, kurumuş bir toprağın suya olan hasreti gibi hasret bir yetimin hayat gerçeğini, bir MS hastasının geçirdiği ataklar sonucu günlük konfordan uzaklaşmış bedenini, felçli bir hastanın altından alınırken duyduğu hicaptan yüzüne konan allarını düşününce bir durmak gerek. Hayatınızın sıradanlığı için varını yoğunu ortaya koyabilecek insanlar var. Sanki bu düzen çok kötüymüş ve küçümsenecek bir şeymiş gibi düşünüp konuşunca, farkındalığı yüksek bir insanın cümleleriymiş gibi görüleceklerini zannedenler, bende tek bir düşünce uyandırıyor: ‘’Kimi bulamaz, kimi bilemez.’’ Hayat dediğimiz kısıtlı zamanın neyle geçmesini dilerdiniz? Nasıl akacak bu hayat? İlla ki bir şeylerle doldurmamız gerek. Eğlenebilmek için önce yorulmak gerek. Tatmin olmayan ruhların sonu alkol ve uyuşturucu batağı! Sosyal medya hesaplarımızın bizi içine ittiği sahte mutlulukların şahitliği bir aldatmacayken, ‘’sürekli eğlenebilmeye’’ inanmamak gerek. Bir insan kendi parasını kazanıyorsa ve vicdanı rahat bir şekilde o parayı yiyebiliyorsa, bundan daha güzeli yok. Bir insan, okula gidip eve geldiğinde onu karşılayan bir anne varsa bundan değerlisi yok. Bir insan tüm kayıplarına rağmen, bir hedefi var ve bunun için çabalayabiliyorsa, bundan değerlisi yok. Eli ayağı tutan, bütün engellerine rağmen mücadele edebilen insan için bundan değerlisi yok. Alın teri bu hayattaki en önemli olgulardan biridir. SOARES'İN KİŞİLİĞİ Canı gözyaşı istediğini söyleyen bir çocuktan bahseder Soares. Bir çocuk masumiyetinin hayatımıza güneş gibi sızdığı demlerde, kalbimiz sıcacık olur. 675 sayfalık bu kitapta, Soares çoğu zaman kalbimizi yırtıp yırtıp iyileşmeye terk etse de nadir de olsa bir tebessüm kondurur yüzümüze. Kitap bir denemeler yığını diyebiliriz. Soares’in içini döktüğü sayfalar, birbirinden bağımsız, ama genel havası huzursuzluk olan metinlerden oluşuyor. Yaşadığı yalnızlık hissi, pandemide tüm dünyayla ilişkisi asgariye inmiş ve hiçbir şekilde sosyalleşememiş, kimseyle en ufak bir iletişim de kuramamış, konuşmak için kaleminden başka çaresi kalmayan, çıldırmamak için yazmış bir insan izlenimi bırakıyor. Kurduğu gerçekleşebilir düşler içinde, gerçek düş kırıklığını yaşayan bir adam… İstemeden geldiği bu dünyada, bir şekilde var olduğunu kabul ediyor, fakat yaşama şekli bir yemeği ille de tuzsuz yemek gibi. Çok saçma. Tuz var? Bazen bu havası ağır kitap, bende saçma sapan, zırvalamadan öteye geçmeyen yazılar düşüncesi doğurdu. Çünkü gerçekten zaman zaman bazı şeylerin suyunu çıkarmış. O kadar anlamdan uzak, o kadar aptalca cümleler vardı ki. Örnek vermek gerek tabi ki: ‘’Görüş sahipleri, kendilerini kendilerine satmış insanlardır. Görüş edinmemek, var olmaktır. Bütün görüşlerin sahibi olanlara ise şair denir.’’ Bir örnek daha: ‘’Ölmek, tepeden tırnağa farklı hale gelmek demektir. İntihar işte bunun için bir alçaklıktır; kendini tamamen hayata bırakmak anlamına gelir çünkü.’’ (s.295) Bir tane daha: ‘’Başkalarına yararı dokunabilecek bir hayatı heder etmek, güzel olacağı kesin bir yapıtı asla gerçekleştirmemek, başarıya giden yolu yarıda bırakmak büyüklüktür!’’ (s.402) Ne diyor?! Ne manasız, saçma sapan cümleler bunlar. ‘’Kimse göremese Mona Lisa’nın güzelliği bambaşka olurdu. Hele onu çalmayı, yakmayı göze alan sanatçı, Mona Lisa’yı çizeni bile katbekat aşardı!’’ Ünlem falan koyarken coşkuyla ne dedi sanki? Bu tür ifadelerin olduğu yazılarını okurken çok yoruldum. Bazen tek sayfa, bazen ancak 5 sayfa okuyabildim ve bunlardan sonra günlerce elime alıp okuyamadım. Bazen de güldürdü beni. İntihar eden bir kasiyeri duyunca, ‘’Zavallı, demek ki varmış!’’ diyebiliyor. ‘’Sanat niye bu kadar güzel? Çünkü yararsız. Hayat niye bu kadar çirkin? Çünkü amaçlardan, tasarılardan ve niyetlerden örülmüş. Bütün yollar bir noktadan diğerine gitmek için çizilmiş. Kimsenin gelmediği bir yerden kimsenin gitmediği bir yere uzanan bir yol için neler vermezdim. Bir tarlanın ortasında başlayıp bir başkasının ortasında kayboluverecek bir yol yapmaya seve seve ömrümü adardım; uzatılsa bir işlev kazanacak, ama sonsuza dek yarım bir yol olarak kalıp yüceliğini koruyacak bir yola. Harabeler neden mi güzel? Artık hiçbir işe yaramazlar da, ondan.’’ (s.402) Ne şimdi bu? Bu yüzden bazı bölümleri yazarken madde kullandığını düşünüyorum. Burada da sevilmeyi lütfetmek olarak algıladığı için küçümsüyor, bu türden sakat düşüncelerin hakim olduğu bir hayatı yaşamak, neresinden baksak ziyan: ‘’Sevilmek, gerçekten sevilmek nasıl büyük bir yorgunluktur! Başkasının heyecanlarının yükü haline gelmek nasıl bir yorgunluktur! Özgür olmayı, hep özgür olmayı istemiş bir insanı sorumluluk hamalına dönüştürmek: bazı duygulara cevap vermek, mesafeli davranmama inceliğini göstermek, sırf başkaları kendimizi bir heyecanlar prensi yerine koyuyoruz, insan ruhunun verebileceğinin azamisini kabul etmek istemiyoruz sanmasınlar diye. Nasıl da yorucudur varlığımızın bir başkasının duygularıyla olan ilişkisinin esiri olduğunu hissetmek!’’ (s.300) Dipnotların birinde, Pessoa’nın bu kitapta oluşturduğu Soares karakterinin aksine, kalabalık bir aile hayatı yaşadığı düşülmüş. Sıkça kardeşleriyle, kuzenleriyle, yeğenleriyle görüşürmüş. İşte edebi yetenek burada ortaya çıkıyor. Bunca yıl, bu kitap oluşacak zemini nasıl buldu? Bu kadar yalnızlık hissi, yaşanmadan nasıl hissedilebildi? Çarpım tablosundaki 1 gibi, etkisiz eleman bir karakter ortaya çıkarmış. Kendi hayatından vazgeçmiş, hiçbir şeye ait olmayan, hiçbir arzusu olmayan, iyiliği de kötülüğü de küçümseyen ve uzak duran, mutlu değil, mutsuz değil, kayıtsız, aynı zamanda bunların hepsi olan, çelişkili ama aslında çelişkili de değil, güneşin gökyüzünde değişen konumu gibi değişen, yazı kışı birbirine geçmiş, menfaatsiz bir ilişki düşünemeyen, tuhaf, bayık, aynı zamanda 10/10 tespitler yapan, insanın içini oyan, gözlerini dolduran, efkarını çevresine bulaştıran, herkesten tiksinen, son derece kıskanç, duyarsız bir izlenim vermeye çalışan, ama yaptığı tespitleri duyarsızlıktan uzak olan, sıkça yabancılaşma yaşayan, yalnızlığına kimse dokunmasın isteyen, ama kendini ruhunun ihtiyaçlarıyla baş başa bulan bir karakter... Soares der ki: ‘’Ve bu koca kitap, upuzun bir şikayettir.’’ Kitap sonlara doğru benim için, sanki akıl sağlığını yitirmiş birinin kurduğu anlamsız cümlelerle geçti. Kitabımı öyle okudum ki, bir başkasının eline geçsin istemem. Alıntılarımdan yola çıkarak bir şeyler yazabildimse çok az, çünkü üzerine tek bir söz etmemize gerek kalmayacak türde cümleleri var. Mesela anlamak üzere söyledikleri: ''Anlamak için, kendimi yok ettim. Anlamak, sevmeyi unutmaktır. Leonardo da Vinci, insan bir şeye ancak anladıktan sonra nefret ya da sevgi duyabilir, demiş. Bundan daha yanlış, aynı zamanda da daha manalı bir söz bilmiyorum.'' (s.79) Bir insanı tanımadan sevmek mümkün ama tanıdıktan sonra sevmek, kaç kişinin gerçeğidir? Kirpi hikayesi misal; kimse kimsenin sınırlarını ihlal edecek kadar yaklaşmamalı, kimse kimseyi üşütecek kadar uzak kalmamalı. ''Bütün sevdiklerim beni karanlıkta unuttu.'' (s.269) demesinin ardında, ruhunun ısınacak tek bir omuz bulamaması yatıyor. Bol bol hayal kurar, düşlerle hayatı öyle bir harmanlar ki edebi şölen diyeceğimiz türde altı çizilecek satırlar da verir okura: ‘’Hayal, içine girilememecesine, en elimizden alınamamacasına, en sıkı sıkıya bizim olan şeydir.’’ (s.399) ‘’Yaşamak, zahmetine değmiyor.’’ (s.554) demiştir. Bunu, ancak mezarda göreceğiz. Yaşamak, bu dünya için bir anlam ifade etmiyor, çünkü bu dünya boş, bomboş, berbat da bir düzene sahip. Çocukken ölmüş bir can için bu dünyadan geriye ne kaldı? O vakit bir yerlerde durum eşitlenmeli. O güne kadar gün doldurmaya devam. BİRKAÇ CÜMLE İLE ASIL YAZAR PESSOA 25 yaşından, 47 yaşında ölene dek bu kitabının üzerinde çalışan Pessoa, yazdıklarının ne kadar ünleneceğinden bihaber yaşamış göçmüştür bu hayattan. Kendi deyimiyle üzerimizden çıkardığımız giysileri hatırlatan cesedini, biricik giysisini yanına almadan, çekip gitmiştir.
Huzursuzluğun Kitabı
Huzursuzluğun KitabıFernando Pessoa · Can Yayınları · 201710,6bin okunma
··
10bin görüntüleme
Resul Bulama okurunun profil resmi
Huzursuzluğu ne güzel yorumlamış, kendi bakış açın ve birikiminle ne güzel harmanlamışsın Kübra. Çok değer verdiğim şair arkadaşım
Ahmet Akarsu
Ahmet Akarsu
bu kitap hakkında iki gün önce demişti ki: "Huzursuzluğu hissetmek için uzun sürede yavaş yavaş okudum." İyi kitaplar böyledir, huzursuz etse de birçok kapı açar, okumadan önceki halinize geri dönemezsiniz. İyi kitap, iyi inceleme, tebrikler...
K. okurunun profil resmi
Teşekkür ederim abi. 🌿
Hakan okurunun profil resmi
Ablacım bu nasıl bir inceleme... yine arşa çıkarmışsın. Sen de 1 yıl üzerinde bir sürede okuyanlardansın :) Sadece 70 sayfa okudum, beni çok sarstı; sanirım en sevdiğim kitap olacak.
