Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

464 syf.
10/10 puan verdi
·
Beğendi
Spoiler içerir. Thomas Hardy’nin Adsız Sansız bir Jude romanı hakkındaki düşüncelerime geçmeden önce roman hakkında zihninizde genel bir fikir oluşması açısından romanın geçtiği dönemi tanımakta yarar olduğunu düşünüyorum. Çünkü bir romanı analiz ederken onu kendi tarihsel bağlamından koparamayız. Dönemin genel kanılarını anlarsak romanın bizde uyandıracağı anlamlar dizisini genişletebiliriz. Öyleyse başlayalım. Adsız Sansız bir Jude, İngiltere’nin dünyanın en zengini olduğu ve orta sınıfın yani burjuvazinin yükseldiği dönem olan Viktorya Çağ’ında geçer.(1837-1901). Thomas Hardy, Viktorya çağının en önemli yazarlarındandır. Virginia Woolf, Hardy’nin ölümünün İngiliz edebiyatını öndersiz bıraktığını söylemiştir. Kuşkusuz o kendi çağının tarihini, ahlaki standartlarını, göreneklerini eserlerinde iyi yansıtabilmiş ender yazarlardan biridir. Viktorya toplumu, Britanya imparatorluğunun dünyanın en zengini olduğu, kendi toplumunun alt sınıflarının büyük yoksullukla cebelleştiği ve toplumdaki sefaletin ve çirkinliğin görmezden gelindiği paranın ise en yüce değer sayıldığı, estetik ve güzellikten yoksun bir toplumdur. İngiliz yazar D.H.Lawrence Viktorya çağını şu sözlerle anlatır: “19.yy.’de insan ruhuna gerçekten ihanet eden çirkinlikti. Viktorya çağının refah günlerinde paralı sınıfların ve sanayide kalkınmayı sağlayanların işledikleri büyük cinayet, emekçileri çirkinliğe, çirkinliğe ve gene çirkinliğe mahkûm etmekti; bayağı, biçimsiz, çirkin giysiler, çirkin mobilyalar, çirkin evler, çalışanlarla işverenler arasında çirkin ilişkiler. İnsan ruhunun ekmekten fazla güzelliğe gereksinimi vardır.” Dar kafalı burjuvazinin elinde refahın sadece ekonomik güce indirgendiği, bir yanda sınıfsal eşitsizliklerin bir yanda ise ucuz zevklerin yer aldığı; edebiyat eleştirmeni Matthew Arnold’ın ülkesine egemen olan burjuvazi için yeni bir sıfat üreterek “philistine”(kültürden yoksun, güzellik düşmanı, dar kafalı ) olmakla suçladığı bir çağdır Viktorya çağı. Roman, Jude’un annesini ve babasını yitirmiş öksüz bir çocuk olarak 11 yaşında büyük teyzesi Drusilla ile yaşamasını öğrenmemizle başlar. Thomas Hardy Wessex adında hayali bir coğrafi bölge yaratır ve kahramanları buradaki köy ve kasabalar arasında yaşarlar. Jude, Marygreen köyünde yaşar ve öğretmeni Phillotson’a büyük hayranlık duyar. Onun sayesinde okumaya ve bilgiye tutkuyla bağlanır. Gece gündüz demeden elinde kitaplarla kendi kendini eğitir. Çünkü Marygreen’den yalnız 20 mil ötede Christminster(Oxford) kasabasına gidip yüksek öğrenim görmek en büyük hayalidir. Bir dindar için Jerusalem nasıl kutsal ise Christminster da Jude için öyle kutsal bir yerdir. Gündüzleri taş ustalığı yapıp geceleri kitaplarının başına oturan Jude, yüksek eğitimin, bilginin ve entelektüel yaşamın inancıyla yoğrulur. Romanı uzun uzun anlatma niyeti taşımıyor bu satırlar. Sadece karakterlerin yaşam inançları, düşünceleri ve toplumsal bağlamın onları nasıl şekillendirdikleri hikâyenin gidişatında kilit öneme sahip. Jude’un kendi istekleri hayatındaki iki dönüm noktasıyla değişir ve dönüşür; bu noktalar