Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

184 syf.
10/10 puan verdi
Dikkatimi çeken her türlü sözü kayıt altına alırım. Bağlamlarına göre bu sözleri tasnifler, daha sonra belli aralıklarla okurum. İlk okuduğumdaki etkisini koruyup korumadıklarına bakarak, gereksiz yer kapladığını düşündüğüm sözleri elerim. Ancak listemde bazılarının yeri ve başlıkları hiç değişmez. Bunlar ilk bakışta anlam yükleyemediğim ya da her okuduğumda içeriği farklılaşan sözlerdir. Bazı sözler sahiplerinin karakterine bürünür; utangaç, nazlı, gizemli, güçlü, kıskanç ya da kibirli olabilirler. İçerdikleri anlamı kolay kolay aşikâr etmezler. Bu da bizi, onların bekçisi olmaya iter. Sözün bekçisi olmak da sözün kapısından girip çıkan anlamları tanımanın imkânını sunar. Bu açıdan bazı sözleri idrak etmek için yapabileceğimiz tek şey akışa bırakmak ve beklemektir. Listemde bir söz var ki, bende uyandırdığı anlamın mücessem hali Sezai Karakoç diyebilirim. Eserleri ile harcadığım mesai boyunca edindiğim izlenim, o sözün Karakoç’u yansıttığı gerçeğiydi. Ancak bu tabloda bir eksiklik vardı. Evet, söz bir ölçüde anlamına kavuşmuştu ama sonuç olarak Karakoç’u yalnızca eserlerinden tanıyordum. Ötesi yoktu. Son zamanlarda ise Sezai Karakoç’u tanıyanların dilinden dinleyip, onların kaleminden okumaya başlamaya karar vermiştim. Nihayetinde yazarlar, zihnimizde eserleriyle hayat bulur. Okudukça zihnimizde yazara dair iyi ya da kötü resimler çizeriz. Onlara karşı kanaat notumuzu o resimler belirler. Çoğu zaman sıkı bağlar kurduğumuz yazarların eserlerindeki gücü gündelik yaşamlarında da sürdürmelerini bekler, aksi bir durum ile karşılaştığımız zaman ise yadırgarız. Her ne kadar doğal bir durum gibi gözükse de bu aslında beklentilerimizle alakalıdır. Onların da bir insan olduğunu unutur, taşıdıkları sıfatların her an bedelini ödemelerini bekleriz. Bu düşüncenin doğal olduğu kadar acımasızca bir yaklaşım olduğunu ve törpülenmesi gerektiğini akıldan çıkarmamak gerek. Sezai Karakoç özelinde, benim yaşadığım durumda böyledir. Zihnimdeki Karakoç ile gerçekteki Karakoç arasında çelişkiler çıkarsa hayal kırıklığına uğrayacak mıydım, belirsizdi. Beklentilerimin esiri olmamak ve bu putu yıkmak için her şeye rağmen bilmek istiyordum. Hayatında ‘Diriliş’ düşüncesini ne kadar yansıttığına dair büyük bir merak duyuyordum. Yaptığım görüşmelerde ve okuduğum yazılarda gördüm ki, Karakoç’u kendi metinlerinden tanıyarak vardığım sonuç ile tanıyanlardan takip ederek vardığım sonuç aynıydı. Hakkında elle tutulur herhangi bir çelişki ile karşılaşmadım. Özellikle bu noktada Karakoç ile uzun yıllar vakit geçirmiş olan Ömer Ertürk’ü anmak isterim. İstanbul’da bir arada olduğumuz vakitlerde sık sık bahsi açılır ve Karakoç’un gündelik hayatına dair anekdotlar aktarırdı. Dikkat çeken en önemli özelliğinin ‘Diriliş’ düşüncesinde ortaya koyduğu şahsiyeti tam anlamıyla temessül etmiş olmasıydı diyebilirim. Kaypak ilişkiler ve ucu bucağı olmayan tavizlerle hayatımızda sıkça karşılaştığımız için onun tavizsiz duruşu hayranlık uyandırıyordu. Hal böyle olunca tecessüs devreye giriyor ve daha çok ayrıntı öğrenmek istiyordum. Ömer Ertürk’ü daha fazla bunaltmak istemedim. Onun yüksek lisans tezinde Karakoç hakkında birçok hatıra aktardığını öğrendim. Karakoç hakkında yazılmış bazı kitapları alıp okumaya başladım. Biri de Ömer Ertürk’ün yüksek lisans tezinden kitaplaşan “Sezai Karakoç’un Kutlu Millet İdeali” idi. Biyografik kitapların sistemli olup olmamasına dikkat etmek gerek. Çoğu zaman metnin planlandığı kronolojik sıradan kopup, birbirinden bağımsız konulara daldığını ve bir yere varamadığı oluyor. Bu yüzden kitapta öncelik verdiğim ilk nokta planlama oldu. Ömer Ertürk, eserini üç ana başlık halinde tasnif etmiş: “Sezai Karakoç’un Hayatı ve Eserleri”, “Sezai Karakoç’un Diriliş Düşüncesi” ve “Sezai Karakoç’un Diriliş Düşüncesinde Kutlu Millet”. Başlığın çağrıştırdığı konular dışında herhangi bir alt başlık dikkatimi çekmedi. Karakoç’un eserlerinin tek tek verilmesinin