K. okurunun profil resmi
Hakancım bence bu kitap bir kerede okumak için yazılmamış, okunabilir ama ruha da çok yüklenmemek gerek. Bazı alıntılar hayatımızdaki bir kareyi gözümüzün önüne getirebildiği için sarsıcı bir kitap evet. Teşekkür ederim, beğenmene sevindim. :)
5 sonraki yanıtı göster
Nur S. okurunun profil resmi
Uzun zamandır böyle güzel bir inceleme okumamıştım Kübra Hanım, bu tür güzel kalemlere hasret kaldık buralarda. Hep yazın, hep okunsun. Bilginize sağlık 🤍
K. okurunun profil resmi
Teşekkür ederim, beğenmeniz memnun etti. ☺️🌸
İclâl okurunun profil resmi
Bir hayli geç oldu ama baştan savma okumak istememiştim ve buradayım:)) Biraz gayri ciddi başlayacağım.. hani demişsin ya Genç Werther’in okuyanlar intihar ediyorsa bu kitabı okuyanlar diye. Sonuna gelemediklerinden olabilir diye düşündüm okurken. Bu kitabı sonuna kadar okuyabilmek bile hayata bağlı olduğunu gösterir bence bir insanın :)) Yazını çok sevdim tam bir Kübra incelemesi :)) kitapla olan çatışmanı, tartışmanı, anlayışını hissetmek çok keyifli. Senin yazdıklarından anladığım kadarıyla kitap biraz da modernite eleştirisi. Olgular, etikler, amaçlar, ezberler, kurulmuş ahlaki normların süsleri arasında çürüyen insanlık. Temelini ararken temelsiz kalmış, dayanağını bulamamış, belki de bulduklarının iki yüzlülüğünde savrulmuş, hiçliği arar olmuş bir insan canlandı zihnimde... Sonra da Camus'nun Düşüş'ü geldi aklıma. Okudukça yazını oradan oraya savruldum ben de. Bu aralar çokça düşündüğüm bir şey var. Hepimizin bir dert yarıştırma, hayat kıyaslama eğilimi var ve sosyal medyanın da etkisiyle artıyor bu günden güne. Ama bu kıyasa kişinin bu hayatla başa çıkma yetisini de eklemek gerek gibi geliyor. Bizim normal gördüğümüz bir hayatın içinde kaybolacak, düşecek kuyular saklayabiliyor kimileri. Kalemine sağlık uzun zaman olmuştu. Özlemişim :))
K. okurunun profil resmi
Dert hayatın kaçınılmaz gerçeği. Ama yaşamak gerçekse, güzelleştirmeye odaklanmalı. Ölmek için acele etmeye de gerek yok, eninde sonunda gelecek. Biz de sizleri görmeyi özledik ama artık burası hayalet kasaba. :)
Metin T. okurunun profil resmi
Kafka ile Pessoa arasındaki paralellikler oldukça dikkat çekicidir. Hemen hemen aynı tarihlerde yaşamışlar. Kafka 5 yıl önce doğmuş, 11 yıl önce ölmüş. İkisi de yaşadıkları şehrin -Prag ve Lizbon- sembolü olmuş. Kendileri buna şahit olmadıkları gibi akıllarından bile geçmemiş olmalı. En ilginç benzerlikleri ise, ikisinin de yaşadıkları süre içinde sadece bir tek kitapları yayınlanmış ve geriye hala daha ayıklama ve yeniden basımları gerçekleştirilen, gizemli, dev bir yazınsal hazine bırakmışlar. Çok doyurucu bir incelemeydi. Aklına, kalemine sağlık.
K. okurunun profil resmi
İkisinin arasındaki benzerlik hakkında hiç düşünmemiştim. Arkalarında bıraktıklarıyla ünlenip, buna şahit olmamaları da hayatın cilvesi olsa gerek. Teşekkür ederim, beğenmenize sevindim. ☺️
Necip G. okurunun profil resmi
Birkaç defa okumayı deneyip başaramadığım kitaplardan biri. Sanırım orada yazanların pek çoğunu yaşadığım(ız) için 675 sayfalık hakkımı daha yabancısı olduğum konularda harcamak istedim:) Yazdıklarından onlarca cümleyi aradan çekip ayrı bir şekilde üzerine konuşmak mümkün. Çünkü tespitlerin pek çoğu tam damarımıza basıyor. Yazarın da tabii ki:) Onun da hakkını verelim:) Ama ben belki metni de özetleyebilecek, senin 4.paragrafta alıntıladığın cümleyi tekrar buraya taşımadan geçemeyeceğim: "Hepimiz kendi dışımızdaki koşulların tutsağıyız." Evet bir özgürlük mücadelesi şart. Ama bugüne kadar bizi oyaladıkları özgürlük kavramından çok daha farklı bir özgürlüğün mücadelesi. Bir benlik savaşı belki de... Bir 'kendini bilme' yolculuğu... Biz ihmal ettikçe, hayat kafamıza vura vura hatırlatıyor her 2 yılda bir. Sevgili Kübra, aradan aylar geçse de, yine senin bir incelemenin altında hayatı sorgulamaya devam ediyoruz:) Kitaptan sana kalanları her zamanki samimi üslubunla o kadar güzel anlatmışsın ki, inceleme mi okudum, oturup sohbet mi ettik, ayırt etmesi çok güç. Daha sık görüşmek dileğiyle... Sevgiler...
