Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

110 syf.
8/10 puan verdi
·
Beğendi
·
28 saatte okudu
Hayatın bir anlamı var mıdır? Yoksa yok mudur?
Karakterin hayatla toplumla insanla nasıl ilişkilendiğini ele alan bir metin. İnsanda çelişkili duygular uyanmasına neden olan bir karakterle karşı karşıyayız. Camus de zaten bunu yapmak istiyor. Son derece çarpıcı son derece Sarsıcı bir metinle karşı karşıyayız. Metnin adı zaten yabancı. Topluma hayata insana ve hatta ve hatta kendini dahi yabancılaşmış bir karakter var metnin odağında. Şimdi yazarımız hakkında da birkaç söz söylemek gerekiyor. 1913 yılında dünyaya geliyor Albert Camus Fransa'nın kolonisi olan Cezayir'de. Hakikaten 20. yüzyıl düşünce tarihinde çok ama çok önemli bir yeri var Camus'nün. Gerek kaleme aldığı oyunlarla tiyatro metinleri ile gerek romanları ve denemeleri ile 20. yüzyılın düşünce hayatını derinden etkilemiş biri. Sadece kaleme aldıkları ile değil aslında hayattaki duruşuyla da yaşamı itibariyle de önemli bir aydın profili ile karşı karşıyayız Camus'nün şahsında. Yani gerek yazdıklarıyla gerek düşüncesi ile gerekse de özel ve genel yaşamındaki duruşuyla çıkar gözetmeyen bir aydın profili sunuyor Camus esas olarak. Şimdi dünya görüşü esas olarak yaşamın anlamsızlığından saçmalığından doğan bir kavrayıştan yola çıkıyor Camus. Bu mühim. Absürt kavramını saçma kavramını
Albert Camus
Albert Camus
'nün felsefesinin temeline oturttuğunu biliyoruz.
Yabancı
Yabancı
'nın ana karakteri olan Marsault, tanrı tanımaz bir karakter olarak çıkıyor karşımıza. Marsault'nun inandığı biçimde ölümle sonuçlanıyorsa eğer hayattaki yapıp etmelerinin edinmelerinin çabalarının kavgalarının acaba bir anlamı var mıdır ya da bu didinmenin bu kavganın anlamı nedir sorusunu gündeme getirdiğini göreceğiz. Insan yaşamı yaşam genel olarak saçma anlamsız mantık dışı bir yaşamdır. Bakışı bu şekilde. Başlangıçta elbette ki bu bakış açısının bir karamsarlık bir umutsuzluk doğurduğu tartışma götürmez. Yani başlangıçta bir umutsuzlukla karamsarlıkla karşı karşıya kalıyoruz. Fakat umutsuzluktan yola çıkıyor olmak sonsuza dek umutsuz olmayı umutsuz kalmayı gerektirir mi sorusu da gündeme gelecek. Çünkü yabancı çok ilginç bir biçimde sona eriyor hakikaten. Yani metnin başından itibaren adeta toplumla insanlarla olup bitenlerle arasında net bir mesafe çizmiş Marsault ile karşı karşıyayız. Hatta ve hatta kopuk duygusal anlamda hayattan insanlardan kopuk bir karakterle karşı karşıya olduğumuzu da unutmamamız gerekiyor hakikaten. Fakat metnin ikinci yarısından itibaren yani işlediği suç nedeniyle cinayet nedeniyle yargılanmaya başlaması ile birlikte Marsault'nun bireysel ve içsel sorgulamalarının başladığını göreceğiz. O dava sürecinde izlenen seyredilen sorgulanan bir karaktere dönüşecek. Ve ölüm gerçeği ile yüzleşebilmek, bu gerçeği kabul edebilmek onun kendisiyle yüzleşmesine neden olacak esas olarak. Ölümün kaçınılmazlığını fark ettiğinde idrak ettiğinde ele aldığı yargılar son derece mühim. Ölüm kaçınılmazsa nihai