Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

671 syf.
·
Puan vermedi
neredeyse tamamı ilk kitaptan altını çizdiklerimi word'e geçirmiştim. dağınık düzensiz karman çorman bir şekilde atıyorum buraya da. mezopotamyalılar kanallar inşa ederek tarımı ve düzenli çalışmayı hayatlarına yerleştirmiş, bu da tarihin ilk otoriter monarşilerinin kurulmasını sağlamıştır. kanallar kurulduğu için tarım, mevsimlik yağışların akıbetine bırakılmadı. yerleşik düzen ve çalışma hayatı, yönetim teknikleriyle birlikte bürokrasiyi ve siyasal bağlılığı doğurmuştur. kanal sisteminin olmadığı ya da gelişmediği bölgelerde güçlü kent devletler görülmüyordu. civardaki göçebe toplulukların bu zengin devlete karşı yağma girişimleri de düzenli ordu ihtiyacını doğurmuş ve bu da siyasi otoritenin güçlenmesine katkı sağlamıştır. ancak mezopotamya coğrafyası gereği, sınırların belirsizliği söz konusuydu. bu da siyasal istikrarsızlığa ve bölgenin çeşitli kent devletlere bölünmesine neden oluyordu. mısır’da ise nil akarsuyunu çevreleyen çöl bölgesi saldırılardan korunmasını sağlıyordu. bu sayede siyasal birlik sürdürmek daha kolaydı. mezopotamya’da ticarete dayalı bir tarım gelişmemiştir. ticari amaçla gerçekleşen tarımsal üretim daha sonra grek yarımadasında ve batı anadolu’da başlayacak ve yeni bir uygarlığın temeli atılacaktı. ortadoğu’nun üstünlük çağında yerleşik yaşama geçilmesiyle birlikte ilk kez buğday yetiştirilmiş, metalurji öğrenilmiş; takvim, çivi yazısı, rakam sistemi, ağırlık ve uzunluk ölçüleri icat edilmiştir. anadolu’da ise parşömen üzerine yazı yazılmış, gümüş ve altın para kullanılmıştır. modern bilim, eski adıyla iyonya olan izmir çevresinde doğmuştur. otoriter bir güç olmaması özgür düşünceyi mümkün kılmıştır. siyasal güç tüccarların eline geçmiş ve onlar da zenginliklerinin kaynağı olan teknolojiye daha çok yatırım yapmıştı. farklı uygarlık noktalarının kesişiminde konumlanmıştı. okuma yazma yaygınlaşmış ve din adamlarının tekelinden kurtarılmıştı.1 grekler, phalanx adı verilen, sık saflarda yürüyen mızraklı ve kalkanlı askeri birlik oluşturdular. bu birlik toplumsal statü ve zenginlik farklılığını ortadan kaldırmış ve askeriyede güç, cesaret, disiplini öne çıkarmıştı. bu sayede kentin askerleri arasında dayanışma, bağlılık ve eşitlik duyguları oluştu. alçakgönüllü bir yaşam ve vatanseverlik, diğer kent devletlerden ayrıldıkları bir özellik oldu. ayrıca tahıl, zeytinyağı ve şarap üretimiyle birlikte tarım, ticari bir temele dayanmaya başladı. bu ticaretin doğurduğu zenginlik demokratik eğilimi ve felsefi düşüncenin gelişmesini sağlamıştır. iskender hem grek dünyasını helenleştirmiş (doğu-batı sentezi) hem de kurduğu merkeziyetçi imparatorlukla globalleşmenin ilk kıvılcımlarını çakmıştır. helenizmin bir unsuru olan roma, mö bir köyler öbeğiyken zamanla büyüdü. mö 500’lerde 850 km2’lik bir alana sahipken mö 260’ta 135.000 km2’ye hakim oldu. ilk kez bir cumhuriyet, kent devlet sınırlarının ötesine taşındı. roma imparatorluğu ilk büyük cumhuriyet ve batılı anlamda modern devletin öncüsü sayılabilir. roma, birliğini yurttaşlar arasındaki adalet ve yasalara bağlılıkla sağlıyordu. roma’nın bir imparatorluk olarak genişlemesi zenginlik ihtirasları ve seçim sistemindeki bozuklukları beraberinde getirdi. bu da roma’nın birliğini yok etti. roma’da birleştirici güç dini bir lider ya da dini güçler değil, ahlaki bağlardı. yurttaşlık düşüncesi zayıflayınca toplumsal birlikle beraber özgür düşünce ve bilim de zayıfladı. moğolların göçebe fetihleri, kötü durumda olan avrupa uygarlıklarının 15. yy’dan sonra yükselmesinde etkili olmuştur. moğollar, coğrafya gereği büyük bir nüfusu beslemeye elverişli değildi. bu yüzden cengiz han, ordularını bağlılıklarına güvenebileceği türk boylarıyla güçlendirdi. ancak türk yoğunluğu yerlileri aşınca moğol kültürü de zayıfladı. osmanlılar doğu ile batıyı, hıristiyanlık ile müslümanlığı, eski ile yeniyi, göçebeliğin irade, savaşkanlık ve disiplini ile yerleşikliğin itaat ve toplumsal düzenlilik ve uyumunu aynı siyasal sınırlar içinde birleştirerek tek potada eritebilmiştir. coğrafi bir avantaj olarak da trakya’nın hemen yanı başında kurulmuşlardı. islam dünyasında da hıristiyanlığa karşı savaşan vasfı bir prestij vermekteydi. uyruklarının dinine müdahale etmemesi, onların kültürel benliklerini sürdürmelerine müsamaha göstermesi, güvenlikleri kalmayan ve ağır vergiler altında ezilen trakya’nın hıristiyanlarına karşı kurtarıcı bir hava verdi ve direnme gücü göstermediler. göçebeliği ve yerleşikliği, hıristiyanlığı ve müslümanlığı, doğu ile batıyı bir araya getiriyordu osmanlı. bizans, roma imparatorluğu’ndan kalan boşluk üzerine kurulmuştu. selçuklu, arap imparatorluklarının boşluklarından yararlanarak bir türk islam sentezi kurmuşlardı. osmanlı ise batıda bizans’ın, doğuda selçuklu’nun bıraktığı boşluğun ortasındaydı. ortodoks ve katolik ayrılığı da osmanlının işine yaramıştı. bu sayede ortodoks kilisesini himayeleri altına aldılar. osmanlı, maceracı veya çapulcu bir istilayla değil bilinçli bir yayılma stratejisiyle ilerlemiştir. bunun göstergelerinden birisi de imparatorluğun henüz başlarında 1. beyazıt’ın timur’a karşı yenilgisinden sonra devletin ayakta kalmasıdır. 1. mehmet, devleti yeniden toparlamış ve özellikle hıristian tebaa üzerinde bu yenilgiye karşı bir tepki oluşmamıştır. zorba bir yönetime karşı ezilen ötekilerin gösterebileceği bir tepkinin gösterilmemesi bile osmanlı’nın adil, yumuşak, bilinçli ve hoşgörülü yapısına delalettir. gayrimüslimlerin birinci sınıf yurttaş olma ya da siyasal özgürlük gibi hakları olmasa da türklerin itibar etmedikleri ticareti eline almaları zenginliklerini artırdı. osmanlıların iç birliğini sağlamaya yönelik en önemli gelişmelerden biri, selim’in şii lideri şah ismail’i çaldıran’da yenmesi oldu. bu sayede doğuda daha güvenli sınırlara da erişilmiş oldu. feodalizm, merkezi bir devletin bulunmadığı avrupa’da barış ve güvenlik ihtiyacının karşılanması ihtiyacıyla doğmuştur. 500-1000 km2’lik alanlarda feodal lordlar, daha az toprağa sahip vassallara koruyuculuk sağlıyor, toprağı işlemesine ve ürün toplamasına destek oluyor, vassallar arasındaki anlaşmazlıkları çözüyor ve vassallar da feodal beylere karşı bağlılık sözü veriyordu. ayrıca vassalın genç yaşta ölmesi durumunda ailesine lord bakıyor, miras hakkını yerine getiriyordu. vassallar, lordun çocuğu evlenirse, vassalın kendisi miras yoluyla toprak elde ederse ya da savaşta tutsak düştüğü zaman fidye ödemek gerekirse lordlara vergi verirdi. batı’daki toprak sahibi lord, kralla karşılıklı hak ve görevlere sahip önemli bir insandı. ancak bunun muadili sayılabilecek doğu’nun önemli insanı, her an görevinden alınabilecek bir çeşit devlet memuruydu. avrupalı zenginler, merkezi otoriteye karşı bir güç odağıyken doğu’da bir bağlılık söz konusuydu. göçebe yaşamdan feodalizmle uzaklaşan avrupalılar yetki ve sorumluluk sahibi toplumsal sınıflara da bu sayede ayrıldı. soylular, din adamları, tüccarlar ve köylülerle birlikte kısmi özgürlük ve kendi kendine yönetim avrupa’ya kök saldı ve rönesans’ın tohumları ekildi. avrupa’da merkezi otorite yerel güvenliği sağladıktan sonra haydutluk ve korsanlık gibi meslekler yerini tüccarlığa bıraktı. tüccarlar, tıpkı haydutlar gibi bağımsız ve özgür davranış alışkanlıklarına sahipti. kendi güvenliklerini kendileri sağlayacak konuma ulaştılar. köylüleri ve lordları hakir gören bir tüccar sınıfı ortaya çıktı. çalışkanlık, soylu bir değer olarak benimsendi. tüccarların güvenli ve ticarete uygun bölgelere yerleşmesi bu bölgelerin çekiciliğini artırmış ve batı şehirlerinin temelleri bu dönemde atılmıştır. tüccarların yaşam merkezi haline getirdiği özgür köyler, etraftaki köylüler için de cazibe merkezi oldu. ürettikleri malı bu yerleşim bölgelerinde satan köylüler, serf olmaktan çıkarak lordların gücünü sarstı. lordların da paraya ihtiyacı doğmuştu. köylüler, lorda para vererek özgürlüklerini kazanıyorlardı. 