Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

208 syf.
8/10 puan verdi
Türkiye'nin Maarif Davası
Nurettin Topçu!.. Türkiye’nin çağdaş dervişi… Nurettin Topçu'yu "Cumhuriyet dönemi Türkiye’sinin kalbi ve ruhu" olarak tanımlayan Üstâd Mehmet Kaplan, vefatının ardından Topçu için, "Ben onda Yunus Emre'nin çağın felsefesi ile yoğrulmuş büyük bir temsilcisini buldum. Hiç şüphe etmiyorum ki öbür dünyada yöneldiği yer Mevlana ve Yunus Emre'nin yanıdır." ifadelerini kullanmıştır. “Kırk yıl boyunca öğretmenlik yaptım. Okula, mabede gider gibi gittim. Hiçbir derse abdestsiz girmedim..! diyen bir münevver şahsiyet. Ve benim düşünce çizgimin mîmârı. Bir eğitimci olarak bu eserin tüm okullarda ders kitabı olarak okunması elzemdir derim. Bildik üzere millet olarak üç asırdan beri bir medeniyet krizi yaşamaktayız. Yaşadığımız buhranlara baktığımızda kitap minvalinde temel sorunların ilk olarak KÜLTÜR ve EĞİTİM sahasında görüldüğü aşikârdır. XX.Yüzyıldan itibaren Avrupa’yı körü körüne taklit etmekle ilimden ziyade hayati menfaatler ön plana çıktı ve teknik putlaştırıldı. Anlaşıldı ki; kalplere yerleşmiş idealist münevver talebe ve muallimler olmadığı sürece hakikat aşkı gönüllere sirayet etmeyecektir. Bu konuyu daha detaylı açıklayacağım. Temelde üstâdın görüşlerinden anladım ki maarifin temeli Mevlâna’nın Pergel Metaforu üzere bina edilmelidir. Sonrasında felsefe, mantık ve fenni ilimler aslolan mektep sistemidir. Özellikle Topçu’ya göre felsefi kültür, mektebin temel taşıdır diyebiliriz. Kısaca mektebimiz; Metafizik, fizik ve ahlak endeksli olmalıdır. Üstadın bizlere vurguladığı gibi millet ruhunu yapan eğitimdir. Eğitimin ihmal edilmesi, millet ruhunun yerlere serilmesi demektir. Ruhsuz ve hayatla irtibatı kesilmiş bir maariften hakikat beklemek imkansızdır. Her medeniyet, insanlığa yeni bir hikmet getirmiştir. Medeniyetlere baktığımızda insanlığı insan yapan düşüncedir, muhakemedir. Yunan hikmetinin büyük üstâdı Sokrat, felsefeyi fizikten ahlaka yükseltmesine rağmen, asrımızın insanı özellikle batı ahlaktan fiziğe çevirmiş bulunuyor. Bize gelince; X. asırda evrensel bir değere ulaşan İslam Eğitim Sistemi, XVII. Yüzyıl ile birlikte Aristo mantığının kısır döngüsünde ruhunu kaybetmeye başladı. Fatih’lerle Yavuz’larla ruh ve ilham dolu maarifetimiz, süreçte ruhsuzluk ve duygusuzluğun verdiği etkiyle şuursuzluğun zirvesine ulaştı. Millet ruhu ile bağları koparılan bugünkü okullarımız, insan yetiştirmek için değil, fabrikalara, marketlere işçi yetiştirmek için işleyen bir kurum haline geldi. Der ki bu bağlamda Üstad Nurettin Topçu; ‘’Bize bir mektep lâzım! Bir mektep ki bizi kendi ruhunuza kavuştursun; her hareketimizin ahlâkî değeri olduğunu tanıtsın; hâyâya hayran gönüller, insanlığı seven temiz yürekler yetiştirsin; her ferdimizi milletimizin tarihi içinde aratsın; vicdanlarımıza her an Allah’ın huzurunda yaşamayı öğretsin. Ve düşünen insan yetiştiren…’’ Bu mektepte edebiyat, tarih ve felsefe kültürü başta olmak üzere dini ilimlerle desteklenerek örnek insanlar yetişsin. Şu halde demem o ki; hayattan uzak bir eğitimin olduğu, düşünce melekelerinin dumura uğradığı, zihinlerin iğdiş edildiği bir yerde mektepten söz edilemez. Genel olarak mektebin şartlar yerine geldiğinde nitelikli bir öğrenme yeri olduğunu beyan ettik. Peki öğrenme nasıl olmalı? Her şeyden önce öğrenme bir çıraklıktır. Bir nev’i tezgahtır. Usta verir, çırak alır. Sonrasında alınan ders ya bir tasavvurdur, hayale mal olur; Ya da bir aşktır, kalbe doldurulur. Sade hafızada, şuurun dışında olan bilgi, faydasız ve mânâsızdır. Fevkalâde bir ders, bir hakikâtin öğretilmesidir. En büyük ders ise Levh-i Mahfuz’da görülüp öğrenilendir. Öğrenmenin nasıl olması gereğine kısaca değindikten sonra bir başka önemli konu ise neyi öğrenip neyi öğrenmemeliyiz? Öncelikle kendimizi bilmeliyiz. Sonrasında öğrendiklerimizi şahsiyetimize bina etmeliyiz. Her öğrenilen bilgi olmayıp, faydalı ve değerli olan, hayatımıza olumlu katkıları olan, yeni bir bakış açısı verendir gerçek bilgi. Yukarıda bahsettiğimiz konular çerçevesinde inşâ ettiğimiz mektepte yetişmeyen bir insan; parazit olarak yaşamaya mahkumdur. Müflis bir kalbin sahibidir. Süfli gayeler içinde gezen bir şahsiyettir. Hele bu kişiler yüksek mevkilerin insanları olur iseler ahlak kayıtlarını çiğnerler kayıtsızca. Der ki üstadımız; ‘’ Bize bütün hareketlerimiz için değer ve kaide sunacak hepimizin yaşayışlarına ruh ve mânâ katacak, anlaşılmış, sistemleştirilmiş hikmetleri temel hakikatleri ihtiva edecek bir kitaba muhtacız. Bu kitap da KUR’AN- KERİM’dir… Son olarak; XX. Yüzyılda insanlığın yaşadığı büyük bunalımdan kurtaracak idealciler, muallimlerdir. Muallim, gençlere bilmediklerini öğreten bir nakledici değildir. Nakletme kitabın işidir bizâtihi. Kütüphanelerde bilmediklerimiz salt olarak mevcuttur. Lâkin muallim ruhlar sanatkârıdır. Bilendir. Öğrenen ve öğretendir. İrşad edendir. Örnektir. Yol gösterendir. Terbiye edendir. Ademoğlunu beşikten mezara kadar götürüp teslim eden, en büyük mesuliyete sahip olan muallimlerdir. Unutmayalım ki iyi bir eğitimin gerçekleşmesi için kemiyet değil keyfiyet önemlidir.
Türkiye'nin Maarif Davası
Türkiye'nin Maarif DavasıNurettin Topçu · Dergah Yayınları · 20164,641 okunma
··
2 artı 1'leme
·
2.971 görüntüleme
Doğan Güneş Özkılıç okurunun profil resmi
Bu güzel inceleme için teşekkür ederiz. Elinize emeğinize sağlık.
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.