Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

"Bilmiyor musun? Ne kadar korkunçtur dünyada büyüyen haykırış, içinde baş kaldırmaya başlayan haykırış. Gecenin sessizliginde haykır, sevginin sessizliğinde haykır, suskun yalnızlıkta haykır. Ve haykırışın adı alaydır. Adı: Tanrı. Adı: Yaşam. Adı: Korku. Damarlarımızdaki bütün kanımızla bu haykırışın ocağına düştük işte. Gülüyoruz. Oysa ölümümüz başından beri tasarlanmış. Gülüyoruz. Oysa çürüyüp kokuşmamız kaçınılmaz. Gülüyoruz. Oysa yokoluşun eşiğindeyiz. Bu akşam. Yarın değil öbür gün. Dokuz bin yıl sonra. Her zaman. Gülüyoruz. Oysa yaşamımız rastlantıya buyur edilmiş, rastlantının eline bırakılmış, kaçınılmaz rastlantının, anlıyor musun? Dünyada düşen bir şey mi var, senin üzerine de düşebilir, seni ezebilir altında ya da ayakta bırakabilir. Düpedüz bağımlı durumdayız rastlantıya, ocağına düşmüşüz, yem diye önüne atılmışız rastlantının. Oysa gülüyoruz biz. Duruyoruz öyle ve gülüyoruz. Ve yaşamımız, sevgimiz ve sevgili yaşanmış acılarımız, dalga gibi, rüzgar gibi bir belirsizliği ve rastlantıyı içeriyor. Anlıyor musun dediklerimi? Anlıyor musun ha?" ... "Ve bizler bu kentteyiz, bu kentte yalnızlık ormanlarının bu en yalnızının göbeğinde, bu insanı altında ezip suyunu çıkaran taştan dağın en altında, hiçbir sesin bize seslenemediği, hiçbir kulağın bizi işitmediği, hiçbir gözün bizi görmediği bu kentte, yüz olmaktan çıkmış yüzlerin önümüzden geçip gittiği bu kentle, isimsiz, sayısız, rastgele. Paylaşmalardan uzak, kalpsiz. Dur durak bilmeden, bir başlangıçtan, sığınacak bir limandan yoksun. Yosunlardan farksız. Zaman ırmağında yosunlar. Yosunlar. Derinlerden yeşil, gri, sarı, kirli beyaz çıkıp gelen, sonra geride iz bırakmaksızın dünyanı sularına dalıp kaybolan yosunlar, yüzler, insanlar. Ve bu kentte bizler, yersiz yurtsuz, ağaçsız, kuşsuz, balıksız: Yalnız, yitik, defteri dürülmüş. Duvarlardan, sıvadan, toz topraktan ve çimentodan bir denizin eline bırakılmış, ocağına düşmüş. Merdivenlere, duvar kağıtlarına, kulelere ve kapılara peşkeş çekilmiş. Ve bu kentte bizler, ıslah olmayan trajik sevgimizle bütün bunlara satılmış. Kent denilen yalnızlık ormanında yitik, duvarlardan, binaların cephelerinden, demirden, betondan ve fenerlerden oluşan ormanda. Yolunu şaşırıp dünyaya düşmüş, yersiz yurtsuz, evsiz barksız. Sokakları dolduran, soruları yanıtsız bırakan yalnız geceye bağışlanmış. Milyon sesli haykırışı ile milyon yüzle günün eline teslim edilmiş, savunmasız, yumuşak kalbimizle teslim edilmiş, o düşüncesiz cesaretimiz ve küçük kavramlarımızla teslim edilmiş. Nabız atışlarımızla, burunlarımız, gözlerimiz kulaklarımızla kaldırımlara, taşlara, katran ve lağımlara, dubalar ve kanallara zincirlenmiş. Kaçılacak bir yerden yoksun. Çatıların altında ezilmiş, bodrumların, tavanların, odaların ocağına düşmüş. Duyuyor musun beni ha? İşte buyuz bizler, işte bu durumdayız. Ve sen yarına kadar, Noel'e kadar, marta kadar dayanabileceğine inanıyorsun ha?"
Sayfa 39 - Çatılar Üstünde KonuşmaKitabı okuyor
·
26 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.