Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

1062 syf.
10/10 puan verdi
·
Beğendi
# Romantik aşk Bir çok kişi bu roman için “bir aşk romanı olarak görülmemeli” ya da “bir aşk romanı gibi görünse de” gibi tabirler kullanıyor. Bu söylemlerin tonu genelde “sadece bir aşk romanı değil, daha fazlası” şeklinde. Fakat bir aşk romanı ile bu romanı yan yana koymak çok anlamsız olur, zira aşk romanlarının aşka bakış açısıyla bu romanda Vronskiy ile Anna’nın aşkının ele alınışı arasında tam bir tezat vardır. Aşk romanlarında romantik aşk yüceltilir; tanımlanamaz, uğruna her tür fedakarlığı yapmanın mübah olduğunu düşündüğümüz bir duygudur aşk. Bu fedakarlıkları yapana iyi gözle baktığımız, aşk acısı çeken biri içki içip bize küfür ediyorsa kendisine daha hoşgörülü yaklaştığımız, özellikle de bu kişi kadınsa tüm toplumu karşısına alma cesareti için duyarlı kişiler olarak kendisini takdir ettiğimiz de doğrudur. Aşk romanlarının sonunda iki kişinin aşkı kazanabilir ya da kaybedebilir, farketmez. Aşk duygusunun kendisi tahttan inmez hiçbir zaman. Roman bittiğinde biz bir masalı bitirmiş gibi oluruz: “Onlar ermiş muradına…”. Özellikle de mutlu bir sonsa böyledir bu. Zaman donar, iki kişinin aşkı sonsuza kadar sabit bir seviyede kalır, bunun değişmeden kalacağını düşünmek bizi mutlu eder. Bu anlamda kitabın bir sonunun olması güzel bir şeydir. Tolstoy işte tam da bu aşkın sürekliliğini Anna üzerinden eleştirir. Romantik aşk son derece dramatiktir ve gerçek hayatta dramanın uzaması bizi Anna’nın durumuna düşürür. Kitabın sonlarında Vronskiy’nin annesi Anna’yı kastederek “Bu kadar tutkuya ne gerek vardı?” diye sorar. Anna evrenin merkezine sadece kendini koyduğu fakat herkesi (elbette önce Vronskiy’i) yörüngesinde tutamadığı için giderek çöker. Kendi duygularının kölesi olur ve bir çıkış yolu da bulamaz. Romantik aşk elbette yadsınamaz fakat tek aşk türü de bu değildir. Bu aşk türü insanı sürekli olarak yüksek bir enerji seviyesinde tutar ve yıpratır. Tolstoy bize bir evliliği kurup yürütebilmek için gereken güven ve sevgi dolu, daha farklı türde bir aşkı Kiti ve Levin üzerinden gösterir. Bu ikisinin ilişkisi yavaş yavaş, o ilk romantik duyguları aşıp daha dingin bir sevgi ile emek vererek gelişir. Tolstoy işte esasen bu emeğe değer verir. Levin de ilk başta evlilik konusunda çok romantik düşünmektedir. Onun için evlilik sevdiği kadınla mutluluğun zirvesine çıkmak ve orada sonsuza kadar kalmaktan ibarettir. Daha düğün hazırlıkları sırasında Moskova’da işin ayrıntılarıyla oradan oraya koşan Levin’in ayakları yere basar. Evle ilgili işler, ilk kıskançlıklar ve kavgalar, sürekli evlerinde takılan akrabalar filan derken bu ikisi birbirlerine saygıyı ve sevgilerini hiç kaybetmemeye özen göstererek farklı bir aşamaya geçerler. Çünkü duyguları konusunda birbirlerine karşı dürüst ve açık sözlüdürler. Tolstoy resmen evlilik terapisi gibi bir şey yapmış. Örneğin, Levin hem evlilik hem de çocuk konularında hiçbir şeyin hayal ettiği gibi olmadığını ama bunun daha farklı bir mutluluk