Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

336 syf.
9/10 puan verdi
·
4 günde okudu
"Adı bilinmeyen bir ülkenin adı bilinmeyen bir kentinde, arabasının direksiyonunda trafik ışığının yeşile dönmesini bekleyen bir adam ansızın kör olur. Ancak karanlıklara değil bembeyaz bir boşluğa gömülür. Arkasından, körlük salgını bütün kente, hatta bütün ülkeye yayılır. Ne yönetim kalır ülkede, ne de düzen; bütün körler karantinaya alınır. Hayal bile edilemeyecek bir kaos, pislik, açlık ve zorbalık hüküm sürmektedir artık. Yaşam durmuştur, insanların tek çabası, ne pahasına olursa olsun hayatta kalmaktır. Roman, kentteki akıl hastanesinde karantinaya alınan, oradan kurtulunca da birbirinden ayrılmayan, biri çocuk yedi kişiye odaklanır. Aralarında, bütün kentte gözleri gören tek kişi olan ve gruptakilere rehberlik eden bir kadın da vardır. Bu yedi kişi, cehenneme dönen bu kentte, hayatta kalabilmek için inanılmaz bir mücadele verir." Bu satırlar kitabın arka kapağından. Bu kısmı neden paylaştığıma gelecek olursak; kitabın konusunu, kitabı okumayan birilerine ipucu vermeden izah etmenin oldukça zor olmasıdır. Yukarıdaki satırlar genel çizgileriyle eserin konusu hakkında okuyucuya bir fikir verebilir. Özetten ziyade kitabın manası üzerinde durmak istemem de satırları paylaşmamdaki bir diğer sebep aslında. Şimdi bu körlük salgınına yakalanmayacak olmamızın rahatlığıyla bir arabaya binelim ve bu atmosferi soluyalım. Öncelikle eserin pek çok simgeyle süslü olduğunu belirtmek isterim. Bu kadar meşhur bir eseri okumaya ilk başladığımda bir adamın kör olması ve bu körlüğün giderek diğer insanlara da bulaşmasının -ki körlüğün bulaşıcı bir şey olmadığını herkes gibi düşünerek- hangi noktaya varacağı konusunda merak içindeydim. Çünkü yazar daha en baştan sıradan bir kitap okumayacağımızın; aksine mesajlarla ve imgelerle dolu bir yolculuğa çıkacağımızın sinyalini veriyordu. Hepimizin bildiği üzere gerçek anlamdaki körlük olgusu bir siyahlıktan ibarettir. En azından çevremizdeki görmeyen insanlardan aldığımız duyumlar bu yöndedir. Kitapta ise sözü edilen körlük beyaz bir körlüktür. Trafik ışığını beklerken kör olan karakterimiz bir karanlığa değil aksine bembeyaz bir körlüğe mahkum olmuştur. Dolayısıyla aslında bu körlük bizim bildiğimiz türden bir körlük değildir. Yazar beyaz körlük metaforunu kullanarak bizlere gören ama aynı zamanda görmeyen bir körlükten söz eder. Yani hepimiz yaşadığımız dünyada pek çok iyi - kötü, acı - tatlı gerçeği görüyoruz fakat o kadar duyarsızlaşmışız ki bu gerçekleri görmüyormuş gibi yaşıyoruz. Bunun yanı sıra her gün, her saniye televizyonlardan, radyolardan bu gerçekleri duymamıza rağmen yok saymayı becerebiliyoruz. Diğer kıtada insanlar açlıktan hayatlarını kaybederken, biz bunu masa başında izleyerek yemeğimizi yiyebiliyoruz. İşte tam da bu yüzden çoğumuz aslında körüz. Bu metafora paralel olarak kitapta gören tek kişi olduğundan söz edilen ve bir göz doktorunun eşi olan bir kadından söz ediliyor. Bu karakter en başta söyledigimiz gibi görmeyen insanlara rehberlik yapan bir kadın fakat