ardından ona dair hatıralara on iki sayfalık yer ayrılmış. Kendisinden ve farklı isimlerden derlediği hatıralar oldukça önemli. Çünkü meraklıları için kitaplarından tanıdığımız Karakoç’un, kitapları dışındaki hayatına dair işaretler veriyor. Bazen zihnimize şöyle sorular düşebiliyor: “Kitabında öyle yazmış fakat yazdığı gibi biri mi acaba?” İşte bu sorunun cevabını böyle metinlerde bulabiliyoruz. Ömer Ertürk’ün bu bilgileri aktarması aynı zamanda “Kutlu Millet İdeali”ne geçmeden önce bir arka plan sunması açısından da önemli. Tekrarlamakta fayda var ki idealinin dışında bir yaşantısı söz konusu değil. İşte şimdi yazının girişinde bahsettiğim söze gelebilirim. O sözün anlamına kavuştuğu ayrıntıyı, birinci bölümün alt başlığı olan “Mizacı ve Hakkında Bazı Hatıralar” bölümünde yakalamıştım. Aktarılan pasajda şöyle diyor Karakoç: “Ben şahsen tanıdığım ve tanıştığım herkesle candan arkadaşlık kurmuş ve bunu ne pahasına olursa olsun korumak istemiş, ipler hep kopma noktasına geldiğinde yeniden bağlama özen göstermiş, bu konuda dikkat sahibi olmaya gayret etmişimdir. Denilebilirse, Anadolu ruhunu, sadakatli olma ruhunu taşımayı hayat memat meseleleri bilen biriyim…” Buraya kadar ki cümleler dikkat çekmek istediğim cümlenin öncesini içerdiği için aktarmadan geçemedim. Çünkü beni cezbeden ifade bu cümlelerin hemen arkasından geliyor: “Mizacım gereği, yaptıklarımın başkası tarafından görülmesi için bir gayret sarfetmem. Propagandasını yapmak âdetim yoktur ortaya koyduklarımın. İlgililerin onu görmesini yine kendilerinden beklerim.” Karakoç’un bu özelliğine dikkat çekmemin nedeni son zamanlarda ayırdına vardığım bir düşünceye dayanıyor. Görmek ve görünmek. Kısaca bahsetmek gerekirse, içinde yaşadığımız çağın mottolarından biridir: “Görünüyorum o halde varım”. Dursun Çiçek’in ifade ettiği üzere modern insan bizatihi görüntü olduğu için tüm yapıp etmeleri de görüntü ürünü haline geldi. İnsanların bu dönemde iyilik adına yaptığı eylemlerin arka planında bile görünme dürtüsü yer almaya başladı. Hal böyle olunca yine onun deyişiyle, modern insan sokakta yürürken, konuşurken, yerken ve içerken daima izleniyormuş, takip ediliyormuş hissine kapılarak pozlar veriyor. Hatta yalnız başına kaldığında bile izleniyormuş gibi davranıyor. İçinde olduğumuz zamanın durumu böyle iken Sezai Karakoç’un “…, yaptıklarımın başkası tarafından görülmesi için gayret sarfetmem” vurgusu, üzerinde düşünülmesi gereken bir davranıştır. Girişte bazı sözlerin bekçisi olmaktan bahsetmiştim. Bekçisi olduğum bir sözün mücessem halinin Sezai Karakoç olduğunu, bunu da Ömer Ertürk’ün eserindeki bir anekdottan yola çıktığımı açıkladım. Sezai Karakoç’un “Kutlu Millet İdeali” hakkında söylenecek çok şey olsa da, bunun okurun bizzat yaşayacağı bir tecrübe olmasını istiyorum. Ha bu arada o söz İhsan Fazlıoğlu’na ait. Şöyle diyor: “Kişinin söyleyecek şarkısı var ise, dinleyici aramaz. Bilir ki, söz menzile girerse, çölde dahi bir dinleyeni çıkacaktır. [zâten;] Hiç bir kulağı varsaymadan, kişinin kendi şarkısını terennüm edebilmesi, yaşama cesâretinin zirve bir ifâdesidir.” Edebifikir: edebifikir.com/kitap/sezai-kar...
Sezai Karakoç’un Kutlu Millet ideali
Sezai Karakoç’un Kutlu Millet idealiÖmer Ertürk · Mostar Yayınları · 024 okunma
··
3.776 görüntüleme
Elif okurunun profil resmi
Emeğine sağlık İbrahim. Dolu dolu bir değerlendirme olmuş.
Penthos okurunun profil resmi
Sağ olasın Elif
Esra Özgen okurunun profil resmi
Muazzam bir inceleme olmuş,hayranlıkla okudum resmen.Emeğinize sağlık.
Penthos okurunun profil resmi
Estağfirullah, sağ olun.
Hatice Küçük okurunun profil resmi
Okurken hem keyif aldığım hem de bir kendime bir şeyler kattığım bir inceleme olmuş tebrik ediyorum.
Bu yorum görüntülenemiyor
Ayşe okurunun profil resmi
Ne yazık ki uzun inceleme yazmayı da okumayı da seven biri değilim. Ama bu inceleme okunmaya değer güzellikte olmuş 👌🏻
Penthos okurunun profil resmi
Teveccüh buyurdunuz eyvallah :)
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.