Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

116 syf.
9/10 puan verdi
Görmüş Bulundum
Ben şiir okurken önce sözlükleri rafa kaldırıyorum. Kitabın kapağına bakmıyorum, kitabın kapağında fotoğrafa hapsolmuş şairin bakışlarıyla buluşturmuyorum gözlerimi. ‘İkinci Yeni bir başlıktır, bunun iki buçuğuncu yenisi, üç yetmiş beşincisi yoktur’ demiyorum. Kaçınıyorum birkaç kelimeden başlıklar üretip şair künyelerini bu çatılara tıkıştırmaktan. Bence (burada Türkçe gibi bir dil olan Bence’den bahsediyorum) şiir sezgiyle okunur. Dışarıdan içeriye dolan bir şey değildir, başlangıcı içeri olan dışarı yönelimli bir akıntıdır. Ben şiirin dilinin, "bence" olduğunu düşünüyorum. Şairlerin özün yanında bir nesne gibi olduğunu, şiirle temasın rastlantılarla mümkünlüğünü… “Erimek, bir olmak ve unutulmak içindeki onlardan Ya da bir başkaca şey: ben kendimi ayırıyorum O yapayalnız olmaktaki kendimi Böyleyken akıp gidiyorum bir nehir gerçeği gibi Sanki ben upuzun bir hikaye En okunmadık yerlerimle Yok artık sıkılıyorum.” Ben şehrin kahvehanelerini, çarşıları kendime ayırıyorum, şehrin hiç okunmamış yerlerinin altını çiziyorum. Onların, şiiri bir mendil gibi ceket ceplerinde taşıyan o eski dönem adamlarının da öyle yaptığını biliyorum. Aynı şehirde, aynı kelimelerin, benzer yaşanmışlıkların peşine düşüyorum. "-Bir sabah yağmurunun en küçük tanımıysa Şu benim sesim Çizip çizip siliyorum sesimi” Ben ona bazen bir masada, sokakları tarayan bakışlarımda, erguvan morlarında, antikacı vitrinlerinin ulaşılamaz ulaşırlığında, çarşıların ahşap kokularında, kalabalıklar ortasındaki aynalardaki yansımamda ansızın rastlıyorum. “Hiçbir yere taşınıyorum, kendime sızıyorum yalnız Ben dediğim koskocaman bir oyuk Koltuğun üstünde, aynadaki yansıda Bir oyuk! sofada, mutfakta, yatağımda” Edip Cansever'in şiirinde imgenin anlamını biçim neye dönüşürse dönüşsün koruduğunu görüyorum. Masada görünür objeler var. Bir antikacı kelimelerin tozlarını alıyor, cümleleri raflara muntazamca diziyor. Şeylere dokunmak, şeyleri görmek, bir vitrinin ışık oyunları, küçük bir atölyenin makine kokusu. | Kendimi Yaşama Hazırlar gibi Kurmak Şiiri “Bir imbik gibi yaşadı. Şiirini bir imbikten süzerek. Denizli bir kentte genç bir martı idi. Ama hep denizsiz kentlerin yaşlı martılarını anlattı. ‘Bir gün ölümü beğenmeyecekseniz dikkat! Ölmeyin kolayla!’ dedi ve öldü. Sahi Edip Cansever öldü mü?” || (
Adnan Binyazar
Adnan Binyazar
, “Denizli Bir Kentin Genç Martısı”, Milliyet Sanat, S.147, Temmuz 1986, s.37.) Edip Cansever, yeniler içinde bir eskici, varoluşçuluğun kıyısında bir şair. Biçim ve yön açısından deneysel ilerlemiş. Onu ne zaman okusam ister istemez kronik bir biçimde dönemiyle kıyaslıyorum. Şiirlerindeki en görünür nokta, yarattığı öykü atmosferi. Kelimeler sanki bir anlamı tamamlamak için birbirleri ardına diziliyor. Bir ardıllık ve ardışıklık var. Bu akışla birlikte, şiirde odağın arkasında kalan elementler dekoru amaçlamayan bir dekor gibi görünüyorlar. Cansever'e göre
T. S. Eliot
T. S. Eliot