15. yüzyıla gelindiğinde avrupa’da serflik hukuken ortadan kalkmış oldu. avrupa’da doğan bu ticaret ve bağımsız kentler, 15. yüzyıl rönesansı’na ortam hazırladı. halihazırda rönesans osmanlı, rusya, fransa ya da almanya gibi despot devletlerde değil floransa, venedik, portekiz, hollanda ve ingiltere gibi despotik olmayan küçük devletlerde doğmuştur. istanbul’un fethiyle italyan kent devletlerinin doğu akdeniz ve çevre limanlardaki üstünlüğü sona erdi. yüzyılın sonuna doğru venedik’in, ege’deki toprakları osmanlılar tarafından alınınca avrupalı kaşif, tüccar, misyoner ve askerler akdeniz dışında arayışlara yöneldi. italyan kent devletlerinin hristiyan olmayan dünyayla ekonomik ve kültürel ilişkiler içinde olması dinin etkisini azaltmış ve laiklik anlayışı italya’da başlamış ve 15. yy sonunda kuzey avrupa’ya yayılmıştır. yeniden doğuş anlamına gelen “renaissance” eski roma ve grek başarılarının yeniden canlandırılması istencini anlatır. rönesans döneminin yaratıcılığı, yenilikçiliği ve canlılığı gücünü tüccarlardan ve kent insanından alır. tüccarlar, ne kadar zengin olursa olsun güçleri, kent insanının efendisi olmaktan değil kazançlarından kaynaklanıyordu. karlı işler peşinde koşarak sanat ve endüstri alanlarında yenilikler yaptılar. rönesans bir bütün olarak şu dört anlayışa dayanıyordu: 1) yeryüzü ilgi çekici ve araştırmaya değer bir yerdir. 2) insan, büyük başarılar elde edebilecek kadar güçlüdür. 3) insanın faal olması onurludur. 4) gerçek güzeldir. bu anlayış neticesinde münzevi yaşamın ulviliği yaklaşımı son buldu. dünyevi yaşama atfedilen değer arttı. insan, tanrının koruyuculuğu altında bile olsa zayıf bir canlı değildi. yoksulluk, hristiyan doktrinindeki gibi kutsanmıyor, doğrulukla sağlanan zenginlik erdemli kabul ediliyordu. birey ve bireycilik önem kazanmıştı. sanattan ve bilimden, nesnelliği ve gerçekliği iletmesi bekleniyordu. bu uyanış resim, müzik, heykel, mimari, edebiyat ve doğa bilimleri gibi tüm insan faaliyetlerine yansıdı. prensler kiliseye başkaldırmaya başlamıştı. kutsal roma imparatorluğu’yla iş birliği yapması ve siyasal hükümranlık iddiası rahatsız ediyordu. öte yandan sade vatandaş da kiliseye karşı tepkiliydi. ancak onlarınki kilisenin gücüne değil zayıflığına karşı bir rahatsızlıktı. güçlülerin kötülüklerine karşı duracak dürüst, korkusuz ve daha sıkı bir kilise istiyorlardı. papa, hıristiyanların liderliğini yapmıyordu, ruhani bir önder olmak yerine varlıklı ve dünyevi bir prens haline gelmişti. 16. yüzyıldan sonra papalık bugünkü halini alarak devlet yönetiminden uzaklaşmıştır. öte yandan hem devlet içinde hem de devletler arasında hıristiyanlık içindeki anlaşmazlıklar laikliğin modern bilimin kapısını açmıştır. din ve devlet görevlilerinin uyum içinde olduğu devletlerde entelektüel durgunluk hakim olmuştur. 16. yüzyıl başında modern dünyanın temel özellikleri avrupa’da belirginleşti. ilk özellik globalleşme hareketleriydi. globalleşme süreci denizaşırı keşiflerle hız kazandı. 11. yüzyılda başlayan denizaşırı keşifler artık iyi örgütlenmiş ve silahlanmış bir şekilde gerçekleştiriliyordu. matbaa kurulduktan sonra dünya hakkında daha çok bilgi edinilmişti. ikincisi bağımsızlıktı. avrupa özerk siyasal birimlerin, prenslerin, soyluların, tüccarların, loncaların, üniversitelerin topluluğu biçimine dönüşmüştü. despot veya büyük bir imparatorluk değildi. üçüncüsü milliyet düşüncesiydi. portekiz, ispanya, fransa ve ingiltere halkın siyasal bağlılığını elde etmişti. gelişmekte olan milliyetçilik düşüncesi bu monarşileri güçlendirdi. ulus devlet kavramının kökleri belirginleşmiş oldu. avrupa ve asya’da 15. yy osmanlıların dönemiydi. 16. yy’da ise önce portekiz sonra ispanya’nın egemenliği görülüyordu. portekiz krallığı ateşli silahlar ve deniz gücüyle desteklenen ilk sömürge imparatorluğu oldu. mallara erişim avrupa için daha kolay olduğundan avrupa asya ticaret dengesi avrupa lehine değişmiş oldu. 1492’de amerika’nın keşfi ile portekiz’den sonra ispanya da denizaşırı imparatorluk kurmaya girişti. amerika altın ve gümüş kaynağı olarak görülüyordu. aztek, pizarro ve inka uygarlıkları yok edildi. yerliler zorla çalıştırıldı. 1560’ta afrika’dan 100.000’e yakın tutsak getirildi. kilise de haçlı ruhunu yeni kıtaya taşımak için misyonerler gönderdi. 1494’te yaptıkları anlaşmayla portekiz ve ispanya doğu ve batı’nın denizlerini paylaştı. filipinler ve amerika ispanya’nın, portekiz ve asya ve doğu hint adaları portekiz’in oldu. ulaşım ve taşımacılıkta kara yerine denizler daha önemli oldu. müslümanlar, merkezi durumlarını kaybederek çevrede kalmış oldu. 10-15. yy arası gelişen ticaret 16. yy’da devletlerin en önemli uğraşı oldu. kent merkezli ekonomiden ulus merkezli ekonomiye geçilmesiyle kapitalist ekonomi ortaya çıktı. 1550-1600 arası yaşanan enflasyon da bunun bir nedeniydi. amerika’dan avrupa’ya akan değerli madenlerin değeri, üretilen mal ve hizmetlerden daha hızlı arttığı için düştü ve fiyatlar yükseldi. 13. yy’dan sonra artan nüfus, ekime daha az uygun toprakların da tarıma açılmasını gerektirdi. üretim maliyeti ve taşıma masrafları yükseldi. beslenmesi gereken nüfusla birlikte tarım dışı nüfus da artıyordu. tarım ürünlerinde fiyat artışı görüldü. bazı hükümetler paranın değerini düşürdü, enflasyon daha da arttı. bazı hükümetler vergileri artırma yoluna gitti, bazı parlamenter kuruluşlar buna izin vermedi ve çatışmalar oldu. 16. yy mali bunalımı, anayasal bunalımları da doğurdu ve 17. yy’da ingiltere’de parlamento zafer kazandı, öteki devletlerde kraliyet despotizmi kuruldu. fiyat artışının bir başka sonucu olarak merkantilizm ortaya çıktı. krallar altın ve gümüşü kendi ülkelerine çekmek ve kendi kendine yeten bir devlet olmanın yollarını aradılar. mamul madde ihracatını azaltıp ham madde ithalatını azaltmak amaçlandı. fransa bu merkantilist amacı güderek osmanlıyla anlaşmış ve bugün bildiğimiz, osmanlının zayıflamasına neden kapitülasyonlar gerçekleştirilmiştir. ingiltere ve ardından hollanda ile fransa hindistan’da şirketler kurdular. portekiz ve ispanya’nın tekeli kırılmış oldu. yeni ve daha güçlü sömürge imparatorlukları kuruldu. biriken zenginlik ulus devlet anlayışını güçlendirmiş, devletlerin sürekli ve güçlü ve ordular kurmalarını sağlamıştır. orduların arkasında artık ulus desteği, top ve tüfek vardı. otuz yıl savaşları ilk kez bu tür orduların mücadelesine sahne olmuştur. teknolojik gelişmeler feodalizmin, şövalyeliğin ve rönesans kent devletlerinin sonu