Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

376 syf.
10/10 puan verdi
·
Beğendi
Savaş mı katliam mı...
Kitap Musa serisinin ilk kitabı; savaş Birinci Dünya, açlarsa Dinamo'nun küçük Musa'sının da bulunduğu yetimler, dullar... Çoğunlukla İstanbul'u ve kalburüstü tabakayı işleyen yazarlarımızın aksine, o dönemin Anadolu'sunun, en yoksul kesimi en olağan çıplaklığıyla işleniyor burada. Öyle doğrudan bir anlatışı var ki Musa yerine Hasan'ı koysaymış birebir hayat öyküsü olmadığından kimse dem vurmazmış hiç. Hoş, isimleri değiştirmesi yazarın olayları nesnel olarak ele alabilmesi için hakikaten elzemmiş. Okudukça da anlaşıldığı üzere böyle acıklı bir romanı yazmak hele başından geçenlerden ibaretse, büyük bir soğukkanlılık gerektiriyor. Yoğun tasvirler gibi sanatsallığa hatta yorumlara bile pek girişilmemiş ama olay üstüne olay şeklindeki şiddetli bir edebi akıntının üzerinde küçük Musa'nın dimağının içindeymişçesine dönemsel yolculuğa çıkıyorsunuz. Öyle ki; yalnız kitabı okumuyorsunuz, siz de o tarlayı mezbahanın atıklarıyla gübreliyorsunuz; sizin de babanız, abiniz savaşa gidiyor; tarlayı sürebilen kalmayınca siz de o mezbahanın atıklarıyla bu sefer doğrudan kendiniz nemalanıyorsunuz. Nitekim, çocuk kahramanlar çokça yer alsa da aşırı gerçekçi yokluk, açlık, ölüm ve cinsellik tasvirleri yüzünden asla bir çocuk romanı değil. 1914'e doğru başlıyor hikaye. Trabzon doğumlu Yemen gazisi baba Temel Çavuş, hamile eşi ve 4 çocuktan oluşan ailesiyle İstanbul'dan Samsun'un kırsalındaki Kötü Köy'e tersine göç etmek zorunda kalıyor. Daha büyük savaş başlamadan, en ağır çiftçilik olan tütün işinde çalışmaları yetmiyormuş gibi köydeki sıtma salgınından da nasiplerini baya bi alıyorlar. Neyse ki tanıdıkları vasıtasıyla Samsun'un daha şehir kısmındaki bir tarlaya kısa zaman içerisinde kapağı atabiliyorlar. Sıtmadan dolayı o denli sefil görüntüleri var ki girişte şehrin şımarık ve de nüfuzlu kesimine çok sert bir şekilde maruz kalıyorlar. Fakat verdikleri karşılık da aynı sertlikte olunca mahallenin yoksul sakinlerinin gözüne anında girebiliyorlar ama nüfuzluların diş bilemelerinin önüne geçilemiyor bir türlü. Ta ki tüm bir aileyi savaş, açlık ve ölümden oluşan 1914-1918 dönemi çukurunda iyice dibi boylasınlar diye defalarca ayakları kaydırılana dek!... Zaten Temel Çavuş kışlaya Zweig'in 'Mecburiyet' öyküsündeki gibi betimlenen bir dramla, kendiliğinden çoktan gitmiştir. Evin kalan tek iş gücüne sahip 15 yaşındaki büyük oğlu daha yaşı gelmeden, göz koydukları güzeller güzeli Tatar sevgilisinden de koparmak için, aynı nüfuzlular tarafından, haksız yere askerlik şubesine ihbar edilir. Fakat o ihbar edenler yoksulları ezmeğe gelince aslan kesilirken bedelli askerliğin ödemesi dışında başka hiçbir şey için 'Mecburiyet' hissetmeyen varsıl ödleklerdendir. Bu yetmiyormuş gibi üstüne bir de Şakire ana ve 3 küçük çocuğunun tek ekmek kapıları olan tarlaları da ellerinden alınır. Çünkü kiraladıkları tarlanın sahibi savaş dolayısıyla tehcir ve arsalarına el konulma kararı çıkmış azınlıklardandır. Önceden sürekli vandallık yaparak zarar verdikleri tarlayı bu sefer dikenli tellerle çevirip içindeki kışlık mahsulleriyle aynı nüfuzlular kendi üstlerine zimmetleyivermişlerdir. İttihat ve Terakki cemiyetine iyice sızmış, dönemin varsıllarını örnekleyen bu zorbalara karşı, mahalleli bir ordu mensubu ciddi çaba gösterir. Savaştaki gazinin yoksul ailesinin başını soktuğu biricik evinden de olmaması için gerekli yerlere başvurur, kalıcı olmasa da sonuç alır. Fakat eşi kendisinin tersine oldukça hasistir. Öyle ki komşusu değil aç yatarken, ailecek kıvranırken, çocuğunu ilaçsızlık ve açlıktan, eşi ile büyük oğlunu ise savaştan dolayı kaybettiğinde bile depolar dolusu azığını, ilacını Şakire'den sakınır. Daha sonra subay, eşinin bu durumunu fark ettiğinde aralarında ciddi fakat çok geç kalmış bir gerilim olacaktır. Hoş, yan komşusu da Şakire'nin batıl inançlı olmasından faydalanıp evinde hırsızlık yapmış, suçu da üç harflilere atmıştır. Bu batıl inanç daha sonra Şakire'nin Musa'yı kuduzdan korumak için büyücü bir şarlatandan medet bulmasına yol açacaktır. Çalınacak bir şeyleri kalmayacağı için aynı hırsızlık tekrar etmez. Savaş ilerleyip koşullar kötüleşince akrabalar arasında da başlayan hırsızlıklarla son parça değerli eşyaları da gidecektir. Küçük Musa tabakhane için köpek dışkıları toplayıp satmaya