’ın nesnel karşılık kuramından yola çıkıyorsak coşkularımız, duygularımız, düşüncelerimiz şiire aktarıldığı zaman oradaki nesnel karşılıklarını bulmalı. Bir şiir içindeki nesnelerle, içindeki yaşam biçimleriyle, ilişkilerle ve daha bir sürü öğeyle oluşturuluyor. Cansever için, şiirlerde gereksiz ayrıntı sayılabilecek şeyler aslında bir fon gibi gerekli olan şeyler. Dize biçimi kırılmış; öyküler, tahayyüller, tasvirler, diyaloglar çatlaklardan içeri dolmuş gibi. Biçim sanki bir antikacının masası, alabildiğince öğe eklenmiş. Önüne hangi sahnenin çıkacağını bilmez bir vaziyette şaşkınlığa hazır bir okuyucuyu olarak bazen tiyatronun ve resmin imkânlarından da yararlanıldığını fark ediyorum. Bunun şiirde yeni zamanlar ve yeni zeminler yarattığı kanısındayım. Edip Cansever, şiirin yaratıldıktan sonra insan gibi yaşadığına inanmış. Esinini davetsiz bir misafir gibi beklemek yerine, kendisi çağırmış. İmgenin, nasıl ve nereden geldiği belirsiz o sesin, sözcüklere ancak zaman ve zemin kontekstinde dönüştüğünü söylemiş. “Şiirlerimi yazı makinesiyle yazarım. Yazarken aynı anda şiiri görmek önemlidir benim için. Ön çalışmalarım kalabalıklara karışmak, yolculuklara çıkmak, yıllardır bitiremediğim İstanbul’u adım adım dolaşmaktır. Bir de denizsiz yapamam. Yaşamım bir kıyının yaşamı gibidir.” || (Edip Cansever, Gül Dönüyor Avucumda, s.37-38.) Evrende tüm formlar, görünüşler, şeyler, aksiyonlar, oluşlar, durumlar, sesler, kokular bir anlatım içinde. Obje, öğe, element diyebileceğimiz her uyaranın bir ifadesi var. Sözcükler, bunları kendine özgü bir ifade tekniğiyle muhataplarına duyuruyorlar. “Şimdi kolay şiirden zor şiire doğru bir geçiş var. Bu geçiş kendisini iki yönde belli ediyor: Biri mısra yapısında, öteki şiiri düşünüşte. [....] Mısra yapısını kolay deyişten kurtarmak, ona yeni bir hava vermek istiyorlar. Ama bu geriye bir dönüş değil, bir ileriye atılış. [....] Yeni düşüncelerle yeni sözlerle bize yeni bir evren, ancak düşüncemizde kurulacak yeni bir düzen getiriyorlar." ¹
Muzaffer İlhan Erdost
Muzaffer İlhan Erdost
, İkinci Yeni şiirini bir “kilim deseni”ne benzetiyor. Ona göre nasıl ki bir “kilim deseni”nin ya da “nakış”ın söylediği hiçbir şey yoksa, İkinci Yeni’nin de söylediği bir şey yoktur. Bir şey söylüyorsa bu “rastlantısal”dır: "Bu şiirin amacı bir şey söylemek değil, şiirin kendisini kurmaktır. [....] Bugünkü şiir akımı kurmaya başladığı şiir diliyle, öyküden, romandan, denemeden giderek ayrılacak. Şiir doğrudan doğruya kelimelerle yapılan, kurulan bir nitelik kazanacak, dörütün bir kolu olacak. Salt geometrik biçimlerle, renklerle kurulmuş bir desen, bir nakış gibi." || (“Bir Şey Söylemeyen Şiir”, s. 51) Cansever de gerçek ve katkısız şiire yakın. Biçimleri de içeriğin bir parçası olarak kullanmış. Biçimlerle şiirin şematik özel yapısını derinlemesine ve dikey olarak işlemiş imgeleme. Çağrışım ve imge kovanına çomağını sokmuş. İçeriğin semantik akisleri, etkileri, şiirin yapılaşmasına evrenin yepyeni ve düşsel (oysa düşsellikle ilgisi yok yazdıklarının, imgelemde düşselliğe dönüşüyor) bir vision'unu ² (imge, tasarım, düşgörü) aktarıyor ve anlam derinlere çekilmiyor, tersine derinlerden yüzeye doğru yükseliyor. Olağanüstü bir şiirsel durum, süreç ya da edim bu. | Her Yanı Görmeler ve Bakmalar Kapladığında “Gözlerim bir balığın onu tutma denizlerinde Gözlerim bir balığın. Bir balık ellerimde, Balıktan bir göz ellerimde; Kirpiksiz, tuzlu, kesin Bakışları günlerce.” Şiirlerde göz, parçalanmışlığın önemli bir odak noktası, bilinçaltı derinliğinin