Gönderi

Birazcık düşünme yetisi olan herkes, dilimizin beynin içinde olan biten herhangi bir şey betimlemekte neredeyse tamamen yetersiz kaldığını fark etmiştir. Bu o kadar geniş kabul görmüştür ki büyük yetenek sahibi (Trollope gibi, Mark Twain gibi) yazarlar, otobiyografilerinin başında, kendi içlerindeki hayatı tarif etmeye niyetlenmediklerini, çünkü bunun doğasının tarif edilemeyeceğini yazmışlardır. Somut veya gözle görülür olmayan bir şeyle ilgilenmeye başladığımız anda, hatta o zaman bile (herhangi birinin dış görünüşünü betimlemenin zorluğunu düşünün) sözcüklerin gerçeklikle bağının en fazla satranç taşlarıyla canlı varlıklar arasındaki bağ kadar olduğunu anlarız. Tali meseleler çıkarmayacak, aşikâr bir örnek olarak rüyalara düşünelim. Bir rüyayı nasıl tarif edersiniz? Hiç kuşkusuz, asla tarif edemezsiniz çünkü dilimizde rüyanın atmosferini taşıyan herhangi bir sözcük bulunmaz. Elbette rüyadaki bazı ana gerçekleri kabataslak aktarabilirsiniz. Mesela, "Rüyamda, melon şapkalı bir kirpiyle Regebt Sokağı boyunca yürüdüğümü gördüm," diyebilirsiniz. Ne var ki, bu, rüyanın gerçek betimlemesi değildir. Üstelik bir psikolog sizin rüyanızı "semboller" açısından yorumlasa bile büyük ölçüde tahminler üzerinden gider, çünkü rüyanın gerçek niteliği, kirpiye yegâne önemini kazandıran onun nitelik, sözcükler dünyasına dahil değildir. Hatta rüyaları tarif etmek, bir şiiri, Bohn'un tercüme şiirinin diline çevirmek gibidir; asıl metni bilmediğiniz sürece anlamsız kalan bir yorumdan ibarettir.
·
46 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.