Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

198 syf.
7/10 puan verdi
·
Beğendi
·
4 günde okudu
Dahi Diktatör bir Atatürk biyografisi, ancak nerede doğduğu, annesinin banasının kim olduğu gibi basmakalıp bilgiler yerine, Atatürk’ün düşünme metotları, hayat görüşü ve tecrübeleri anlatılıyor. Kitabın ismi olarak da seçilen dahi ve diktatör kelimelerinin altı bütün kitapta çiziliyor. Atatürk’ün dehası ve diktatörlüğü birçok yerde yer alıyor. Celal Şengör Atatürk’e verdiği diktatör sıfatını şöyle savunuyor: “Atatürk, özgürlüğü öğretebilmek, topluma yayabilmek için bir süre diktatörlük yapmıştır. Bunu çocuk yetiştiren ebeveynin çocuklarına yaptığı bir muameleye benzetebiliriz. Ebeveyn veya veliler, çocuklar belli bir akılcı muhakeme düzeyine erişmeden ve belli bir bilgi deposunu oluşturmadan, onlar adına karar alır.” Mustafa Kemal devrimlerinin yukarıdan inme ve zorla olduğu bilinen bir gerçek. Herkesin başka fikirlerinin olabileceği ve herkesin istediği gibi yaşama hakkı olduğu düşüncesini bugün çoğunlukla benimseriz. Aynı zamanda her toplumun kendi dinamikleri olduğu ve saygı duyulması gerektiğini de duyarız. Celal Şengör hem kendisinin hem de Atatürk’ün bu düşüncede olmadığını şöyle anlatıyor: “Her toplumun tam bir bilgi haznesiyle mücehhez olarak tamamen akılcı davranacağını düşünmek büyük ölçüde 20. yy modasıdır ve ilk kez 1906 yılında Amerika'nın ilk sosyoloji profesörü William Graham Sumner tarafından "Halk Yolları" adlı meşhur kitabında dile getirilmiştir. Batı uygarlığının kapsadığı toplumlar dışında hiçbir araştırma yapmamış olan Sumner, her toplumun kendi içinden yargılanması gerektiğini iddia ederek, dış kıstaslarla toplumların konumlarını belirlemenin yanlış olacağını öne sürmüştür. Modern bilimsel dilde buna rölativizim, yani bağılcılık denmektedir. Sumner, yönetimlerce halklara empoze edilen reformlara da karşıydı. Aslında bu fikirlerin ne kadar yanlış olduğu konusunda son zamanlarda gerek sosyoloji gerekse de sosyal antropoloji içinden ciddi sesler yükselmeye başlamıştır. Bu itirazların en derli toplu sunulduğu eser yine bir Amerikalı'ya ait olup UCLA antropoloji ve toplumsal psikoloji profesörü Robert B. Edgerton'a ait olan "Hasta Toplumlar" adlı önemli kitaptır. Daha 18.yy'da yapılan coğrafi keşif gezileri sayesinde, bazı toplumların fikirsel ve hissi gelişmelerinin diğerleri kadar olmadığı açıklık kazanmıştı. Mesela Kaptan James Cook (1728-1779), Büyük Okyanus adalarının birindeyken gemisine misafir gelen bir yerli kralının un çuvalı taşıyan tayfaların elinden çuvalın kazayla düşerek patlaması sonucunda elbisesinin kirlendiğini görmesiyle hıçkırarak ağlamaya başlaması, elbisesi temizlenince de sanki hiçbir şey olmamış gibi diplomatik ziyaretine devam etmesi karşısında hayrete düşmüş, bu insanların gelişim düzeylerinin bir çocuğunki kadar olduğu düşünmüştü. 1982 yılında yayımlanana kitabında Profesör Edgerton'un bütün dünyadan derlediği örneklerle vardığı sonuç, Cook'unkinin aynıdır. Bazı toplumlar gelişme basamaklarında geridir; bazıları ise ileri. "Bunu kabul etmemek, geri toplumları geride kalmaya mahkum etmek demektir." diyor Edgerton. Atatürk de kendi toplumunun geri, hatta hasta olduğu kanaatindeydi. Ahmet Haşim'in pek çok yazımda atıf yaptığım 1919 tarihli bir mektubunu okuyanlar, Atatürk'e hak vermeden edemezler: "Ankara'da Almanya İmparatoru'nun Anadolu hastalıklarını incelemek üzere gönderdiği bir tıp heyetinin bazı büyük rütbeli üyeleriyle görüştüm... Anlamışlar ki Anadolu Türklerinin karınları kurtlarla yüklü ve karınları bu kurtların salgıladığı parazitlerle dolu bulunuyor. Cinsi yakın bir yok olma ile tehdit eden bu halin