kadının kör olmadığını kocası dışında kimsenin bilmediği gibi bir durum söz konusu. Bahsettiğimiz karakter diğer körlerin aksine bütün rezilliklere bizzat şahit oluyor fakat bir kör gibi davranarak tepkisiz kalıyor. İşte tam da burada Saramago, okuyucuya bir metafor daha sunuyor: Gören ama gördüklerine tepkisiz kalan, deve kuşu misali başını kuma gömen liderler, aydınlar, entelektüeller vs. Liderler, aydınlar diyorum çünkü kadının sıradan bir insan yerine rehber olarak seçilmesi bu yorumu doğruluyor. Kitaba dair diğer bir ilginç yön ise; kitapta ne mekân ismi, ne şahıs ismi ne de ülke isminin yer almaması. Yazar hiçbir karakteri özele indirgeyerek ona herhangi bir isim vermemiş. Her karakteri nitelikleriyle çağırmış; gözü şaşı çocuk, gözü siyah bantlı yaşlı adam, doktorun karısı, koyu renk gözlüklü genç kız, ilk kör gibi. Bu durum da verilmek istenen mesajın sadece bir topluluğa ya da bir coğrafyaya değil evrensele yöneltildiğini fark ettiriyor okuyucuya. Eserde körlüğün yeni yayılmaya başladığı ilk anlarda kör olan insanların karantinaya, bir çeşit sefilliğe mahkûm edilmesi bana Hitler'in Yahudiler'e yaptığı soykırımı anımsattı. Tüm bunların yanında herkesin kör olmasıyla birlikte şehirdeki kaosun ve yiyecek bulma sıkıntısının baş gösterdiğini görüyoruz. Ayrıca çetelerin oluşması, herkesin tuvalet ihtiyacını sokaklarda gidermesi gibi unsurlar da modern insanın acizliğini gösteriyor. Böyle bir durumda insanların içindeki hayvanlar ortaya çıkmış oluyor. Bu da acınası bir gerçek. Düşünüyorum da aynı durum günümüzde yaşansa eminim her şey kitapta geçenlerin aynısı olurdu. Saramago aslında bu eserle kanayan ama kanadığı görmezden gelinen bir yaraya parmak basarak başkaldırmıştır. Kuşkusuz kendisinin yaşadığı dönemde faşizmin ve savaşın yıkıcı etkilerine şahit olması romanı bu derece güçlü bir kalemle yazmasını sağlamıştır. Cümlelerin arasında noktadan ziyade çoğunlukla virgül kullanılan eseri bu yönü itibariyle okumak diyalogları ayırmak konusunda okuyucuyu biraz zorlasa da son derece kaliteli ve realist bir eserdi benim için. Şimdi sırada Görmek isimli eserini edinmek var. Gören gözlerimizi hakikatleri yok saymanın aksine, görmek yönünde kullanabilmemiz dileğiyle. Okumayi düşünenlere şimdiden keyifli okumalar dilerim. :) "Oysa tuvalet ihtiyacını herkes o anda duymuştu, hepsinden önce de zavallı çocuk, kendini daha fazla tutamayacaktı, pek hoşumuza gitmese de, hayatın bu kirli gerçekleri herhangi bir anlatıda dikkate alınmalıdır, bağırsakları rahatsızlık vermediği sürece herkesin kendine özgü düşünceleri vardır, örneğin gözlerle duygular arasında doğrudan bir ilişki olup olmadığını tartışabiliriz ya da sorumluluk duygumuzun normal bir görme yetisine sahip olmamızla ilgisi bulunup bulunmadığını kendimize sorabiliriz, ama doğal ihtiyaçlarımız iyice sıkıştırdığında, duyduğumuz acı ve çektiğimiz sıkıntı, bedenimizin kaldıramayacağı kadar yoğunlaştığında, içimizdeki hayvan dışarı çıkar."
Körlük
KörlükJosé Saramago · Kırmızı Kedi · 2022103,6bin okunma
··
9 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.