oldu. kentlerin ve feodal toprakların yerelliği ile papalığın ve impartorlukların evrenselliği dönemin yeni ekonomik, siyasal ve askeri koşullarına uyum gösteremedi. yerellikle evrensellik arasında ortalama yol olan ulus devlet, yeni koşullara tam uyum sağlamıştır. gelecek savaşların da habercisi olan otuz yıl savaşları’nın birden fazla etkeni vardı. ilk olarak katolik ve protestan çatışması üzerine bir alman iç savaşıydı. ikinci olarak siyasal birliğini muhafaza etmek isteyen kutsal roma imparatorluğu ile bağımsızlıkları için mücadele eden üye devletler arasında bir iç savaştı. üçüncü olarak fransa ve habsburglar, ispanya ve hollanda ve danimarka, isveç ve transilvanya’nın da karıştığı uluslararası bir savaştı. otuz yıl savaşları, fransız devrim savaşları öncesi en büyük avrupa savaşıdır. protestanların zaferi sonucu 1648 westphalia barışı ile bitmiştir. bu barış konferansı avrupa’nın ilk en büyük ve dini nitelikte olmayan konferansıdır. papalık dinlenmemiş ve kilisenin gücü sınırlandırılmıştır. ikinci olarak almanya’da katoliklik, protestanlık ve calvinizm geçerli dinler haline gelmiştir. üçüncü olarak kutsal roma imparatorluğu hukuken parçalanmıştır. diğer devletler mutlakiyetçi monarşi altında birleşir ve güçlenirken almanya 300 kadar devletin hükümran olduğu siyasal bir birlik olarak feodal karışıklığa itilmiş oldu. almanya’nın küçük devletlere bölünmesi, fransa’nın dünya üstünlüğünü eline geçirmesine yardım etmiştir. westphalia, bugünkü anlamıyla birbirleriyle ilişki içinde olan devletlerin, uluslararası sistemin mimarıdır. westphalia barışı ile katolikliğin avrupa’ya egemen olması engellenmiş, değişik din ve mezheplerin avrupa’da yan yana yaşaması sağlanmıştır. avrupa’da her monarşide halkın temsil edildiği bir organ olsa da hiçbiri ingiltere’deki gibi güçlü değildi. bunun 5 nedeni vardı: 1) ingiliz parlamentosu’nun arkasında temel evrensel haklara dair belge ya da bildiriler vardı. 2) parlamento yalnızca toprak sahibi şövalyeleri değil, seçimle gelen kentlileri de kapsıyordu. 3) parlamentonun tüm üyeleri mal mülk sahibi olduğu içi kralın vergi artırması kolay değildi. 4) avrupa’daki gibi yerel kuruluşlar yerine tüm ülke için tek parlamento vardı. 5) parlamento içinde iki kamara (lordlar ve avam) vardı, soylular lordlar kamarası’nda, üst orta sınıf avam kamarası’nda temsil ediliyordu ve bu iki meclis bir arada olduğu için sınıf farkları keskin değildi. ayrıca din adamları parlamentoda temsil edilmiyordu. parlamento bu gücü ilk olarak magna carta ile 1215’te elde etti. öte yandan katolik protestan gibi mezhep savaşları olmaması da ingiltere’nin lehineydi. ingiltere’deki mücadele daha çok mülk sahibi parlamento ile kral arasında cereyan ediyordu. bu mücadele 17. yy’da 1. charles zamanında iç savaş halini aldı. avrupa tipi monark gibi hareket etmeye başlayan kral, parlamentoya danışmadan ispanya ve fransa’ya savaş açıp vergileri artırdı. bunun üzerine parlamento 1628’de haklar bildirgesi’ni yayımladı. bu bildirgeyle kralın yetkileri sınırlandırıldı, yargılanmadan kimseyi suçlayamayacağı ve halka karşı orduyu kullanamayacağı belirtildi. kral, tepki olarak parlamentoyu dağıttı ve 11 yıl toplamadı, vergileri artırdı. iskoç presbiteryen kilisesi ile ingiliz anglikan kilisesi’ni birleştirmek istedi. iskoçlar isyan etti. kral, mali olarak zor durumdaydı, orduya da güvenemiyordu. 1640’ta parlamentoyu çağırdı. parlamento bir bakanı idam edince kralın baskısı arttı. parlamentodan gelme biri olan general cromwell 1642’de halktan oluşturduğu orduyla krala karşı mücadeleye girişti. parlamento ise kralı vatana ihanetten yargılamaya başladı. halk ilk kez monarkı yargılıyordu. lordlar kamarası’nın muhalefetine rağmen avam kamarası kralı yargıladı, suçlu buldu ve 1649’da idam etti. ingiltere bir cumhuriyet oldu ve commonwealth adını aldı. bir kralın bu şekilde öldürülmesi avrupa’da da korku yarattı. “hemen hemen her devrim, çok büyük ölçüde yöneticilerin aşırılıklarından kaynaklanır. ama, bu aşırılıklar hukukun çerçevesi dışında bir zorbalık ve kararlılık gerektirir. bunun sonucunda patlak veren devrimse, başlangıçta istenmeyen ve öngörülmeyen daha da aşırı olan bir noktaya doğru sürüklenir. bu, tarihteki siyasal nitelikte hemen her devrimde böyle olmuştur ve ingiltere’deki ayaklanma da genellemeyi doğrulamaktadır. belki, ingilizlerin çoğunluğu, kralı’ın kral, halkın da özgür olmasından başka bir değişiklik istemiyordu. kurtla kuzuyu yan yana yaşatmanın bir yolunu bulma arayışı içindeydiler.” cromwell’in ölümünün ardından ingiltere eski monarşi düzenine yeniden döndü ve idam edilen kralın oğlu 2. charles tahta geçti. ardından kardeşi 2. james kral oldu ve despot tavırları nedeniyle parlamentoyla yeniden sorun yaşandı. 3 yıl sürenin mücadelenin ardından james ülkeden kaçtı. parlamento 1689’da haklar yasası’nı yayımladı. buna göre kral, yasaları yürürlükten kaldıramayacak, parlamentonun izni olmadan vergi ve asker toplamayacak, yargılanmadan kimse tutuklanmayacaktı. aristokrasinin krala karşı zaferi gerçekleşti ve parlamenter hükümet ve hukukun üstünlüğü ilk olarak ingiltere’de işlerlik kazandı. osmanlı, polonya ve kutsal roma; modern devlet anlayışı bu üç devlette de yoktu ve farklı uluslardan oluştukları için hükmettikleri geniş toprak parçası siyasal açıdan zayıf ve yeni devletlerin egemenlik kurabilecekleri kadar yumuşaktı. osmanlı’nın güç kaybetmesinin en büyük nedenlerinden biri de ticarete önem verilmemesidir. sünni şii çatışmasının uzun vadeli sonuçları da osmanlı’yı ve islam dünyasını zayıflattı. osmanlılar hoşgörü içinde hiçbir dinsel örüntüyle ilişkisini bozmuyordu. 1500’de ismail safavi bir şii topluluğuyla tebriz’i ele geçirerek kendisini iran şahı ilan etti, iran ile ırak’ın büyük bölümünü kontrolü altına aldı. tamamen şiiliğe dayanan bir topluluktu. 1514’te anadolu’da osmanlılara karşı ayaklanmalar başladı. mö 5000’lerden beri beri mezopotamya’da kent insanı memur ve toprak sahiplerine baş eğer ve tüccarlar işlerini bağımsızca yürütemezdi. köylü de asker ve memur tarafından denetim altında tutulurdu. osmanlı da bu toplumsal kalıba uyuyor ve yeniliklere kapalı duruyordu. osmanlı’nın yıkılışını padişahların yeteneksizliğine, zevk ve sefa düşkünlüğüne bağlamak yetersiz olur. avrupa’nın güçlü devletlerinde de yeteneksiz ya da dengesiz monarklar olsa da bunlar ancak kısa süreli etkili olmuştur. büyük devletler bir iki yöneticiyle değil ekonomik, toplumsal ve siyasal güçler tarafından yıkılırlar. osmanlı’yı duraklama ve gerileme dönemine sürükleyen en belirgin sebep fetihlerin durmuş olmasıdır. bunun üç nedeni vardır. ilki avrupa’ya karşı savaş, osmanlı’ya birlik beraberlik amacı veriyordu. bu enerjiyle devletin yönetimi sıkı, kasası dolu tutuluyordu. ikinci olarak bu fetihlerin durmasıyla ganimet gelirleri ve vergiler azaldı, hazine zayıfladı. üçüncü olarak, fetihler bitince iskan politikası da sona erdi ve nüfus hızla artarak toplumsal karışıklıklar ve suç oranları yükseldi. bir diğer neden kanuni’nin iyi niyetli gerçekleştirdiği toprak reformudur. has, zeamet ve tımar dağıtımı yerel düzeyde görülen aksaklıkların giderilmesi için merkezi otoriteye devredildi.2 bu değişim, rüşvetin artmasına neden oldu. bu reform üzerine osmanlı’da büyük toprak sahipliği ve ırsiyet ve miras hakkı doğdu. toprak sahibi köylü, büyük toprak sahipleri tarafından sömürülmeye başlandı. vergi yükü arttı ve avrupa köylüsü osmanlı’yı artık kurtarıcı olarak görmeyi bıraktı. üçüncü neden yönetici kadronun bozulmasıydı. padişahın yönetici maiyetinin kökeni genellikle köylülerdi ve kırsal sorunları iyi bilirlerdi. 