hayatına giren “kadınlardır.” Bir yanda Jude’un zihinsel faaliyetleri ve yüce bir amaç gördüğü iyi eğitim ve bilgiyle harmanlanmış bir yaşam isteği bir yanda ise erkek olarak doğasına, içgüdülerine karşı gelememesi onda beden-zihin çatışmasını yaratarak hikâyesini dönüşüme uğratır. Jude genç bir delikanlıyken köyündeki dişi hayvan( hayvan derken onun ilkel doğasına atıfta bulunuluyor) olarak nitelendirebileceğimiz Arabella ile evlenir. Onunla zihinsel olarak hiçbir uyum içerisinde olmasa da Arabella Jude’un içindeki eril ateşin tetikleyicisidir ve bu içgüdüsel davranış biçimi Jude’u hayalini kurduğu Christminster’da okumaktan alıkoyar. Artık kendini kitapları yerine tencere, tava gibi birtakım önemsiz ev eşyaları almaya ve “evliliğin” yükümlülüklerini yerine getirmeye adamalıdır. Arabella fazlasıyla dişi(bedenen) kafaca ise kaba saba, anlayıştan yoksun sığ bir kadındır. Nitekim Arabella da kadınların erkeklere hizmet ettiği, sadece bedensel bir varlık olarak görülen, hayatını sürdürmek için maddi güce gereksinim duyan ancak kadınların toplumsal yaşama katılımının çok sınırlı olduğu dönemde yapabileceği sadece evlenmek olan bir kadındır. Arabella viktorya toplumun yarattığı kadınlardan sadece biridir. Bir kadın olarak hayatta kalabilmek için “evlilik”onun için şarttır. Evlenmezse ya babasıyla birlikte domuz yetiştiriciliği yapacak ya da çeşitli meyhanelerde garson kız olarak çalışacaktır. İkisi de birbirinden beterdir; o halde onu rahat ettirebilecek bir kocaya sahip olmalı ve böylece konforlu bir yaşam sürmelidir. Toplum ona başka çare bırakmaz. Arabella kendine toplumsal yaşamda bir yer edinebilmek için sosyetenin güzellik standardı neyse ona uymakta hiç tereddüt etmez. Dolgun saçlı olma güzellik sayıldığı için peruk takmakta hiçbir sakınca görmez. Sorgulayıcı zihne sahip değildir. Toplumun standartlarını sorgusuz sualsiz doğru kabul eder ve uygular. Jude’un düşünce hayatıyla hiç ilgilenmez ona bu konuda saygı da duymaz. Kitaplarını yere fırlatır ve eve ekmek getirmesini söyler. Karınlarının doymasına kitapların bir faydası yoktur. O gündelik kaygılarının somut çözümleriyle ilgilenir. Jude çalışacak Arabella’nın karnını doyuracak karşılığında Arabella da Jude’a bedenini sunacak Jude’u doyuracaktır. Ne de olsa “evlilik” denen sosyal yapı başka ne anlama gelirdi? Jude’un işte olduğu bir gün karnı doymayan Arabella Jude’a bir mektup bırakır. Annesi ve babasıyla birlikte Avustralya’ya taşınacaklarını yazmıştır. Jude terk edilmiştir ancak acı duymaz bu ayrılıştan hatta rahatlamıştır bile. Böylece önceden hayalini kurduğu Christminster’a taşınır. Orada üniversitenin önünden geçen öğrencileri ve öğretmenleri izler. Kendisini onların arasında hayal eder. Bilgiyle, öğrenimle harmanlanmış bir hayatın rüyasıyla yaşasa da gerçek somut olarak karşısındadır. Kalacak bir yere, yemeye, içmeye ihtiyacı vardır ve bütün bunları yapabilmesi için paraya. O yüzden üniversiteye girebilmek için gündüzleri Christminster’da taş ustalığı yaparak parasını kazanır geceleri ise uyumadan sabahlara kadar Latince, Eski Yunanca çalışır. Oysa üniversiteliler ona dönüp bakmaya tenezzül bile etmezler. O sırada görünürde bir taş