dışavurumunun göstergesi. Resim, sinema şiiri üçgeninde de sezginin ön gösterimi seyretme. Şiir sezgi işi ve sezinin duyularla karşılandığı aşikâr. Bu yüzden görüyü dolaylı ya da dolaysız sezdiren mısralarla karşılaştığımda bir duruyorum. Bunlar şiirin durma noktaları gibi. Hayır, bunlar şiirin görme noktaları. Sanki ne zaman görmelerden dem vurulsa, dikkat okuyucuya çekiliyor gibi hissediyorum. Artık göz benim, artık söz benim. Öz’e dair bir şeyler söyleyebilirim çünkü gören benim. Çünkü ben aynaya bakıyorum, aynaya baktığımda şiiri okumuş oluyorum. Şiir bir görüntüler yumağı, dağılan ipliklere her temasımda çoğalıyorum. “Bakmalar görüyorum bütün gün türlü bakmalar Pencere bakması, sabahlar bakması, yeşil otlar bakması Hepsi de beni buluyorlar, hepsi de bir yağmur uysallığında Gördüm suyun ki yumuşak, gördüm ağacın ki katı Gördüm ama şey, gördüm ama nasıl, gördüm ama bu kadar göz Aynı bir gözler denizi, aynı bir o kadar canlı.” Görüntüye ya da gözün kendisine rastlamak anlatıyı çoğullaştırıyor, onu yazı sınırlarında başka anlatı biçimlerine de yaklaştırıyor. Literatürde göz, elbette somut anlamıyla değil; birbirinden çok farklı ve yoğun imgeler dizgesi olarak kullanılıyor. Örneğin, sürrealizm, 1920’lerde ortaya çıkan ve
Andre Breton
Andre Breton
’un “ruhsal otomatizm öğretisi” ³ olan bir sanat akımıdır. Sanatın içeriği, “cinsel dürtüler, ölüm korkusu ve hayat içgüdüleri” ⁴ gibi konulardan oluşur. Savaşların etkisiyle dış varlığından kopan insan, içine kapanır ve sadece düşünce dünyasıyla baş başa kalarak görme yetisini tekilleştirir. Örneğin kübizmde,
Pablo Picasso
Pablo Picasso
’nun Girl with Red Beret ⁵ tablosundaki kızın gözlerinden biri çok büyük olarak çizilmişken öteki küçük çizilir. Kızın yüzündeki orantı ve ölçek tahrip edilir. Bu resmin anlatısı, duygu ve düşünce dünyasındaki nispetini kaybetmiş insandır. Dolayısıyla bozunmaya uğramış ve anlamsız görülse de anlamı amaçlar. Cansever’in şiirleri de savaş dönemi çevresinde kurulmaları; çok sesli, yer yer karamsar örtülü olmaları, yaşantıyı birey gözünden ele alan ama bireyci olmayan bir temelde yansıtmaları nedeniyle sürrealizme benzetilebilir. Ayrıca imgenin bükülmesi, şiirlerde bakışın bazen deformasyona uğraması da burada görsel kaidelerin de yazıyla birlikte geçerli olduğuna işaret ediyor olabilir. Cansever’in şiir nesnelerini bir tabloya dökebilseydim şehir ve insan gibi somut bir temelden yükselen ve gittikçe biçiminin dışına taşan bir renk ve şekil gradyanı oluşturacağını düşünüyorum. Bunun çoğunlukla bakışla da ilgisi var. Salvador Dali’nin The Eye of Time⁵ adlı tablosunda üzerinde akrep ve yelkovan bulunan bir göz var. Cansever’in göz imgesini şiirlerinde kullanımını ve metinlerinin kendine özgü bir zaman algısının olmasını, temaların ardında bilinçaltı göndermelerinin bulunuşunu Dali’nin tasarım yaklaşımına benzetiyorum. İster ressam olsun, ister şair, sürrealistler resim ve şiirlerinde göz organına daima ilgi duyuyorlar ve farklı imge değeri olan anlamlarda kullanıyorlar. Cansever’de de gözün zaman zaman çıkarılıp takılan, alınıp satılan, götürülüp getirilen bir nesne haline geldiği oluyor. Şair, gözlerini içe yöneltiyor ve dış dünyayla bağlantısı kesiliyor. Şiirlerinde göz, acı çekmenin ve parçalanmışlığın bir aracı. Şair göz ile içe baktığını zaten saklamamış. Göz, neşenin ve zevkin adresi değil. Ancak huzursuz iç âlemi dalgalandıran bir rüzgâr gibi. Halüsinatik yapısının bir yansıması: “…kabuslar, sanrılar, patolojik durumlar, umutsuz kötümserlikler” sürrealist sanatın önemli ayrım noktaları.