olduğunu açıkça söyleyebilir çünkü Kiti’nin kendisini anlayacağını bilir. Kim sonradan yıkılacak anlamsız, ayakları yere basmayan hayaller kurmamıştır ki? Bu duygular gelip geçicidir ve bunlara teslim olmadan kararlılıkla yürümek esas ve değerli olandır. Yani Tolstoy bize böyle söylemektedir. # Aile mutluluğu Tolstoy için bu kavram, yani aile mutluluğu büyük önem taşıyor. Peki neden? Aile kutsal olduğu için mi? Ben romandan böyle bir çıkarımda bulunmadım fakat onun aile üyelerini birbirlerine karşı en samimi davranacak kişiler olarak gördüğünü ve böylece, aile hayatının binbir türlü zorluğu olsa da, kişinin içinde yetişeceği en doğal, rahat ve böylece buhransız bir ortam olarak tasavvur ettiğini düşünüyorum. Bu düşünüş tarzı en çok Dolli Anna’yı Vronskiy ile bir çiftlikte yaşarken ziyarete gittiği bölümde meydana çıkıyor. Kiti’nin ablası Dolli kocasından pek maddi ve manevi destek göremeyen, sayısı fazla olan çocuklarının bakımı, eğitimi ve yetişmeleri konusunda tek başına çırpınan bir kadındır. Bu hayat tarzı onda farkında olmadan büyük bir baskı oluşturmaktadır. Anna’yı ziyaret etmek için arabaya binip çiftlikten uzaklaştıktan sonra, yeni kavuştuğu bir yalnızlığın da etkisiyle yolda aile hayatının zorlukları üzerine düşünür durur. Serbestlik düşüncesi bu ilk anlarda o kadar tatlı gelmiştir ki, düşüncesini çocukların aslında gereksiz olduğuna, Anna’nın kocasını ve çocuğunu terketmekte haklı olduğuna kadar vardırır. Vronskiy’nin çiftliğine vardığında hiç görmemiş olduğu bir zenginlikle, kalabalık bir uşak kadrosu, lüks mobilyalar, sağlıklı ve besili atlarla karşılaşır. Kendini orada pek eğreti bulur. Öyle ki, orada geçirdiği tek gecede yamalı geceliğinden, sadece tek bir elbisesi olmasından, kendi atlarının ve eski arabanın görüntüsünden epey rahatsızlık duyar. Ama yine de bu ortamda doğru olmayan bir şey vardır. Her şey lüks olmasına lükstür ama bu kadar az kişinin olduğu bu çiftlikte samimiyetten uzak, gereksiz derecede gösterişli tavırların olduğu, az sayıda kişinin birbirine yabancı gibi muamele ettiği bir ilişki şekli vardır. Hatta Dolli, Anna’nın Vronskiy’den doğma kızı Ani’yle dahi doğru düzgün vakit geçirmemiş olduğunu, o bebeğe ait eşyaların nerede olduğunu bilmediğini farkeder. Yani bu evde bir anne ile çouğu arasında olması beklenecek o en doğal bağ dahi yoktur. Birden bu yaldız Dolli için tüm önemini yitirir. Eve dönüş yolunda Dolli’nin düşündükleri şimdi bambaşkadır. Kendi ailesi içinde kurulmuş bulunan doğal ilişkiler, çocukları, Kiti ve hatta Levin ile ilişkileri nasıl da olması gerektiği gibidir. Tüm zorluklara, çabalamalara, fiziksel ve ruhsal yorgunluklara karşın, çocuklarının bir tebessümü bu hayata mânâ verebilecek yegâne bir kuvvettir. Gerçek mutluluğun nerede olduğuna dair Tolstoy’un fikirlerini yansıtmasının yanında bu bölüm edebi açıdan da oldukça zevklidir. Tek başına güzel ve anlamı açık bir öyküdür ve en azından Tolstoy’un ileri dönemde yazdığı hidayet öykülerine göre çok daha okunasıdır. Ayrıca “kahramanın yolculuğu” örüntüsüne de çok