işçisi olsa da birçoğundan daha bilgili olduğu açıktır. Jude’un eğitim eşitsizliğini gördüğü Chrisminster’da toplumsal gerçeklik ona soğuk duş etkisi aldırır. Çünkü üniversite onun gibi yoksulların değil varlıklıların eğitim yuvasıdır. Nitekim üniversiteye kabul için 5 hocadan sadece 1 tanesi ona cevap vermiş o da yüksek bir kibirle Jude’a taş işçiliğine devam etmesini salık vermiştir. Jude için bu cevap büyük hayal kırıklığı yaratmış, onlardan bilgi konusunda aşağı olmadığı halde yoksul olduğu için yüksek öğrenim hakkı engellenmiştir. Oysa üniversite, bilgiye ve öğrenmeye aç her sınıftan yurttaşa açık olmalıyken durum bunun tam tersiydi. Eğitim belirli bir zümrenin tekelindeydi. Hardy’nin sınıfsal ayrımcılık, kadının toplumsal konumu, ahlaki sorunlar üzerine eğilmesi ve bu konuları teorik bir dilden öte şair kimliğiyle anlatması onun edebi kişiliğinin dehasını ortaya koyar. Thomas Hardy yazar kimliğinden önce bir şairdir ve o iyi bir doğa gözlemcisi olmanın yanında bir şairde olması gereken derin ve incelikli bir bakış açısına sahipti. Bu incelikli bakış açısını romanda dikkatimi çeken bir sahne ile açıklamak istiyorum. Jude’un küçücük bir çocukken Christminster’a gidip orada okuma hayalini Hardy, öyle betimler ki bir çocuğun zihninden tüm dünyaya bakar halde bulursunuz kendinizi. Jude’un yaşadığı Marygreen ile Christminster arasında 20 millik bir mesafe vardır ve buraya günübirlik gidilip gelinebilir. Oysa Jude çocukluğunda köyünden Christminster’ı iyi görebileceği bir yere çıkar ve sislerin ardında belli belirsiz seçtiği Christminster’ı izlemeye koyulur ve hayallere dalar. Bir çocuğun zihninde ki uzaklık ve yakınlık kavramı birden farklılaşır. Jude büyüdüğünde bu fiziksel mesafe gittikçe azalır. Çocukların dünyasında yetişkinlere oranla bu uzamsal algılayış farkını Thomas Hardy dili ve üslubuyla bizlere aktarmayı başarır. Çocuğun zihninde Christminster’a gitmek o kadar uzaktır ki Hardy bunu anlayabilmemiz için dilin kendisinden yararlanır ve biz Jude’un oraya gidebilmesi için bilgisini arttırması gerektiğini ve bu yüzden kasabanın çok uzak bir yer gibi görünmesini dili kullanış biçiminden sezeriz. Böylesine bir ayrıntıyı derin ve incelikli olarak ele alan Hardy’nin dehası beni fazlasıyla etkiledi. Düşünsel ve fiziksel uzaklığın iki kutbunu betimlemesi onun şiirsel sanatını gözler önüne seriyor. Jude Christminster’da üniversiteye girme hayalini bir kenara bıraktıktan sonra orada kalıp taş ustalığı mesleğine devam eder. Daha önce teyzesinden duyduğu kuzeni Sue Bridehead’in de Christminster’da yaşadığını öğrenmesi aklına gelir ve onunla görüşme isteği çekingen tavırlarıyla bir artıp bir azalır. Kendisi resmi olarak Arabella ile evli olduğu için ahlaken Sue’dan uzak durması gerektiğini düşünür. Sue Bridehead, Jude ile birlikte romanın en önemli karakteridir. Jude ve Sue’nun hikâyesi üzerinden tüm viktorya çağının çürümüş yapısına, yozlaşmışlığına bir bakıştır bu eser. Hardy, çağının kokuşmuş zihniyetini, kadının toplumsal konumunu ve evlilik kurumunun saçmalığını bu romanda bariz şekilde göstermiştir. Sue, Jude’un kuzeni ve aşığıdır. Arabella’da gördüğümüz dişilik Sue’da yoktur. Ancak dişilik ile kastım