16. yy sonuna doğru yönetici çevreye kentliler girmeye başladı ve bu kişiler aile nüfuzu, saltanat ya da parayla bu makamlara gelmeye başladı. nepotizm doğdu. ekonomik nedenler şöyle sıralanabilir: 1) toprak genişlemeden nüfus arttı. 2) yeni dünyadan ispanyol amerikan altını avrupa’ya girince fiyatlar arttı, osmanlı parası değerinin düştü ve enflasyon oluştu. avrupa, gelişmiş ticaretiyle enflasyonun üstesinden geldi ama osmanlı 1584’te devalüasyona gitti ve altın %50 değer kaybetti, askerlere verilen gümüş sikkeler inceltildi, bakır oranı artırıldı. 16. yy’da nüfus 2 kat arttı. nüfusu yerleştirecek yeni toprak olmayınca anadolu işsiz ve topraksız insanlarla doldu. hazine, açığı kapatmak için köylünün, askerin ve sabit gelirli memurların üstüne bindi. bu da memurları rüşvete ve kanun dışı yollarla vergi almaya sürükledi. 1589’da değeri düşürülen parayla maaş alan askerler ayaklanarak topkapı sarayı’na girdiler, divan toplantıdayken sorumlu kişilerin kellelerini istediler. padişah, bu isteği yerine getirmek zorunda kaldı. 2. selim ve 4. murat arası dönem silik padişahlar dönemidir. haremin ve sürekli isyan çıkarıp disiplini bozulmuş olan yeniçerinin devlet işlerinde güçlü olduğu bir dönemden geçildi. 2. osman, yeniçeri ocağını kaldırmak istedi. ancak 1622’de annesi safiye sultan’ın da yardımıyla öldürüldü ve akli dengesi bozuk olan 1. mustafa yeniden tahta geçti. ihtiyaç duyulan tiran, 4. murat’tı. anadolu isyanlarla ve iç savaşla çalkalanıyordu. 4. murat, yönetimi haremden ve entrikalar peşinde olan vezirlerden kurtardı. yeniçeri ve sipahinin devlet işlerindeki etkisini ortadan kaldırdı. erivan’ı ve bağdat’ı yeniden aldı. 1640’ta ölümünün ardından devlet yeniden zayıfladı. 1680’de kara mustafa paşa, kanuni’nin yaptığı hatanın (fetih için ağır toplar getirmemek) fazlasını yaparak venedik’te bozguna uğradı. osmanlı’nın fatih devlet prestiji zarar gördü. toprak kayıpları başladı. 1713 utrecht barışı, ispanya veraset savaşı’nı bitirdi ve avrupa’da barışın gereği artık güç dengesi olmaya başladı. savaşlar var olma ya da yok etme mücadelesiydi. artık savaşların yıkıcılığı azaltılacak ve amaç, karşı taraftan toprak almak olmayacaktı. bunun en önemli sebebi globalleşen ticaretti. ticaretin getirdiği refah avrupa’ya yarıyordu. savaşa, üretici olmayan askerler gidiyordu. köylü, mühendis ve üretken burjuva refahı artırması ve vergi ödemeye devam etmesi için savaşın dışında bırakıldı. ingiltere, yedi yıl savaşları’nda fransa’yı yenerek kuzey amerika’nın neredeyse tamamını ele geçirdi. amerikan devrimi’nin tohumları ekildi. kuzey amerika’ya göç eden avrupalılar, güney amerika’ya gidenler gibi altın ve elmas bulup dönme hırsıyla değil, dinsel baskıdan ve yoksulluktan kurtulmayı amaçlıyordu. bu sebeple yanlarına ailelerini de getirerek yerlilerle karışmadılar, bütünlüklerini ve kültürlerini korudular. avrupa’dakinin aksine burada bir aristokrasi yoktu ve monarşi etkisi çok uzaktaydı. ilk yerleşim bölgelerinde nüfus artınca insanlar yeni topraklara dağılıyor ve eşitlikçi çiftçi toplulukları oluşuyordu. tüccarlar ve iş adamları, köylülerin desteğini aldığı sürece siyasal önderliği de alabilecek durumdaydı. kendilerine rakip olabilecek monarşi ve aristokrasi ile edilgen köylüler avrupa’da kalmıştı. ayrıca çeşitli kolonilerde farlı dinlerin varlığı başlangıçtan beri kabul edildi. dinsel coşkudan uzak bu toplumda laikliğin temelleri sağlam atılıyordu. bu 13 koloninin farklı insanlarını birleştiren bazı unsurlar vardı: 1) fransa’nın askeri ve ekonomik baskısı, ama 1763’te ingiltere’nin fransa’yı yenmesiyle fransa kuzey amerika’dan çekildi. 2) kızılderililere duyulan öfke ile avrupa saldırganlığı ve silah teknolojisi birleşince yerlilerin şansı kalmıyordu. kuzey amerika nüfusu artınca özerk devletler kurulup eşit haklarla bir anayasa hazırlanması kararlaştırıldı. yedi yıl savaşları’ndan dünyanın en büyük sömürge ve deniz devleti olarak çıkan ingiltere, kendi vatandaşlarının vergi yükünü hafifletmek için savaş giderlerini kolonilerine mal etmek istedi. yeni vergiler 13 koloniyi direnişe sevk etti. savaş mağlubu fransa da kolonilerin bağımsızlık hareketine destek verdi. bu sayede 1774’te başlayan savaş 1776’da bağımsızlık ilanıyla devam etti ve george washington önderliğindeki kolonilerle başa çıkamayan ingiltere 1782’de abd’nin bağımsızlığını tanıdı. zengin doğal kaynaklarıyla gelişen abd 1867’de hemen hemen bugünkü sınırlarına ulaştı. imparatorluk ve hıristiyanlık kabuklarını kıran, devlet dini ve monarşisi olmayan bir batı avrupa uygarlığı olan abd, planlı bir şekilde kurularak dünyaya bir anlamda avansla gelmiştir. fransa ise amerikan bağımsızlık mücadelesine verdiği destekle ekonomik sıkıntılar yaşadı ve bu sıkıntı 1789 devrimi’nin en önemli nedenidir. bu sebeple liberal demokratik devrimlerin kaynağı demek yanlış olmaz. abd’nin kuruluşu aydınlanma çağı’nın düşüncelerinin uygulanabilir olduğunu göstermiştir. amerikan devrimi, sömürge sistemine bir darbe indirmiş ve sömürülen devletlere de bir ışık olmuştur. bir grup amerikalının eyalet anayasaları hazırlamak için küçük salonlarda özgürce toplanmaları ve tartışmaları fransızlara ilham olmuştur. bağımsızlık bildirgesi 1778 yılında avrupa dillerine çevrilerek entelektüel çevrelerde tartışma odağı olmuştur. aydınlanma fikirleri nihayet yer bulmuştu. anayasal haklar, federalizm, sınırlı hükümet uygulanabiliyordu ve feodalizm ve aristokrasiyle iç içe değildi. düşünce tartışmalarındaki model ülke artık ingiltere değil abd olmuştu. amerikan anayasaları rousseau’nun toplum sözleşmesi’nin uygulanışıydı. amerikalılar yabancı saydıkları hükümeti başından atarak yasama, yürütme ve yargıyı birbirlerini denetleyecek biçimde oluşturmuşlardı. hükümetin halk tarafından yaratıldığı ve yalnızca kendisine verilen bir yetkiyi kullandığı, insanların kendilerinden esirgenemeyecek hakları olduğu ilan edilmişti. din, basın ve toplantı özgürlüğü, keyfi tutuklamanın olmaması, yasa önünde eşitlik gibi haklar avrupalıların uzun zamandır elde etmek istediği haklardı. böylesi bir bağımsızlık bildirgesi, 1789’da fransızların, devrimlerine insan haklarıyla ilgili bir bildiri ve yazılı anayasayla başlamasının nedenlerindendir. 18. yy ikinci yarısı ile 19. yy büyük çaplı olaylarının tümü liberalizm etkisi altında gerçekleşti. ingiltere ve abd’dekine benzer şekilde fransız devrimi de monarşinin aşırılıklarından kaynaklanır. 14. louis ve ardıllarının genişleme uğruna yaptıkları savaşlar vergi yükünü artırmıştı. ayrıca saray harcamaları da çok yüksekti. oysa vergi geliri, soylular ve kilisenin vergi muafiyetinden dolayı düşüktü. iflasın eşiğindeki monarşi bütün soyluları toplama kararı aldı. toplantıda bütün toprak mülkiyetinden vergi alınması düşüncesi ortaya atılınca soylular 1614’ten beri toplanmayan parlamentonun toplanmasını istedi. 