sebebi nedir bilir misin? Beslenme eksikliği. Her ne kadar garip görünse de Anadolu Türkleri henüz ekmek yapımından bile habersizdirler. Yedikleri mayasız bir yufkadır ki, ne olduğunu yiyenlerin midesine bir sormalı! İstisnasız nakil vasıtaları olan kağnı hiç şüphe yok ki taş devri keşiflerinden ve aletlerindendir. Kağnı bir araba değil, fakat hayvana yapışıp kanını ve canını emen bir canavardır. Evlerine gelince, onlar da öyle: Duvarlar yontulmamış alelade taşların, çalı çırpının, leylek yuvasında olduğu gibi gelişigüzel dizilmesinden hasıl olmuştur. Anadolu külliyen temizlikten mahrumdur. Sakallı Celal'in dediği gibi, en nefis icatları olan yoğurt bile bir pislik mahsulünden başka bir değildir... Anadolu hemen baştan başa frengilidir. Anadoluluların güzelliği de bozulmuştur. Bir köy, bir kasaba veya bir şehrin kalabalığına bakılsa topluca o kadar topal ve topalların o kadar muhtelif çeşidi görülür ki insan kendini eşyanın şeklini bozan dışbükey bir camla etrafa bakıyorum sanır." Celal Şengör kitabında bilimsel yönetimi şöyle maddeliyor: “1. Problemin saptanması 2. Problem çözümü için bir varsayımın uydurulması 3. Varsayımın çıkarımlarının gözlemle denetlenmesi 4. Gözlemlerle çelişiyorsa varsayımın terk edilmesi 5. Genişlemiş gözlem temeliyle uyumlu yeni bir varsayımın uydurulması 6. Yeni varsayımın çıkarımlarının gözlemle denetlenmesi 7. Dördüncü ve sonraki aşamalarının sırayla tekrarı” Mustafa Kemal’in de bu maddeleri nasıl izlediğini ve hayatında nasıl uyguladığı da örneklerle anlatıyor. Mustafa Kemal’in bir bilim ve fen insanı olduğunun altı çiziliyor. “Atatürk'ün sorun çözme yönteminin ilk basamağı çözülecek sorunun bileşenleri hakkında mümkün olduğunca çok ve sağlıklı bilgi toplamak olmuştur.” “Hanımlar, Beyler, Memleketimizin en latif, en mamur, en güzel yerlerini 3,5 sene kirli ayaklarıyla çiğneyen düşmanı mağlup eden zaferin sırrı nerededir, bilir misiniz? Orduların sevk ve idaresinde ilim ve fen düsturlarını rehber ittihat etmektedir. Milletimizi yetiştirmek için asıl olan, mekteplerimizin, üniversitelerimizin kurulmasında aynı yolu takip edeceğiz. Evet, milletimizin siyasi, sosyal sosyal hayatında, milletimizin fikri terbiyesinde rehberimiz ilim ve fen olacaktır.” “Hattı müdafa yoktur, sathı müdafa vardır.” şeklindeki ünlü cümleye de dikkat çekiliyor. Çok bilinen bu cümlenin tam olarak ne demek istediği de pek bilinmiyor. Mustafa Kemal, bu zamana kadar takip edilen askeri bir kuralı bozup yeni bir taktik geliştirdikten sonra bu cümleyi sarf ediyor. Kast ettiği, hattın bir kesimi kırılınca, tüm hattın geriye çekilmesinin gereksiz olduğunu keşfetmesidir. Bu durum, evrimleşerek gerilla savaşına dönüşmüş ve bu düşüncenin temeli dahi olmuş olabilir. “Bak buraya, birader! Ben bu muharebede iki şey keşfettim ki bunlardan biri askerlik tarihinde şimdiye kadar formüle edilmemiştir. O da şudur: Daha iyi hamle etmek için iğreti çekilmeler yaptırdığım bir sırada sırt vere vere Ankara kıyılarına gerilediğimizi göz önünde tutarak: "Bu hat da elden giderse, hangi hattı müdafaa edeceğiz?" diye benden teessürle soran bir değerli kumandan Yusuf İzzet Paşa'ya: 'Vatanı korumakta hattı müdafaa yoktur, sathı müdafaa vardır. Bu satıh baştan bir başa vatanın büyük yüzüdür. Vatanın bu sathı, en son kayasına kadar düşmanla boğuşularak müdafaa edilecektir." cevabını verdim ve bu formülü bir gündelik emir ile bütün orduya tebliğ ettim. "İşte, bu, ilk benim keşfim, benim buluşum, harp tarihine ilavemdir." Mustafa Kemal’in doğası ve düşüncesi gereği dogmalara ve kati gerçeklere karşı olduğu görülüyor. Bizzat kendi koyduğu kurallara dahi kesin gözle bakmıyor, zaman içinde