Kitabın ortalarına doğru artık şöyle bir his yoğunlaştı içimde (bunun somut bir gözleme dönüşebilmesi için ilk sayfaları yeniden okumam gerekiyor): yazar da zamanla körleşiyor / kendi görme yetisini yitiriyor. Çünkü en başlarda hikayeyi anlatan kişi o iken, zamanla bir çok şeyi Doktorun eşinin gözü üzerinden görüyoruz. O ne görüyorsa, onun gözünden anlatılıyor bir nevi. Malum, hikayenin bu kısmına kadar o koğuşlardaki tek gören kişi de o; ancak zamanla yazar kendini çok sıradan ifadelerle hikayeye dahil ediyor (1. çoğul şahıs üzerinden). Örn. S. 116: bakalım; kabul etmeliyiz vb.
Başlarda her şeyi “gören”, bilen bir yazar varken, yavaş yavaş o da hikayeye sızıyor sanki. Ki böyle olma ihtimali hem garip, hem eğlenceli geliyor bana, zira yazarın dehasını sessizce hissettirmek istemesi ona yakışır bir hamle olurdu en nihayetinde.