iyi bir örnektir. Kendi adıma kitapta başka iki bölümle birlikte bu bölümü çok iyi yazılmış buluyorum. # İki güzel bölüm Ayrıntılarına girmeyi lüzum görmediğim bu diğer iki bölümden biri Vronskiy’nin at yarışı sahnesidir. Bazı eleştirmenler bu sahnenin sonunda Vronskiy’nin hatası yüzünden çok güzel bir atın sakatlanması ve nihayetinde vurulması ile Vronskiy’nin Anna’yı bir felakete sürüklemesi arasında bir paralellik kuruyorlar. Ben bunun biraz zorlama olduğunu düşünüyorum. Ha, Tolstoy bir yerlerde bunu kendisi de söylemiştir, onu bilemem ama bu sahneyi illa ki böyle yorumlamanın gereği yoktur. Tolstoy böyle dramatik sahneler çizmeyi sever. Bu sahnede güzel olan anlatış tarzı ve sahnenin ritmidir. Kendimizi adeta yarışta at süren biri ya da bir izleyici gibi bulur, o heyecanı yaşarız. Nasıl desem, sanki bizim sahneyi okuma hızımız ile at yarışının gerçekleştiği zamanın hızı eşittir, bu da bizde yarışa canlı olarak şahit oluyormuşuz hissi yaşatır. Gerçekten epik bir sahnedir. Diğer güzel bir sahne ise İtalya’da Anna, Vronskiy ve şimdi adını hatırlamadığım üçüncü bir şahsın Rus ressam Mihaylov’un atölyesini ziyaret ettikleri bölümde yer alır. Bu sahnede Tolstoy, bir sanatçının sanatçı olarak ve izleyici olarak kendi eserine nasıl farklı açılardan baktığı, kendi eseri karşısında aldığı çeşitli tavırlar gibi konulara değinir. Eser ve sanatçı arasındaki ilişkiyi incelemesi açısından bu sahne okumaya değerdir. Mihaylov’un çizeceği Anna’nın portresinin romanda çok sonra başka bir işlevi olacağı gerçeğini bir yana bırakırsak, bu sahneyi romandan ayrı bir bölüm olarak görebiliriz. İki bölüm dedim ama birkaç sahneye dağılmış olan Anna ile Vronskiy diyaloglarının güzelliğini de es geçmemek lazım. Bu ikisinin birbirine söylediği her bir cümlenin arkasından beş cümle iç monolog geliyor. Sırf bu diyalog sahneleriyle dıştan kurulan iletişim ile içten hissedilenler arasındaki muazzam fark ve Anna ile Vronsky arasındaki ilişkinin açmazını çok güzel ortaya koyuyor Tolstoy. # Şehir ve köy çatışması Romanda şehir ve köy arasındaki çok açık farklar sürekli vurgulanıyor. Şehir siyasetin, felsefenin ve soyut düşüncenin ve boş zamanın mekanıdır. Köy ise çalışmanın, emeğin, güneş ve yağmurun, dinginliğin ve en önemlisi de, halkın ruhuna yaklaşmanın yeridir. Özet olarak verdiğim bu farklar romanın her yerine dağılmış halde işlenir. Fakat, özellikle halkın ruhu konusunda şehir ve köyün bakış açısı en iyi Levin’in abisi Sergey İvanoviç’in köye yaptığı ilk ziyarette vurgulanır. Bir entelektüel olarak Sergey Ivanoviç’in kafasında adına “halk” denen soyut, blok halinde tekil bir kavram vardır. Bu halkımız “kutsal”dır. Aydın kişi kendine yüklenen sorumluluk ile bu kutsal kitleyi eğitmeli, ilerletmeli ve ihtiyaçlarını karşılamalıdır. Zamanın ruhu budur. Tabi halkın ihtiyacının ne olduğuna yine bu aydın kişiler karar verir. Levin ise bir soylu olmasına rağmen kendisini halktan biri olarak görür ve zaten onlarla birlikte, sözün gerçek anlamıyla omuz omuza çalışmaktadır. Onun zihninde aydınınki gibi