⁶ Yalnızlık, parçalanmışlık, yabancılaşma, dışlanma gibi durumlarda söz konusu oluyor göz sözcüğü. Cansever, zaman zaman göz sözcüğü üzerinde oyunlar oynamış, gözü bir organ olmaktan çok bireysel durumların ifade aracına dönüştürmüş, tıpkı bir nesne gibi çıkarıp bir yerlere asmış veya yola fırlatmış. Ve yine, Cansever'in şiirinde imgenin anlamını biçim neye dönüşürse dönüşsün koruduğunu görüyorum. Masada görünür objeler var. Bir antikacı kelimelerin tozlarını alıyor, cümleleri raflara muntazamca diziyor. Şeylere dokunmak, şeyleri görmek, bir vitrinin ışık oyunları, küçük bir atölyenin makine kokusu. Fakat şair izlenmekten sıkıldığında, ya da gözlerinin içsel atmosferini yansıtmasından korktuğunda, ve başkasının kendi gözleri üzerine iktidar kurmasından kaçındığında görmek, onun için bir mahremiyete dönüşüyor. “Bu kimin duruşu, bu sizin en gülmediğiniz saatlerde Her cümlede iki tek göz, bu kimin” Tekrar, ben, şehrin kahvehanelerini, çarşıları kendime ayırıyorum, şehrin hiç okunmamış yerlerinin altını çiziyorum. Onların, şiiri bir mendil gibi ceket ceplerinde taşıyan o eski dönem adamlarının da öyle yaptığını biliyorum. Aynı şehirde, aynı kelimelerin, benzer yaşanmışlıkların peşine düşüyorum. - | Dipnotlar: 1. “İkinci Yeni” 26-28 2. Edip Cansever: Yani O Kendine Sürgün Olan, Özdemir İnce, Gösteri 28-34 3. Hançerlioğlu 1970: 106 4. Picasso, Girl with Red Beret | i.hizliresim.com/5lum5xq.jpg 5. Salvador Dali, The Eye of Time | i.hizliresim.com/e1o0ih1.jpg 6. Rosenthal ve Yudin 1980: 186 | Kaynaklar: 1. Hançerlioğlu (1970), Orhan, Felsefe Sözlüğü, Remzi Kitabevi, İstanbul. 2. Rosenthal ve Yudin (1980), M.,P., Materyalist Felsefe Sözlüğü, Sosyal Yayınları, Ankara. 3. Cansever (2009), Edip, Şiiri Şiirle Ölçmek – Şiir Üzerine Yazılar, Söyleşiler, Soruşturmalar, Haz. Devrim Dirlikyapan, YKY, İstanbul. 4. Edebî Metinlerde Dil ve Üslup İncelemeleri ve Edip Cansever'in Dil ve Üslubunda Psikolojik Unsurlar, Mustafa Karabulut 5. Edip Cansever'in Şiirlerinde Göz İmgesi, Ferhat Korkmaz, International Periodical For The Languages, Literature and History of Turkish or Turkic Volume 7/3, Summer 2012, p. 1777-1789.
Gelmiş Bulundum
Gelmiş BulundumEdip Cansever · Yapı Kredi Yayınları · 20089,5bin okunma
··
1.244 görüntüleme
SELENYA okurunun profil resmi
Şimdi anlıyorum, okul sıralarında defterlerin köşeciklerine karalanan o göz, gözler. Her idrakla gören gözün, bir çocuk tarafından mucizesinin ilanı. Cansever'in gözleri de senin defterinin köşelerinde şekillenmiş olmalı.- köşe demişken, Karakoç duysa; "Tarif edilmez güllerin yankısı gözlerin Gözlerin kaç kişinin gözlerinde gezinir Sen kaç köşeli yıldızsın" demeden geçmezdi. Senin gözlerin hangi köşe başında kim bilir ama şunu bilirim ki; "Kirpiksiz, tuzlu, kesin Bakışları günlerce.” kelime oyunu artistliği challengına davet ediyorum seni. Gözün özünü, özellikle özel özerkliğini öngörmüş sözün tözüne özgü örüntü özümser. hizliresim.com/2ag5ogg
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.