duraksa ha otuzumda ölmüşüm ha yetmişimde ölmüşüm bunun bir anlamı yok dediğini göreceğiz karakterimizin. Fiziksel uyaranlara kendini tümüyle açmış ve dünyanın sundukları ile yıldızların parıltısıyla kır sesleri ile toprak ve tuz kokularıyla yaşadığını hisseder varlığını hisseden bir özne ile karşı karşıyayız. Tabiata ilişkin betimlemelerde de Marsault'nun kullandığı dil çok dikkat çekici hakikaten. Toplumla ilişkilenmelerinde insanlarla kurduğu ilişkilerde son derece katı bir üslubu var. Son derece net bir üslubu var benzetmelerden eğretilemelerden uzak bir üslubu var. Ama ne zaman ki doğayı doğanın kendisinde uyandırdıklarını betimlemeye başlıyor. O zaman melodik diyebileceğimiz adeta benzetmelerle söz sanatları ile yüklü bir anlatımla karşı karşıya kalıyoruz. Bir tarafta son derece kuru bir dil, adeta duygulara yer olmayan bir dil diğer taraftaysa son derece şiirselleşebilen bir dille karşı karşıyayız. Ve dilin zenginleştiği dilin söz sanatları ile yüklendiği noktalarda Marsault'nun hep doğa ile kurduğu ilişki, doğanın onda uyandırdığı duyguların betimlenmesi mevzubahis oluyor. Marsault'nun dava sahnesinde sıklıkla karşısına getirilen soru işte Annenizi öldüğünde cenazede bir damla gözyaşı dökmemişsiniz buna tanıklık eden kimse yok bunun nedeni nedir gibi bir soru olacak. İnsanların zihinlerinde yas süreçlerine, kayıplara ilişkin, bir vurgu var. İnsanların yası nasıl deneyimlemesi, ölümü, yakınlarının ölümünü nasıl deneyimlemesi gerektiğine, nasıl tepkiler vermesi gerektiğine ilişkin yargılar var bu noktada. Ve Marsault'nun bu yargılara uymadığı, bu beklentileri karşılamadığı için yargılandığını görüyoruz aslında. Yani sadece Arap'ı öldürdüğü için yargılandığını söylemek mümkün değil dava sürecinde. "İşaret ve yıldızlarla kaplı bu gecede kendimi ilk kez dünyanın tatlı kayıtsızlığına açıyordum" bu cümle çok çarpıcı.
Yabancı
Yabancı
üzerine kaleme alınmış eleştiri metinlerinde Marsault'nun dünya ile varlıkla kurduğu ilişkiyi anlamlandırmak adına neredeyse pek çok eleştirmenin alıntıladığı bir cümle olarak karşımıza çıkıyor. Huzura ermiş bir özne ile adeta karşı karşıyayız. Kendimi dünyanın tatlı kayıtsızlığına açıyordum dünya benden önce de vardı tırnak içinde benden sonra da var olacak insanlar benden önce de yaşadılar ben göçüp gittikten sonra da yaşamaya devam edecekler. Dünyanın tatlı kayıtsızlığı derken işaret ettiği şey bu. Ama dünyaya gelmişse İnsanoğlu dünyaya atılmışsa varlık özden önce geliyorsa derdimiz ne olmalı buna kafa yoruyor. Özümüzü yapıp ettiklerimiz belirliyor ve inşa ediyor dediğini göreceğiz. Yani insanda hakikaten ikircikli duyguların uyanmasına neden olan bir karakter olarak çıkıyor karşımıza Marsault. Spoiler olmaması için burada kesiyorum. Kitabı okuduğunuzda bir insanın doğumundan ölümüne kadar yaşamaya yabancılaşan, topluma, insanlara, iletişime yabancılaşan bir karakter göreceksiniz. Keyifli okumalar:)
Yabancı
YabancıAlbert Camus · Can Yayınları · 2021112,2bin okunma
·
47 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.