1789 mayısında soylular, din adamları ve halkın oluşturduğu 3 kamaralı parlamento toplandı. soylular, devrimin ilk adımlarını atmıştı. parlamentoda ve paris içinde karışıklar devam ediyordu, çünkü bu 3 yapılı mecliste üretime katkıda bulunmayan soylular ve kiliseye ayrıcalık tanınıyordu. kral bu 2 sınıfla iş birliği yaparak üretici olan burjuvazi ve köylüyü yönetime dahil etmiyordu. 18. yy’da fransa’nın dış ticaretinin beş kat artması da burjuvazinin gücünün göstergesiydi. kısmen ingiltere’de gerçekleşmiş olsa da öncesinde gerçek anlamıyla bir monarşiye başkaldırı görülmemişti. bunun fransa’da görülmesinin en önemli sebebi monarşi tarafından sağlanan siyasal birliktir. toplumsal ve ekonomik koşullar ne olursa olsun huzursuzluklar ancak ulus olarak siyasal bakımdan birleşmiş olan bir ülkede ulus çapında tepki yaratabilirdi. fransızlar, fransa denen bir siyasal birimin üyesi olduklarının farkındaydılar. bu devlet bilinci orta ve doğu avrupa’da yoktu. (bu son birkaç cümleni temellendir, neden fransızlar bu bilince sahip de orta ve doğu avrupa sahip değil? batı avrupa sahip mi, orada kim sahip?) orta sınıf, monarşiye taleplerde bulundu: 1) anayasa ile monarşinin yetkilerinin sınırlandırılması 2) vergilerin azaltılması ve düzene konması 3) iç gümrük duvarlarının indirilmesi 4) basın özgürlüğü. bu istekler isyanın burjuva niteliğinin bir göstergesiydi. 14 temmuz 1789’da halk, despotizmin simgesi olan bastille hapishanesini yaktı. kurucu meclis, amerika’daki gibi davrandı. insan ve yurttaş hakları bildirisi’ni yayımladı. bildiride yasalar önünde eşitlik, basın özgürlüğü, herkese memur olma hakkı, özel mülkiyetin dokunulmazlığı ve dengeli bir vergi dağıtımı gibi temel haklardan bahsediliyordu. kurucu meclis ulusal egemenlik ilkesine dayanan bir anayasayla kralın yetkilerini sınırlandırdı, halkın seçeceği bir parlamentoyla yetkileri paylaştırdı. bu bildiri, eski düzenin yıkılması demekti. 19. yy boyunca liberalizmin belgesidir. 1791 eylülünde anayasanın yürürlüğe girmesiyle kurucu meclis kendisini feshetti. 1793’ten sonra radikal devrimci muhaliflerden robespierre başa geçti. belçika ilhak edildi. hollanda, isviçre ve kuzey italya’ya kadar hakimiyet alanı genişledi. 3 yıl süren bir terör rejimi kuruldu. avrupa’nın fransa’ya karşı uyguladığı siyasi baskı ve devrim sonrası istediğini alamayan köylü ve işçilerin rejime ayaklanması devrimi buraya sürükledi. toprak reformu gerçekleşmemiş, siyasal istikrarsızlık ve savaş koşulları altında enflasyon yükselmişti. konvansiyon döneminde idam edilenlerin %70’i köylü, %14’ü burjuva, %8’i soylu ve %6’sı din adamıydı. 30 mayıs 1814 tarihinde, napolyon savaşlarının ardılı olan paris anlaşması (viyana kongresi) gerçekleşti. bu tarih, yenilen devletleri uluslararası sistem içine dahil eden, güç dengesini koruyan bir dönüm noktasıdır. kongre’ye egemen olan 4 devlet ingiltere, avusturya, prusya ve rusya tek bir devletin tüm sisteme egemen olmasını istemiyordu. 1830’lardan sonra liberal ayaklanmalar dönemin toplumsal ve ekonomik koşullarıyla ilgiliydi. endüstri, makineleri çalıştırmak için kalifiye işçiye ihtiyaç duymuyordu. fazla ücret istemeyen kadınlar ve çocuklar işe alınıyordu. 19. yy’da işçi piyasasının niteliği değişti. kentler işçi aileleriyle doldu. çalışma saatleri fazla, ücretler düşüktü. buna engel olacak yasalar yoktu. yöneticiler orta sınıf ve işçi sınıfının istekleriyle boğuşuyordu. işçi sınıfının talepleri daha radikaldi, bu yüzden orta sınıfa ödünler verildi. fransa’nın yaşadığı liberalizm deneyimi kısa sürdü. iktidarını zengin burjuvaziye dayayan louis philippe 1848 devrimi’ne mahal vermiştir. az ücret, fazla mesai gibi kötü çalışma koşullarına isyan eden işçilerin grevlerine karşı sert önlemler alıyor ve özgürlükleri kısıtlıyordu. sosyalistlerin destek verdiği sert çatışmalar yaşandı. louis philippe ülkeden kaçtı ve sosyalist louis blanc başkanlığında geçici hükümet kuruldu. 1830’da ingiltere’de de ayaklanmalar yaşandı. burjuvazinin baskıları sonucu 1832’de çıkan bir yasayla seçim bölgeleri düzenlendi, oy kullanma hakkı genişletildi. küçük burjuva için bu hareketler yetersizdi ve chartism denilen bir hareket başlatıldı. sınırlı oydan genel oya geçildi, gizli oy açık sayım ilkesi benimsendi, milletvekilliği için zenginlik şartı kaldırıldı. ingiltere, avrupa’daki liberalizmin ötesine ulaştı. ekonomik bir karşılığı olmayan, dayanışma duygusuna sahip, ortak dil, kültür, çıkar ve geçmişe dayanan ulusçuluk 1848’den itibaren liberalizmle birlikte ilerledi. fransa 1848’de bu etkiyi yaşadı. ayrıca germen konfederasyonu da fransız nefretine karşı birleşmiş bir birleşik almanya ülküsüyle güdülenmeye başladı. napolyon’un yıkılışı da tutuculuk ve liberalizmle bir arada gerçekleşti. almanya’nın bu uyanışı beethoven, goethe, kant ve hegel gibi isimlerin romantizmine yansıdı. karlofça, osmanlı’nın batı için artık bir tehdit olmadığını; pasarofça ise osmanlı’nın savunma halinde bulunan ve inisiyatif alamayacak bir güç olduğunu ortaya koydu. ibrahim müteferrika 1745’te ölünce matbaa da 1783’e kadar çalışmadı. kaybedilen 40 yıl, osmanlı’nın sonunu hızlandırmıştır. küçük kaynarca barış anlaşması, osmanlı’yı içerideki ulusların bağımsızlığını kışkırtma amacıyla dağıtmaya çalışan bir gayeye sahipti. 19. yy tam anlamıyla bir avrupa yüzyılıdır. sömürgeciliğe rağmen 1800’lerden önce bu üstünlük her alanda geçerli değildi. 19. yy’da endüstrileşme ve onun bir sonucu olan emperyalizm avrupa’yı her alanda egemen kıldı. doğa bilimlerindeki gelişmeler 19. yy öncesine dayansa da buluşların üretime uygulanması, buhar gücüyle çalışan makineleşmiş endüstri sermaye birikimini artırdı. endüstri devrimi doğdu. ayrıca silah endüstrisi de bu dönemde gelişmiş ve avrupa egemenliğini kolaylaştırmıştır. makineleşmiş endüstrinin doğmasıyla birlikte ekonomik yapı değişti, toprağı elinde bulunduran soyluların ve kilisenin gücü zayıfladı. buhar gücü ve makineleşmiş endüstri avrupa’da sermaye birikimini artırdı. endüstri devriminin ilk aşaması buhar, kömür ve demirin birleşimiyle demiryolu çağını açtı. 1870’lerde endüstri devrimi nitelik değiştirerek çelik, elektrik, petrol ve kimyasal maddeler de üretime dahil oldu ve endüstri bugünkü biçimini aldı. 19. yy sonunda abd, ingiltere, fransa, almanya, rusya gibi devletler kısa sürede geniş demiryolu ağı örmüşler ve nihayetinde devletlerin etki alanı da genişlemiştir. 1. dünya savaşı’nda temel lojistik aracı olarak kullanılmıştır. demiryolu, endüstri devriminin en büyük simgesi haline geldi. endüstri devriminin ardından kitle toplumu kavramı tarihteki yerini aldı. 1870’ten 1900’e kadar avrupa ve abd’nin birçok kentinde nüfusu 100 binin üzerinde olan kentler hızla arttı. 1870’ten sonra kitle göçü, kitle savaşı, kitle üretimi, genel oy, genel eğitim, genel seferberlik gibi kavramlar ortaya çıktı. kilise, monarşi ve soylulara karşı demokrasinin gelişimi ve endüstri devrimi avrupa’dan başlayıp yeryüzüne yayılan bir dönüşüme neden olmuştur. bu dönüşümün öğeleri şunlardır: liberalleşme ve sendikalaşma ve bunların sonucu olarak da ulus devlet üzerinde artan toplumsal baskı; sağlık koşulları ve refah ile birlikte artan nüfus; eğitim, okuma yazma ve iletişim araçlarındaki gelişme; kentleşme ve fabrikalaşmayla ortaya çıkan ekonomik değişim ve bunalım; avrupa’da siyasal ve ekonomik çatışmalar ve son olarak 20. yy 2. yarısında görülen asya ve afrika ülkelerinde uyanış hareketleri. 