feminen çekiciliği olmadığı anlamında değil Sue’nun bedensel çekiciliğe hiçbir şekilde önem vermediği yönündedir. Viktorya çağında cinsellik ve cinsel yaşam büyük bir tabudur. Cinsellik kapalı bir kutudur. Cinsellikle ilgili herhangi bir şey açık olarak konuşulamaz, yazılamaz. Tabunun ne boyutta olduğunu örneklendirmem gerekirse; piyanoların ayakları kadın bacaklarını çağrıştırdığı için onlar pahalı kumaşlardan yapılan süslü kılıflarla kaplanıyordu. Orta ve üst sınıfın bu dar kafalılığı tüm çağa egemen olmuştur. Hardy ise cinselliği eserlerinde apaçık yazmaya çalıştıysa da her zaman yazdıkları sansüre uğramış bu yüzden cinsel örüntüleri edebi ustalığıyla kelimelerin arkasına gizleyerek göstermiştir. Sue’nun dişiliğinin eksik bir yanı yoktur. Hatta Jude onu bedensel olarak da arzular. Ancak o yalnız bedenen var olan bir insan değil aklıyla da toplumda varlık kazanabilmelidir. Toplumun kadını sadece cinsel meta olarak görmesi Sue’ya ağır gelir. O düşünce bakımından kendini geliştirmiş, çok okumuş, entelektüel birikime sahip akıllı bir kadındır aynı zamanda. Bedensel birleşme değil zihinlerin birleştiği bir ilişki biçimi istemektedir. Toplumun onun varlığını yok sayması onda psikolojik birçok açmaza yol açar. Zihnen var olabilmesinin yolu erillik ise o da dişil yanını bastırır. Böylece Sue’nun sürekli neden çelişkili davrandığı ortaya çıkar. Sue romanda fazlasıyla tutarsız ve kararsız olan, iki erkek arasında gidip gelen bir kişilik olarak göze çarpsa da ben tam tersine onda Arabella gibi toplumda var olabilmenin yolunu bulmaya çalışan bir kadın görürüm. Arabella’nın tersine o dişil gücünü değil eril gücünü ortaya koyar. Onun tutarsızlığı toplumun çürümüş ahlakının göstergesidir. Yüzyıllardır aklın erkek olmakla, bedensel hazların kadın olmakla ilişkilendirildiği batının düşünce hayatında Sue da varlığının onaylanmasının yolunu aklıyla gerçekleştirmeye çalışır. Thomas Hardy akıl-erkeklik, beden-kadınlık düalizmini romanda ters yüz eder. Romanın ilerleyen bölümlerinde Sue, Jude’un öğretmeni Phillotson ile evlenir fakat bir süre sonra Sue Phillotson’dan ayrılmayı ister. Phillotson ise eski bir arkadaşı Gillingham ile dertleşirken Sue için onun kendisinden daha mantıklı olduğunu kendisinin ise duygularıyla hareket ettiğini söyler. Burada kadın akılla, erkek duyguyla özdeşleşmiştir artık. Sonuç olarak, Adsız Sansız bir Jude viktorya toplumunun tüm değerlerine saldırarak bu değerlerin çürümüşlükten başka bir şey olmadığını gösterir. Thomas Hardy’nin en kötümser romanı olarak bilinir ve çağdaşları tarafından çokça eleştiriye maruz kalmış bir eserdir. Şüphesiz zengin yönetici sınıfı fazlasıyla rahatsız etmişe benzer. Romanda bulacağımız ve kuracağımız anlamlar bugünkü yaşamımızla ortak paydada buluşacaktır. Çünkü anlatılan değer yargıları, kadın sorunu, sınıf çatışmaları, yoksulluk, eğitim eşitsizlikleri bugün hala bitmeyen ve birçoğumuzun mücadelesini verdiği olgulardır.
Burcu
Burcu
Adsız Sansız Bir Jude
Adsız Sansız Bir Jude
Thomas Hardy
Thomas Hardy
Adsız Sansız Bir Jude
Adsız Sansız Bir JudeThomas Hardy · İletişim Yayınevi · 20141,127 okunma
·
378 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.