Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

Sözünü işittiğim bu küçük bürokratik fotoğrafın varlığına hiç inanmamıştım. Yani herhangi bir yerde hâlâ bulunduğuna, saklandığına ya da onu bulan annem Elena'da olduğuna, onu karakolda 1936'nın siyasi komiserlerinden istediğine, onların da verdiğine inanmamıştım; annem o sıralar yirmi iki yaşındaydı, sekiz kardeşin en büyüğüydü ama yine de çok gençti. Annem öldükten uzun süre sonra fotoğrafı tesadüfen, iki yanında geniş kırmızı şeritler olan siyah bir şeritten ibaret garip bir saten parçasına sarılmış halde, kardeşinin açıkta duran, henüz hayattayken çekilmiş bir başka fotoğrafı, Edebiyat Fakültesi Dekanlık Kütüphanesi'nin üye kartı ve 1930'lara ait, sığdırabilmek için özenle katlanmış çeşitli kâğıtlarla birlikte (aralarında mor Cuhmuriyetçi bayrağıyla taçlanmış, Madrid'e methiye düzen naif bir halk şiiri de vardı; annem bitmez tükenmez Franco rejimi boyunca onu saklamakla ne büyük bir tehlike göze almıştı) tenekeden bir Alcalá de Henares badem kutusunda bulduğumda ilk tepkim fotoğrafa bakmamak olmuştu; kumaşı açtığım anda bir şimşek ya da kan lekesi gibi gözümü çelen, hiç görmemiş olduğum halde, o çok eskide kalmış ölüm o anda hafızamdan uzak olduğu halde derhal tanıdığım şeye uzun uzun bakmak istememiştim. İlk tepkim fotoğrafı tekrar saten parçasıyla örtmek olmuştu, bir cesedin yüzünü canlıların bakışından korurcasına ya da sanki insanın gördüğünden sorumlu olmamakla birlikte baktığından sorumlu olduğunun, kaçınılmaz ilk görüşten sonra bakmaktan daima kaçınabileceğinin -bakmak seçime bağlıdır- bilincine ansızın varmışçasına; ilk bakış haindir, istemsizdir, kaçar gider, sürprizdir, insan o sırada gözlerini kapatabilir ya da yüzünü eliyle örtebilir, başını çevirebilir veya daha fazla bakmadan bir sayfayı hızla çevirmeyi tercih edebilir ("Çevir, çevir, senin dehşetini, ıstırabını istemiyorum. Çevir, çevir ki kurtulasın"). Sonra kalbim çarparak durup düşündüm; düşündüm ki annem o hunharlığın fotoğrafını istemiş, almış ve hayatı boyunca saklamışsa, kuşkusuz bunu hastalıklı bir duyguyla da, her halükârda somut hedefi olamayacak bir hıncı canlı tutmak için de yapmamıştı, çünkü bunlar onun kişiliğiyle bağdaşmazdı. Muhtemelen kardeşi Alfonso'nun öylesine sefil biçimde ölmüş olması, sokaklarda, karakollarda dolaştığı o gece de, artık hiçbir gece de eve gelmeyecek olması ona imkânsız göründüğünde, bir rüya gibi geldiğinde gerçeklerden emin olmak için saklamıştı. Bir de geçici olmayan kayıpları er veya geç sarmalayan gerçekdışılık, geceleri hayallerini tamamen ele geçirmesin diye. Belki ayrıca fotoğrafı o resmi ölüler arşivinde bırakmak ona bir daha görmediği, nerede yattığını hiç öğrenemediği, gömemediği bedeni açıkta bırakmak gibi geldiği için. Daha sonra fotoğrafı niye yok etmediğini de anlayabiliyorum; oysa o fotoğrafa bir daha asla bakmadığından ve yanlışlıkla görme ihtimalini de ortadan kaldırmak için o kırmızı siyah kumaş parçasına sarılı olarak sakladığından eminim; bir uyarı ya da caydırıcı bir işaret gibi: "Burada olduğumu hatırla. Hâlâ var olduğumu ve dolayısıyla geçmişte de var olduğumu hatırla. Beni görebileceğini ve görmüş olduğunu hatırla." O fotoğrafı başkasına göstermediğinden de aşağı yukarı eminim, gösterdiğini hiç sanmıyorum. Annesiyle babasına elbette göstermemiştir; ne hassas ve daima ürkek, onca evladın ve onu neredeyse eve hapsedecek kadar seven kocasının, babanın hiç bitmeyen istekleriyle hep işi başından aşkın annesine, ne de benim gerçek adımın, hepsi aynı kapıya çıkan Jacobo, Jaime, Santiago, Diego ya da Yago değil, aynı adın Fransızca karşılığı olan ve Parisli dostların dışında yanlış hatırlamıyorsam bir tek annemin kullandığı Jacques olmasına yol açan, Fransız asıllı, otoriter olduğu kadar sevimli babasına. Hayır, haberi onlara mecburen iletmiş ve öğrendiklerini anlatmış olacağı halde fotoğrafı ne onlara göstermiştir ne de hepsi daha küçük yaşta olan ve kolay etkilenen diğer kardeşlerine; kolay etkilenmeyen tek kardeşi, erkeklerin en büyüğü, yaşça kendisinin bir küçüğü ise kentte gizleniyordu, sürekli yer değiştiriyor, tarafsız ya da resmen bir bağlılığı olmayan bir büyükelçiliğe sığınmaya çalışıyordu. Belki sadece babama göstermiştir o fotoğrafı; içtikleri su ayrı gitmeyen, kim bilir belki daha o sıralarda bile kendisine âşık olan arkadaşına; belki de fotoğrafı karakolda bulan babamdı ve klasörden ürpererek, sessizce lanet okuyarak çekip çıkarmış ve anneme de o göstermişti; yapmak isteyeceği son şey. Sanıyorum o gece ve ertesi gün boyunca babam kaygılı ve sonu daha da kederli, uzun yolculuğunda annemin yanından ayrılmamıştı.
Sayfa 145 - I AteşKitabı okudu
·
49 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.