19. yy ortalarına kadar orta ve batı avrupa’da toprak ve doğal kaynaklar halka ya da monarka ait değildi. siyasal bölünmüşlükten dolayı büyük ve verimli topraklar feodalitenin elindeydi. endüstri devriminde mali güç belli odaklarda toplandı ve zenginler mali gücünü kendi çıkarı için kullanarak merkezileşmiş endüstriyi doğurdu. girişimci burjuva sınıfı doğdu. burjuvazi, ticarete serbestliği için ulus devleti destekler, bütünleşme yanlısı olmayan feodalitenin karşısında yer alır. monark, burjuvaziye karşı olursa burjuva meşruti monarşiyi ya da cumhuriyeti destekler. öyle ki fransız ihtilalinden sonra gerçekleşen napolyon savaşları sınırları sık sık değiştiriyor, siyasal istikrarsızlık yaratıyordu. bu da siyasal birimler arası ticareti engelliyor ve ekonomik bunalımlara neden oluyordu. 19. yy 2. yarısında yaşanan ekonomik krizi ise en az zararla geçiren ülkeler merkezi yapısı güçlü devletlerdi. bu savaşları durdurmaya ve istikrarı yeniden sürdürmeye yönelik gerçekleşen viyana kongresi, almanya ve italya’yı dağınık siyasi birlikler haline getirdi. bu iki devlet de avusturya macaristan imparatorluğu etkisi altındaydı. almanya (prusya) ve italya’nın (piyemonte) ulusal birliklerini sağlaması bu yüzden geç olmuştur. bu iki devletin avusturya etkisini savaş alanında kırması gerekmekteydi. italya başbakanı kont cavour, fansa imparatoru 3. napolyon’la ittifak yaparak 1859’da avusturya’ya karşı zafer kazandı. bu savaş sonucunda italya aldığı topraklarla siyasal birliğini büyük ölçüde sağlamıştır. 1815 yılından itibaren korunmaya çalışılan güç dengesi bozulmuş oldu. bu dengeyi daha büyük ölçüde sarsacak olan ise prusya’ydı. prusya, birliğini sağlamak için danimarka, avusturya ve fransa’yı karşısına almak durumundaydı. bismarck, diplomatik hamleleri sayesinde bir devletle savaşırken diğerini ya yanına alıyor ya da tarafsız kalmasını sağlıyordu. 1864’te başlayan bu mücadele sonucunda 1871’de bismarck’ın alman şansölyesi olmasıyla alman ulusal birliği kurulmuş oldu.3 ayrıca bu süreçte neredeyse her zaman akıllı diplomatik hamlelerde bulunan bismarck’ın belki de tek hatası fransız halkının çoğunlukta olduğu bir endüstri bölgesi olan alsace-lorraine bölgesini almanya’ya katmasıdır. 20. yy ortasına kadar devam edecek olan fransız-alman düşmanlığının fitilini ateşlemiş oldu. alman endüstrisi 1871’ten sonra hızla büyüdü. bismarck’ın otokratik idaresi sonucunda almanya demir çelik üretiminde ciddi bir seviyeye geldi. alman ulusal birliğinin kurulmasıyla viyana kongresi’nin güç dengesi bozuldu ve bu işten zararlı çıkan fransa, denizaşırı bölgelerde genişleme niyetiyle sömürge faaliyetlerini hızlandırdı. bir diğer zarar gören devlet avusturya ise gözünü balkanlara dikti ve 1. dünya savaşı’na kadar bu bölgede panslavizm yaratmaya çalışan rusya ile bir çatışma halinde oldu. emperyalizm, endüstri devrimi ve avrupa’nın yeni haline bürünmesinin ardından sömürgeciliğin yerini aldı. ingiltere, fransa ve hollanda dışında almanya, italya, rusya, abd ve japonya da bu yarışa katıldı. emperyal düşüncenin altında yatan ekonomik unsurlar şunlardır: avrupa’da biriken sermaye ve yatırım fazlası için yeni yatırım alanları ve yeni pazar oluşturma, ham madde arayışı, artan nüfusa çare olarak yeni yerleşim alanları bulma. asya ve afrika amaç için kullanılabilecek yerlerdi. sömürülen alanların güvenlik altında tutulması için askeri birliklerle denetim sağlandı. ekonomik yayılmanın siyasal yayılmayı zorunlu kılması şunlardan kaynaklanıyordu: bu bölgeler her anlamda ilkeldi ve ticaretin gelişebilmesi için bunu düzeltmek gerekiyordu, öteki devletlerin baskısından kurtulmak için askeri güç gerekliydi. 1870’lerden sonra büyük devlet olmanın bir gereği haline gelmişti sömürge sahibi olmak. bu yüzden almanya bütün ekonomik başarılarına rağmen büyük devlet olarak görülmüyordu ve 2. wilhelm bu eziklikten kurtulmak için sömürgecilik faaliyetlerine girişti. ilk yıllarda afrika kıtası sömürgeleri, burası benim diyenin oluyordu. ancak bu belirsizlik çatışmalara neden oluyordu ve bu yüzden işgal edilen bölgelerin askeri denetim altına alınması kararlaştırıldı. bu sayede önce kapan istediği yeri alacak ve daha önce alınmış yerlere de kendi askerlerini sokmayacaktı. 19. yy sonundan itibaren doğu despotizmi sayılan osmanlı ve rusya’da bile meclisler kuruldu. hemen hemen bütün avrupa’da genel oy ve temsil hakları, sendikacılık faaliyetleri, serbest seyahat ve göç, dinsel hoşgörü, ifade özgürlüğü ilkeleri yerleşti. yani demokrasinin temelleri atılmıştı ve artık asya’nın kapılarına varmıştı. muhafazakarlar genel oy ve demokrasinin devlet düzenine ve kiliseye zarar vereceğini düşünüyordu. öte yandan yenilikçi radikaller ise sefaletin, cehaletin, feodalizmin ve aristokrasinin son bulacağına ve uzun bir refah dönemine girileceğine inanıyorlardı. endüstri devriminin ekonomik getirileri artık ekonomik örgütleri de gerekli kıldı. avrupa ve abd’de sermaye birikimi hızlandı. iletişim ve ulaşım ağı devletlerin denetim ve etkinliğini artırdı. ingiltere’nin başını çektiği serbest ticaret avrupa’ya yayıldı ve gümrük duvarları yavaş yavaş düşürüldü. demiryollarıy ve deniz taşımacılığındaki ilerlemeyle birlikte soğutma teknikleri de gelişince avrupa, denizaşırı ülkelerdeki ucuz gıdalarla doldu. avrupalı üretici ise ya tarım üretimini modernleştirip üretimi artıracak ya da gümrük duvarlarının yükselmesini talep edecekti. gümrük duvarlarının yükselmesi tercih edildi. gümrük duvarlarının yeniden yükselmesiyle devletler arasında güvensizlik ortamı oluştu ve sonuç olarak emperyalizm hızlandı. çeliğin bileşiminin geliştirilmesiyle silah sanayi gelişti. demiryolları içten yanmalı motorla hızlandı. telsiz sayesinde iletişim boyut atladı. bunların sonucu olarak taarruzlar kolaylaştı. erken seferberlik önemli bir kavram haline geldi. milliyetçilik yükseldi. uluslararası uyumun yerine uluslararası anarşi geçti. karşı tarafın silahlanmasından duyulan korkuyla daha çok silahlanıldı ve daha çok korkudu. silahlanma-korku-milliyetçilik birbirini sürekli tetikleyen unsular oldu. seferberlik, örgütlenme ve ilk saldırı çok önemli bir hale geldi. dış ilişkiler artık bir sır olmaya başladı. savaş hazırlıkları artık halkın bilgisi dışındaydı. 19. yy barış dönemi bitiyordu. ayrıca avrupa’da bir ülkede başlayan hareketin nerede biteceği kestirilemiyordu. ayaklanmanın nereye sıçrayacağı bilinemiyordu. avusturya’daki macar ayaklanması rusya tarafından bastırılabiliyordu. ancak bunun yerini zamanla iç kışkırtmalar almaya başladı. avrupa uyumunun sürdürülmesinin en önemli nedenlerinden biri sömürgelerin birbirlerine peşkeş çekilerek paylaşılmasıydı. ama paylaşılacak yerler bitiyor ve kazan kaynıyordu. 