K. okurunun profil resmi
Necip Abi ismini görmek ne güzel. 🍀Kitaplar da olmasa diyorum... 432 gün süren bu okumanın benim açımdan da son derece gelgitli olduğunu söyleyebilirim. Karanlık karamsar tadıyla başka isimler çağrıştırsa da Gecenin Sonuna Yolculuk gibi bir kitaptı diyebilirim. Yıllar geçse de dönüp dönüp bakabileceğim alıntılarla dolu. Bu kadar çok altını çizecek şey bulamasaydım, ben de okumayı istemezdim. :) Hayatın bize öğrendiklerini bu baharda uygulama şansı bulursak, belki bahar hayatlarımıza da gelir. :) Arada bir de olsa, kelimelerin vesilesiyle sohbet edebilme şansı bulmak çok keyifli. İnce sözlerin için teşekkür ederim. Her inceleme bazen bazı kitapları neden okumamalıyız sorusunu yanıtladığı için de iyi oluyor. Ömür kısa, bildiğimiz yolları tekrar tekrar ezber etmeye gerek yok bence de. Selamlar sevgiler. 🌸
Süha Murat Kahraman okurunun profil resmi
Yaşanabilir bir hayat zıt kutuplara temas etmekle mümkünse "Huzursuzluğu Kitabı" bize baştan sona aslında "huzur"u anlatmak için var. Anladığım kadarıyla yazar, karakterine huzursuzluğu öyle yaşatmış ki okura "huzur"a ulaşmanın zor olmadığını, basitte, genelde,olağanda, rutinde, klişede ne büyük imkanlar olduğunu bir ölçüde keşfettirmiş. Bir anlamda okur için karakterine kıymış... Ellerinize,emeğinize sağlık Kübra Hocam. Böyle incelemelerin varlığı içimizi ferahlatıyor,huzur veriyor. Kaleminiz dert görmesin:) Varolun...
K. okurunun profil resmi
Yazar bize ''basit''in ne kadar önemli olduğunu göstermiş hakikaten. Teşekkür ederim Süha Hocam. :)
FatmaYıldız okurunun profil resmi
Huzurun kıymetini bilecek kadar huzursuz olmak kafi bu hayatta. Okumadığım uzun bi sürede okumak niyetinde olmadığım bi kitap ama incelemene hayran kaldım. Misal bu kadar farkındalıklı incelemeler de beni huzursuz ediyor. Neden mi? Fesatlıktan :)) Kalemine sağlık Kübra...
K. okurunun profil resmi
İçimize huzur veren şeylerle ilgilenmek daha iyi, zaten hayat yeterince bunaltıyor herkesi. Teşekkür ederim. :)
Nesrin A. okurunun profil resmi
Kübra, geçmiş zaman olur ki, senin bir yorumun vardı ya da bir incelemen, bir yabancı ile hayatlarına eğlence giren karı-kocanın aralarındaki iletişimsizliğinin yıkıcılığı üzerine. Beylik laflar vardır, beylik tavsiyeler, ilişkiler konusunda, çocuk eğitimi konusunda. Bilirsin ama kulak ardı edersin, ta ki doğru zamanda bir insan onu içine işleyecek şekilde hatırlatana kadar. İnsanın acısını insan alıyor. Bu işin matematiği olmaz da iki yapıcı sözle, bir güzel laf kaldıraç görevi görüyor. Dediğin gibi çelişkiler de insanın parçası. Engin Geçtan, insanın hem yapan, hem bozan, hem seven, hem kıran bir varlık olarak kendisini ve diğer insanları anlayabilmesinin zor olduğunu söylüyor. Huzursuzluğumuzun temel nedeni belki de anlamlandıramadığımız bir kargaşanın içinde hissetmemiz. Başlıklar çok güzel, cümlelerin inci gibi altı çizilecek türden, ellerin dert görmesin 🌸
K. okurunun profil resmi
#101182573 incelemesinden bahsediyor olmalısın. İletişim her birimiz için ne kadar önemli değil mi? Teşekkür ederim, ismini görmek güzel. 🌸
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.