Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

Kübist kamuflaj, çoğu insan için daha önce hiç rastlamadıkları bir görsel etki gösterisiydi. Fakat savaş bittiğinde, herkes bunları öğrenmiş, mimaride olduğu gibi diğer sanatlarda da kübist biçimlerle yeni denemeler yapılmayabaşlanmıştı. Bunlardan biri, 1919'da çevrilen "Dr. Caligari'nin Odası” adlı Alman filmiydi. Filmdeki olaylar bir delinin beyninde geçiyordu. Beyni simgeleyen dekorlardaki tüm biçimler, eğri büğrü üçgenlere ve diğer garip şekillere dönüşmüştü. Bu dönemde binalar da garip biçimlerde inşa edildi. Fakat tüm bu garip biçimler bir geçiş dönemine aitti ve fazla bir iz bırakmadı. Buna karşılık cephenin bütünlüğünü dikdörtgen renk yüzeyleri kullanarak parçalama çabaları, daha kalıcı bir etki yarattı. Almanların, savaş sonrasında yeni bir stil yaratmak için inatçı bir azimle yaptıkları deneylerle karşılaştırıldığında, Le Corbusier'nin 1920'lerin ikinci yarısında yaptığı çalışmalar hayret verici şekilde sade ve açıktı. O devirde, Le Corbusier bina tasarımları yanında ayrıca kübist resimler yapıyor ve mimari konusunda esin verici kitaplar yazıyordu. Yazılarında her şeyin nasıl akılcı olması gerektiğini anlatıyor, "Konut, içinde yaşanılan bir makine olmalıdır,” diyordu. Fakat tasarladığı evler yazdıklarından çok farklıydı -- bunlarda günlük yaşam için kübist bir çerçeve yaratma çabası görülüyordu. Bu evler ağırlığı olmayan renk kompozisyonlarıydı; kamuflaj yapılmış gemiler gibi ne olduklarını kavramak zordu.
·
364 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.