1870 öncesinde güç dengesi bir şekilde sağlanıyordu ve bunun en önemli göstergesi toprak genişliğiydi. ancak sistem değişmişti. artık askeri, ekonomik ve siyasi ittifaklar kuruluyordu. kimin ne kadar güçlü olduğu kolay kestirilemiyordu. ingiltere’nin güvenliği belçika ve hollanda’nın emin ellerde olmasına bağlıydı. bu 2 devlet adaya en yakın devletlerdi. öyle ki 1. dünya savaşı’nda bu 2 devlet saldırıya uğrayınca ingiltere de savaşa dahil olmuştu. japonya adası da benzer şekilde kore ve mançurya’nın güvenliğine bağlıydı. rusya ise geniş toprakları sayesinde zaten güvenliydi. geri çekilme stratejisiyle bile napolyon’u ve 1. dünya savaşı’nda hitler’i alt edebilmişti. ancak almanya’nın bir tarafı fransa bir tarafı rusya’ydı, güvensizdi. italya’nın ise dalmaçya kıyılarının güvenliğini sağlaması yetiyordu. ama bu kıyılar avusturya’nın elindeyken italya da güvende değildi. fransa ise çevresindeki kıyılar ve dağlarla avantajlıydı. ancak alsace-lorraine bölgesi bir tehditti ve 1. dünya savaşı’nın en kanlı savaşları burada verilecekti. 1904-05 japon rus savaşı uzun vadeli sonuçlar doğuran en önemli savaşlardandır. 1870 sonrası büyük devletler arası ilk savaştı bu. endüstri devriminin büyük silahları çarpıştı ama daha önemlisi ilk kez beyaz olmayan bir halk, beyaz halka karşı zafer kazandı. japonya 50 yıl içinde avrupalılar gibi savaşmayı öğrenmişti. savaş sonrası rusya gözünü doğudan ayırarak balkanlara dikmişti. ayrıca hükümet zayıflamış, halk zor duruma düşmüş ve ayaklanma sonucu 1905 bolşevik devrimi gerçekleşmişti. japonya örneğinden hareketle asya’da bir uyanış gerçekleşiyordu. 1. dünya savaşı, rus devrimi ve asya uyanışı avrupa’nın üstünlüğünü sona erdirmeye başladı. afrika’nın uyanışı da buradan tetiklenmiştir. 19. yy sonunda çin, japonya, hindistan’da yaşanan ayaklanmalar geleneksel düzeni sarsıyordu. ayrıca osmanlı; fransa ve ingiltere desteğiyle rusya’yı yendiği kırım savaşı sonrası savaş borçları ve bütün uyruklara eşit haklar veren ıslahat fermanı ile zor duruma düşmüştü. (mısır kısmını atladım, hızlı geçtim burayı) (monroe dokrini, abd latin amerika kısmını da atladım) 19. yüzyılda osmanlı, avrupa gibi değildi, çeşitli ırksal ve dinsel bölünmüşlükler vardı. müslümanlar orduda, reaya ise vergi veren nüfustandı. aynı dinden olanların kendi mahkemeleri vardı. katolikler dini olarak papa’ya, siyasal olarak fransa’ya; ortodokslar dini olarak ortodoks kilisesi’ne, siyasal olarak rusya’ya bakıyordu. batılı tüccarlar 16. yy’dan beri kapitülasyonlardan faydalanıyordu ve bu yüzden osmanlı ithal mallara %8’den fazla vergi koyamıyordu. yani osmanlı’da bir ulusal birlik, tüm yurttaşlar için tek yasa ve laiklik gibi ilkeler bulunmuyordu. osmanlı’nın parçalanma nedenlerinden biri rönesans, reform ve aydınlanma çağı’nı takip edemeyip endüstri devrimi ve yeni buluşlardan uzak kalmasıdır. fransız devrimi’yle ortaya çıkan burjuva sınıfı osmanlı’da oluşmamıştı. azınlıklardan oluşan küçük bir sınıfın “iş birlikçi burjuvazi” denilen bir yapısı olmuşsa da bunlar başka ülkelerin çıkarına çalışmıştı. ayrıca bu azınlık gümrük duvarıyla da korunuyordu. ikinci neden endüstri devrimiyle beraber batı’nın gelişen askeri teknolojisinin cılız bir biçimde izlenmesiydi. bu yüzden 19. yy’daki bütün savaşlardan yenik çıkıldı. bunda yeniçeri ocağının yozlaşması da etkili oldu. üçüncü neden, fransız devrimi’yle başlayan ulusçuluk hareketi sonucunda balkan ve ortadoğu devletleri bağımsızlıklarını kazanmış ve parçalanma yaşanmasıdır. ayrıca osmanlı’nın dinsel ve kültürel hoşgörü politikalarının sonucunda, bağımsızlığını kazanan yunanistan, romanya, bulgaristan, yugoslavya ve arnavutluk gibi ülkeler avrupa sistemine kolaylıkla dahil olmuştur. dördüncü neden de ekonomik durumdur. dış borçlar çığ gibi büyümüş, faizler bile devleti zorlamasıdır. beşinci neden din ve devlet işlerinin iç içe girmesiyle birlikte islamiyet’in o dönemde insanları tasavvufi bir şekilde kendi iç dünyasına yöneltmesidir. bu nedenle toplumsal ve dünyevi olaylar göz ardı edilmiştir. altıncı neden ingilizlerin, rusların ve fransızların osmanlı içindeki azınlıkları kışkırtıp devleti içten yıkma çabasıdır. rusya’nın osmanlı aleyhine genişleme politikası da osmanlı’ya büyük zarar vermiş ve 19. yy’da dört adet osmanlı-rus savaşı yaşanmıştır. ayrıca 19. yy boyunca büyük devletlerin çıkar çatışmalarından faydalanmaya yönelik bir dış politika da devleti zayıflatmıştır. napolyon’un mısırı işgali ile başlayan 1798’den 1878’e kadar ingiltere’ye, sonrasında ise almanya’ya dayanılmıştır. hatta bu işgal sırasında osmanlı, rusya’dan destek almış ve bu destek için ilk kez boğazların kapalılığı ilkesinden vazgeçmişti. 1806 osmanlı-rus savaşıyla bu durum ortadan kalkmıştır. 1841 yılında mehmet ali paşa sorununun çözülmesiyle birlikte londra boğazlar sözleşmesi imzalanmış, boğazların barış zamanında savaş gemilerine kapalı olması kararı alınmış ve boğazlar ilk kez uluslararası statü kazanmıştır. 1856 ıslahat fermanı’yla osmanlı’da liberal düşünce gelişmiş, gazeteler kurulmuş, montesquieu ve rousseau çevirileriyle fars etkisi azalmıştır. eşitlik ilkeleriyle otoriteleri sarsılan hristiyan ve müslüman cemaatler durumdan rahatsız olmuştur. ferman’ın kazanımları başarıyla sürdürülememiştir. 1876’da jön türklerin baskısıyla 2. abdülhamit 1. meşrutiyet’i ilan etti. meşruti monarşi göstermelik olmuş, padişahın yetkisinde bir sınırlama olmamıştı. yürütme ve yasama ile birlikte parlamentoyu feshetme yetkisi de padişahın elindeydi. 2. abdülhamit 2 yıl sonra osmanlı-rus savaşı’nı bahane ederek meclisi feshetmiş, anayasayı kaldırmıştır. jön türkler 1889’da yeniden örgütlenerek ittihat ve terakki cemiyeti adını almıştır. ayrıca tanzimat dönemi yenilikleri de abdülhamit’in istibdat yönetiminde boşa çıkmıştır. 1. dünya savaşı’nın dünya savaşı olmasının nedeni uzun sürmesi ya da çok sayıda devletin savaşması değildir. otuz yıl savaşları gibi çok daha uzun süren, napolyon savaşları gibi çok sayıda ülkenin katıldığı ya da tüm dünyayı etkileyen yedi yıl savaşları gibi savaşlar daha önce olmuştur. ancak 1. ds ilk topyekün savaştır. savaş, uluslar için ölüm kalım niteliği taşımıştır. 1. ve 2. ds dışındaki savaşlar sınırlı savaş niteliğindedir. ds ise denetimi olanaksız ve sonuçları hesaplanamayacak savaştır. bir yıpratma savaşı haline gelen 1. ds sürecinde araçlar amaçların üstüne çıktı. almanya, fransa’yla işini bitirip rusya’ya dönmek istedi. fransa’ya girmek için en kolay yol belçika üzerinden geçişti. tarafsız belçika, ingiltere’ye danıştı ve ingiltere bu isteği reddedince almanya belçika’ya saldırdı, ardından ingiltere almanya’ya savaş açtı. savaşın en önemli etkilerinden biri liberal devletin sonu olmasıdır. gece bekçisi görevi gören devlet, savaş durumunda bireyi ve maddi değerleri seferber etmeye başladı, basın özgürlüğünü kısıtladı, ekonomiye müdahale arttı, parlamentoların gücü zayıfladı ve savaş koşulları altında kimse buna itiraz etmedi. osmanlı 1914’te geleceğini almanya’ya bağlayan bir anlaşma imzaladırlar. enver paşa ve ittihat ve terakki almanya’yı askeri anlamda en güçlü devlet olarak görüyordu. ingiltere’nin 1878’den beri osmanlı’yı parçalama politikası da denge politikası olarak almanya’yla yakınlaşmayı gerektiriyordu. almanlar da rusya’ya karşı rusya’da yaşayan türkleri milliyetçi bir ayaklanmaya kışkırtmak istiyordu. ayrıca savaş durumunda osmanlı’yı yanına alıp kafkaslarda yeni bir cephe açılması da almanya’nın elini rahatlatacaktı. padişahın halife unvanı da ingiliz ve fransız sömürgelerinde yaşayan müslümanları ve itilaf devletlerine zarar verecekti. sonuç olarak anlaşmaya göre olası bir avusturya sırbistan çatışmasında sessiz kalacak olsa da alman rus savaşında almanya’nın yanında yer alacaktı ki anlaşma imzalandığında alman rus savaşı başlamıştı. aynı şekilde osmanlı’ya karşı bir rus saldırısında almanya, osmanlı’nın yanında yer alacaktı. abd’nin savaşa girişi almanya’nın ingiltere ve fransa’ya karşı denizaltı savaşı hem abd ticaretine zarar veriyor hem de sivil gemilere de zarar veriyor ve birçok amerikalının ölmesine neden oluyordu. ayrıca casusluk faaliyetleri yaparak japonya ve meksika’yı abd’nin karşısında savaşa girmeye çağırıyordu. meksika’ya gönderilen telgrafta meksika’nın abd’ye karşı savaşıp new mexico, texas ve arizona eyaletlerini alabileceği vadediliyordu. bu telgraf, ingilizler tarafından ele geçirildi ve washington’a gönderildi. 