Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

Arapların başlattığı kültürel evrim, biri tamamen dinî ve diğeri özünde toplumsal olmak üzere iki süreçten meydana gelmekteydi ki bunlar, birbirine paralel yönde ilerlemiş olmalarına rağmen, yine de farklı niteliklere sahip olup cazibe ve erişim noktaları açısından birbirlerinden büyük oranda ayrılmaktaydı. İlki, Muhammed Peygamber tarafından tebliğ edilen yeni inanç vasıtasıyla gerçekleştirilen Müslümanlaştırma süreciydi.. Onun vasıtasıyla bu inanış, kendini çeşitli nedenlerle milyonlarca yeni mümine emanet etti ve onların ruhsal yaşamlarında bir dönüşüm sağladı. Diğeri ise, iki boyutu olan Araplaştırma süreciydi. Bunların ilki, lisan temelli Araplaştırma, yani fethedilen ülkelerdeki nüfusun Arapçayı giderek ana dil olarak benimsemesidir. İkinci boyut ise, ırk temelli Araplaştırma da diyebileceğimiz, safkan göçmen Arap kitlesinin bu ülkelere girişinden kaynaklanan, kaynaşma ve evlilikler yoluyla özümsenişi, fethedilen ırklara tam ve kesin, bazı durumlarda ise baskın bir biçimde Arap nesebi karışımı aşılamış olmasıdır. Araplaştırma süreci diğer ikisinden daha eskiydi. İslam'ın yükselişinden yüzyıllar önce Arap kabileleri; ekonomik gereksinimlerinin aciliyetinin oldukça baskılayıcı olması sebebiyle, Suriye'ye ve Irak'a akın etmiş ya da nüfuz etmiş ve Hristiyanlık döneminden iki asır önce Humus'ta, Edessa'da ve Akdeniz kıyısını sınır olarak çevreleyen bölgede egemenlik kurmuşlardır. MS III. yüzyılda dahi Palmira ve Hira'da Arap krallıklarının büyüyüp gelişmesine tanıklık edilmiştir. Oldukça fazla sayıdaki Arap kitlesi, bu istilaların sonucunda Suriye'ye ve Irak'a göç etti ve buralara yerleşip asimile oldu. Arapça çok derin bir etki bırakmamış olsa da kendini hissettirmekten geri kalmamıştır. Buna karşın, bu ülkelerdeki medeniyetin esas yapıtaşı temelinden değiştirilmemiştir. Ancak, istilacılar, VII. yüzyılda İslamiyet'in ivme kazanması sonucu, daha önceki hiçbir doğuşta sahip olmadıkları bir manevî güçle donanmışlardır. Bu güç karşı konulmaz olduğunu ispatlamış olup; Suriye'deki Greko-Ârâmî, Irak'taki Sâsânî ve Mısır'daki Greko-Kıptî kültürünün melez ve zayıflamış eski düzeni, yeni inanışın neşet etmesinden önce yıkılmıştır. Müslümanlaştırma ve Araplaştırma artık işbirliği içindeydi, ancak birbirleriyle oldukça yakın temasta olmalarına rağmen, hiçbir anlamda tamamıyla özdeş değillerdi. Aynı sınırlarda duraksamış da değillerdi. Temelinde ruhsal bir gücü temsil eden Müslümanlaştırma, askerî cephelerden çok ötelere kadar ilerlemekteydi ve fiziksel olarak yer değiştirmeyi de kapsayan Araplaştırmanın her zaman aşamayacağı engelleri ortadan kaldırma kabiliyetine sahipti. Genellikle, kalıcı olarak Araplaştırılan her ülke, aynı zamanda kalıcı olarak İslamlaştırılmıştır. Ancak, bunun zıddı doğru değildir. Derin ve uzun bir Müslümanlaştırma geçmişine sahip olmalarına rağmen, Araplaştırma sürecinin gelişiminin oldukça sınırlı düzeyde kaldığı İran ve Afganistan gibi ülkeler mevcuttur ki bu da konumuz açısından göz ardı edilebilir bir durumu ifade etmektedir. Başka bir yerde belirtilmediği müddetçe, Suriye terimi, şu anda Suriye (Fransız) ve Lübnan ve Filistin (İngiliz) ve Mavera-i Ürdün olarak manda altına girerek ayrılan, bu ad ile anılan ülkenin tamamını ifade etmek üzere kullanılacaktır. Mezopotamya'nın Arapça ismi olup, artık evrensel ölçekte benimsenmiştir.
·
18 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.