başlar. Kriz ortamında bu pis iş bile kurtlar sofrasına dönmüştür, köpeklerdeki kuduz salgını da cabası. Dilenciler bile acır hallerine. Rızkın tümünü insanlar gasp etmiştir, Allah'tan değil insanlardan dileyeceksin rızkını diye kandırıp Musa'yı dilenmeye alır dilenciler. Tüm erkeklerini savaşta kaybetmiş Tatar komşuları gibi hırsızlığa başlamaktansa bu yola girmek gözlerine ilk başta daha iyi görünür. Fakat Temel Çavuş'un anısı peşlerini bırakmaz. Sonuçta babası, Sarıkamış gibi onlarca cephede yüz binlercesinin şehadet haberi gelen; çiftçilik gibi, avcılık gibi, askerlik gibi zanaatında en üst seviyede çalışkan ve namuslu bir eski topraktı, büyük oğluyla birlikte savaş kahramanıydı. Rus donanması kendilerine karşı koyacak bir donanma olmadığından Karadeniz'den Samsun yamaçlarını kolayca topa tutup yıkıma başladıklarında, Şakire ve yoksul ailesi evsiz kaldıklarına belki ilk kez şükrederler çünkü aynı donanma yoksunluğu yüzünden babalarının kışlıksız kalıp da donarak belden aşağı kötürüm kalması ve o yüzden geri çekil emrine rağmen intiharı görev edinip ölümüne savaştığını bilemezler... Temel Çavuş her ne kadar mektepli olmasa da eşinden farklı olarak batıl inançlara kapılacak kadar cahil biri değildir. Kadınların o dönemlerde daha kapalı bir yaşayışa sahip olmaları onları daha bilisiz yapmıştır. Hatta Temel tam tersine; kemençe gibi bir enstrümana hakim ve yüzlerce maniyi çalıp söyleyebilen, yorumlayabilen ve çocuklarına aktarabilen sırf zanaat değil sanat anlamında da bilge denilebilecek biridir. Savaşlardaki kayıplardan dolayı kadınlara eve kapanıp soyu devam ettirme ve yetiştirme yükü verilmişken; erkekler cepheden cepheye savaşıp dünyayı, farklı insanları tanıyabilmişler, bunun yanısıra silah kullanma, kriz anında yiyecek bulabilme ve yardımlaşma konularında yetkinleşmişlerdir. Savaş katliam boyutuna gelince bu birikimler de yok olup gitmiş. Bu eser, 6 kitaplık serinin daha başlangıç kitabı. Musa'nın öksüz kalmasına kadar işlenen süreçte işlenenlerden daha beterini anca Finlandiya'nın 19. yüzyılda İsveç hamiliğinden çıktıktan sonraki dönemi içeren "Ak Zambaklar Ülkesinde" kitabında rastlayabildim. Yokluk içerisindeki Finlandiya köylüleri ilaç bile istemeyi bırakmışlar bırakın ölelim der halde betimlenmişlerdi. Ama orada da daha belgesel bir anlatım olduğu için romandaki etkileyicilik yoktu. Halikarnas Balıkçısı'nın 1946'da basılan 'Aganta Burina Burinata' kitabında da, ana kahramanın rastladığı benzer betimlemelerde bulunduğu toprak köylüleri bulunuyor. Denizcilikle uğraşan kahramana topraktaki özgürlük yitiminin insanın ruhuna ve aklına işleyen yozlaşması ona ölüm gibi geliyor. Denizlere, engin özgürlüklere ama o çok daha tehlikeli yaşama bir daha dönmemek üzere dönüyor. Sonuçta Karadeniz de dahil olmak üzere 3 tarafı denizlerle çevrili bir ülkede denizciliğin gelişmemiş olması, o dönemde kıyıyı savunacak bir donanmanın kalmamış olması çok vahim bir durum açıkçası. Bu durumdan dolayı 'Savaş ve Açlar' romanında Karadeniz kıyısında o sıralar balıkçılık da hiç yok, Temel Çavuş arada tüfeğiyle ava gidiyor, çok güzel avlanıyor ama günümüzde aynı ismin klişesi olan bir Temel Reisliği asla olmuyor. Hatta balık şans eseri yakalanırsa yemekten çok gübre olarak kullanılıyor. Bir tutam tuz bulunamayacak duruma gelindiğinde, deniz suyu kaynatılıp tuz edinilmesi bile hoş karşılanmıyor. Böyle bir kapasitenin değerlendirilmeyip, sadece kara işlerine mahkum edilmesi ve o işlerin de cılkının çıkartılması o dönemlerde ülkenin ne denli yanlış yönetildiğini gösteriyor. Dinamo'nun Musa serisinin 3. kitabı 'Açlık' 'ta daha beter olaylar işleniyorsa da serinin ilerleyen kitaplarında Musa'nın kendilerine zarar verenlerin peşlerine düşüp hesaplaştığı da yer alıyor: 1. Savaş ve Açlar 2. Öksüz Musa 3. Açlık 4. Koyun Baba 5. Musa'nın Gecekondusu 6. Musa'nın Mahpushanesi İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin, 'Hasan İzzettin Dinamo' kütüphanesini geçtiğimiz sonbahar açarak (aynı zamanda mezarının tamiratını da gerçekleştirerek) büyük bir yazarımızın anısını böylesine yaşatması da takdire şayandır diye ayrıca belirtip incelememi burada sonlandırıyorum.
Savaş ve Açlar
Savaş ve Açlar
Hasan İzzettin Dinamo
Hasan İzzettin Dinamo
Savaş ve Açlar
Savaş ve AçlarHasan İzzettin Dinamo · Tekin Yayınevi · 20171,291 okunma
·
74 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.