6 nisan 1917’de kongre, almanya’ya karşı savaş ilan etti. rus devrimi 1898’de sosyal demokrat işçi partisi kuruldu. parti sonradan leninist bolşevikler ve troçkist menşevikler olarak ikiye ayrıldı. bolşevikler küçük ve devrimci bir elitin önderliğinde kurulacak bir parti tasarlarken menşevikler halk tabanına yayılmış bir devrimci parti düşüncesinde birleşiyordu. 1905’te troçki önderliğinde bir ayaklanma oldu. çar, ayaklanmayı bastırsa da tavizler vererek rus meclisi duma’yı açtı ve bazı özgürlükleri tanıdı. 1. dünya savaşı döneminde rusya’da karışıklık hakimdi ve 1917’ye gelindiğin tıpkı devrim öncesi fransası gibi maliye bitik durumdaydı. 1904 japonya savaşı ve 1905 ayaklanması borçlarla finanse edilebilmiş ve dünya savaşı’nda da aynı durum devam ederek ekonomi daha beter hale geldi. ordu da bu sefil durumdan bunaldı ve 1917 ayaklanmalarında çar’ın yanında yer almadı. mart 1917’de çarlık yönetimine karşı liberal prens lvov zafer kazandı ve bolşevikler dışında herkesin katıldığı geçici bir hükümet kurdu. bu hükümet ne barış sağlayabildi ne toprak reformu yapabildi ne de işçilerin derdine derman olabildi. dünya savaşında saldırılarını artırdı ve devrimi ekonomik değil siyasi algılayıp genel oy, genel af, düşünce özgürlüğü gibi reformlar getirdi. kaçınılmaz sonuç olarak bolşeviklerin talebi halkta daha çok karşılık buldu. ordu, kasım 1917’de lenin’in destekçilerine karşı silah kullanmadı. rusya savaştan çekildi ve 1918 mart’ında pahalı bir anlaşma olan brest-litovsk'u imzaladı. toplamda 3 milyon km2’lik bir toprak ve 62 milyon nüfusu kaybetti. petersburg yeni sınır çizgisine yakın olduğu için moskova başkent yapıldı. 1. dünya savaşı sonuçları batı’da devlet müdahalesi 1. dünya savaşı’ndan sonra kapitalizmi dönüştürdü. ekonomiye müdahale başladı, gümrük tarifeleri değişti, ulusal endüstri korundu, yeni pazar ve hammadde arayışı yükseldi, işçi sınıfının talepleri dinlendi. ilk kez planlı ekonomi uygulandı. serbest teşebbüsün israfından kurtulmak için devlet tarafından yönlendirilmesi fikri uygulamaya kondu, kısıtlamalar getirildi. dış ticaret devlet tekeline geçti. avrupa ekonomik darboğaza girdi. işsizlik arttı. boşa harcanan paralar, yerle bir olan evler ve fabrikalar, ödenmesi mümkün olmayan borçlar avrupa yüzyılının sonunu getirdi. abd ve japonya endüstrileri avrupa’nın yokluğunu doldurmaya başladı. savaşın bedeli sadece avrupa için 350 milyar dolardı. 10 milyon avrupalı öldü. 20 milyon insan sakat kaldı. savaşın maddi yıkımları avrupa hükümranlığının sonu oldu. enflasyon, işsizlik ve borçlar kısa sürede tavan yaptı. avrupa’nın ihraç ettiği ürünlerde üretim azalınca yeni sanayiler gelişi. abd’nin üretim kapasitesi devasa bir gelişme gösterdi. yaşanan acıları her milletin kendi içinde sarmaya çalışmasıyla birlikte ulusçuluk düşüncesi daha da gelişti. sosyalist fikir zayıfladı. işçilerin zincirlerinden başka kaybedecekleri şeyler de vardı artık ve savaş yalnızca kapitalist sınıfın savaşı olmak zorunda değildi. 1914’te sosyalist partiler, kendi parlamentolarında savaş için hükümete destek verdiler. sosyalizm, ulusal bir hal aldı. aile yaşamı, cinsiyet ve yaş dengesi alt üst oldu. doğum oranları azaldı. silah fabrikalarında ve diğer savaş hizmetlerinde çalışan kadınlar iş dünyasına da girmeye başladı. seçme ve seçilme hakkına sahip olmamaları için hiçbir neden kalmamıştı ve bu akım zamanla asya’ya da sıçradı. 1917’de abd’nin savaşa girmesi ve rusya’nın devrimden sonra savaştan çekilmesiyle dünya tarihi bir kırılma yaşadı. avrupa merkezli dünya anlayışı terk edildi. abd, demokrasinin en güçlü devleti haline geldi. 1914’te abd’nin avrupa’ya 6 milyar dolar borcu varken 1918’de avrupa’nın abd’ye olan borcu 16 milyar doları aşmıştı. almanya’da zorunlu askerlik kaldırıldı ve en fazla 10 bin kişilik bir orduya sahip olabilme şartı getirildi. savaş gemilerini itilaf devletlerine verdi. savaş tazminatı 56 milyar dolar olarak belirlendi. avusturya da savaş tazminatıyla beraber büyük oranda toprak kaybı da yaşadı. çekoslovakya, romanya, yugoslavya ve romanya anlaşmalardan kazançlı çıkan devletler oldular. versailles anlaşması almanya için ne belini bükecek kadar ağır ne de yeni küresel düzende yer edinecek kadar hafifti. versay, 2. dünya savaşı’na ortam hazırlayan bir barış anlaşması olarak tarihe geçti. lozan batı sınırı için misakımilli’ye uyuldu. stratejik anlamda hassas konumda olan çanakkale boğazı’nın karşısındaki imroz ve bozcaada türkiye’ye verildi. türkiye’nin güvenliği adına yunanistan’da kalan ege adaları silahsızlandırıldı. musul konusunda anlaşma sağlanamadı ve milletler cemiyeti’ne gidilmesi kararlaştırıldı. anlaşma 1926 tarihinde sağlandı. türkiye, ingiltere’nin musul konusunda kendisini rahat bırakmayacağını, batı’yla arasının açılacağını ve ileride gerçekleşecek reformlar için rahat bir ortama ihtiyacı olduğunu anlamıştı. bu nedenle tazminat karşılığında musul’u ırak’a bıraktı. azınlıklara, uluslararası hukukun tanıdığı haklardan fazlası verilmedi. osmanlı’yı yıkıma sürükleyen kapitülasyonlar kaldırıldı. batı, osmanlı’nın borçlarını tamamen türkiye’ye yıkmak istiyordu. türkiye, osmanlı’dan ayrılan devletlere de adil şekilde bölünmesini istedi. anlaşma sağlanamadı, 1930’da çözüldü. boğazlar silahsızlandırıldı ve milletler cemiyeti’nin güvencesi altına verildi. bu sorun da 1936’da montrö’yle çözüldü. bu diplomatik zaferin arkasında savaşta kazanılan zaferler, itilaf devletleri arasındaki dayanışmanın zayıflaması, sovyetlerle batı’nın yaşadığı çatışmalardan faydalanma hamleleri yatıyor. türkiye, yenilen devletler arasında hakkında verilen kararı değiştirebilen ve yeni anlaşmada masaya eşit şartlarda oturabilen tek devlettir. hitler’in dış politikası 3 aşamalıydı. almanya’yı versay’ın zincirlerinden kurtarmak. bütün almanları almanya’da toplayıp tek ulus tek devlet ilkesini gerçekleştirmek. hayat sahası politikasıyla refahı ve mutluluğu en üst düzeye çıkarmak. ilk iki amaç, sınırları belirli ve avrupa’nın güçlü devletleri için bir tehlike oluşturmayan ilkelerdi. bu yüzden almanya’nın polonya ve avusturya gibi ilk saldırılarına büyük bir tepki gösterilmedi. ancak üçüncü amaç hem soyut kalıyordu hem de esas patlamayı getirecek amaçtı.
Siyasi Tarih: 1918-1994
Siyasi Tarih: 1918-1994Oral Sander · İmge Kitabevi Yayınları · 2020767 okunma
··
2.054 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.