değişmesi gerekirse değişmesi gerektiğini belirtiyor: “Bizzat kendi fikirlerinin bile doktrinleşmesine karşıydı: Bunun nedeni, her düşünce sisteminin gelişmeye ihtiyacı olduğunu bilmesi, nihai gerçeği bulduğunu iddia eden her sistemin yalan üzerine kurulmuş olduğunu görmesindendi.” “Atatürk iki yol takip edilmesi gerektiğini söylüyor. İlki, kendi başına bir teşebbüste bulunabilen hemen bulunsun, kendisini destekleyelim; fakat bir de şahsi müteşebbislerin yapamayacağı işler var, halka ağır yük getiren. (..) Atatürk'ün ekonomi programı karma bir ekonomidir. Halk Partisi'nin oklarından biri devletçiliktir ama bu, o anki sorunlara bir çözümdür. Atatürk'ün Yakup Kadri Karaosmanoğlu'na söylediği meşhur bir söz vardır: "Bizim partinin doktrini yoktur" der. "Çünkü doktrin bir hareketi dondurur." “Hiçbir zafer gaye değildir. Zafer ancak kendisinden daha büyük olan bir gayeyi elde etmek için gerekir.” Kitapta çeşitli yerlerde Mustafa Kemal’in tüm sorumluluğu üstlenmek zorunda kaldığı, gördüklerini ve planlarını anlayamayan arkadaşlarına karşı yalnız kaldığı gösterilirken, tarihimizin diğer bilinen kişileriyle olan ilişkileri de gösteriliyor. “Liman Von Sanders, Enver Paşa'ya bir teklif listesi gönderiyor, listede Mustafa Kemal de var ama Enver, Mustafa Kemal'i paşa yapmak istemiyor. Enver, "Bu Mustafa Kemal'i paşa yaparsın, sadrazam olmak ister; sadrazam yaparsın sultan olmak ister, sultan yaparsın Allah olmak ister." diyor.” “Mustafa Kemal Anadolu'ya giderken İsmet Paşa'yı arayıp kendisiyle birlikte gelmesini istemiştir. İsmet Paşa "Daha yeni evlendim" cevabını vererek bu daveti reddetmiştir.” “Gazi'nin bu esnadaki sözlerini hiç unutmayacağım: "Üzülmeyin General" dedi. "Siz vazifenizi sonuna kadar yaptınız. Askerlikte mağlup olmak da vardır. Napolyon da vaktiyle esir düşmüştü. Size karşı büyük bir hürmet hissi besliyoruz. Burada kendinizi esir addetmemenizi rica ediyorum. Misafirimizsiniz. Yakında her şey düzelecektir. Buyurun, istirahat edin." “Mustafa Kemal araya girerek, "İsmet, orduyu Sakarya'nın gerisine çek" der. Bu, orduyu yüz kilometre geriye çekmek demek. İnönü telaşla, "Peki" der, Eskişehir ile Ankara arasındaki alanı işaret ederek, "Buralar ne yapacağız, milleti burada nasıl bırakacağız?" Bunun üzerine Mustafa Kemal, "İsmet" diye sözle başlar, "Orduyu çekmediğimizi farz edelim, ne yapacağız? Yapabileceğimiz bir şey yok. Bak İsmet, sen raya çekilirken Papulas ne yapacak, seni takip edecek. Yani bizim vatanımızın içine girecek. Yani, ikmal hatları uzayacak." Mustafa Kemal Anadolu'ya yol olmadığını biliyor. "Halbuki ben" der Mustafa Kemal, "Memleketimin içine çekiliyorum. Bırak gelsinler. Onları vatanın harim-i ismetinde boğacağım." Mustafa Kemal, "Yunanları burada durdurduk, yarın taarruza kalkacağız." der. İsmet Paşa ise oturduğu yerden hiddetle kalkarak "Sen delirdin" diye bağırır, "Ne ile taarruz edeceğiz? Subayların üçte ikisi şehit, ordunun yüzde kırk altısı firar etmiş, ne ile taarruz edeceğiz?" Mustafa Kemal şöyle cevap verir: "İsmet, hiç mühim değil." İşaret parmağını başına koyarak: "Papulas, savaşı burada kaybetti." “İnönü, şöyle diyor Atatürk'e, "Gazeteciler dedikodu yapıyorlar. Bu memleketi daha ne kadar on bir sarhoş idare edece" diyorlar. Atatürk şöyle cevap veriyor: "Pardon? On bir sarhoş mu? Halt etmişler. Bu memleketi sadece bir sarhoş idare ediyor." “Atatürk, etrafındaki insanlardan çok bezgindi. Rahmetli dedem anlatırdı: "Herkes Atatürk içkiden öldü zanneder. Hayır. Kahrından öldü." Derdini anlatacak kimsesi yoktu.”
Dahi Diktatör
Dahi DiktatörCelal Şengör · Ka Kitap · 20173,631 okunma
·
155 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.