bir “aziz milletimiz” yoktur. O kendi etrafındaki insanları bilir: Pyotr vardır, Agafya, Ivan, Matryona ve diğerleri vardır. Bunlar hiç de kutsal değildir. Bunların iyi özellikleri olduğu gibi kötü özellikleri de vardır. Hepsi birbirinde ayrı ayrı bireylerdir. Levin’e göre şehirli aydınlar “halkımız” diyerek kendi aralarında dönen siyasi meselelerde tüm bir halkı bir destek aracına dönüştürmektedirler. Bu konu romanın sonlarında Sergey Ivanoviç köyü tekrar ziyaret ettiğinde ve o dönemde yükselmiş olan Panslavist akıma halkın desteği tartışmasında tekrar işlenir. Aydınların başka bazı konulardaki düşünceleri de halk konusundaki bu düşüncelerde aldıkları tavra benzer. Tolstoy’un özellikle Panslavist akım üzerinden eleştirdiği bir tutumdur bu. Çok az insan kendi özgün görüşüne sahiptir. Bir kısım insan farkında olmadan zamanın ruhuna uygun düşünceyi içten benimserler. Mesela Sergey Ivanoviç böyledir. Bu kişiler son derece seçici bir akıl yürütme ile hareket ederler ve etraflarında gördükleri ve kendi teorilerini destekleyen bulguların önemlerini abartıp, karşıt örnekleri görmemezlikten gelirler. Fakat bir kısım aydın da vardır ki, bu duruma düşmez fakat genel eğilime muhalif kendi düşüncelerini özenle saklarlar. Görüyoruz ki, zamandan ve mekandan bağımsız olarak aydın çevrenin bu düşünüş tarzı evrenseldir. Hatta, fikirlerin artık çok daha rahat hareket ettiği günümüzde bu düşünüş tarzı kitlelere de yayılmıştır diyebiliriz. Levin’in de bahsettiği gibi o zamanın Rusya’sında Türk-Sırp Savaşı’ndan, Slavlık kavramından filan halkın büyük bir çoğunluğunun zaten haberi bile yoktur ve bu yüzden soyut kavramların arkasından sürü davranışı ile koşmak şehirlilere özgü kalmıştır. Günümüzde ise halkların en ufak konularda dahi manivela olarak kullanılabilmek ve popülist siyasete malzeme edilmek için her türlü enformasyon ve dezenformasyona maruz bırakıldığını bilmeyenimiz yoktur sanırım. # Bilgiye karşı sevgi, Levin’in aydınlanması Kitabın bir büyük teması da bilgiye karşı sevgi, düşünceye karşı eylem fikridir. Aslında romanda başından sonuna kadar kopmayan ve romanı kendisiyle kapatan Levin’in öyküsü bizim ana izleğimizdir. Kitabın başlarında yer alan ve Levin’in köydeki ot biçme faaliyetine dair anlatıda Levin’in ancak kitabın sonunda ulaşacağı anlayışa bir örnek mevcuttur. Hava durumunun biraz belirsiz olması sebebiyle Levin kesilen otların ıslanıp çürümesinden ve bu yüzden tüm emeğin ve gerekli kışlık hayvan yiyeceğinin zayi olmasından korkmaktadır. Bu yüzden işçileri de acele ettirmektedir. O sırada konuştuğu bir köylü onu teskin eder ve merak etmemesini otların kuruyacağını söyler. “Geçen sene kurudular, bu sene de kururlar.” Tam emin olmamakla birlikte buna benzer bir cümle kurar köylü. İşte bu basit davranış tarzını Levin o zaman pek anlayamaz ve köylülerin genel olarak bu genişlikte olmasını da mantık dışı bulur. Başka bir sahnede Levin abisi Nikolay’ın öleceğini bilir ve bir şey yapılamayacağının farkındadır. Bilgi ve gururla hareket eden eden kişiler hastalık ve ölüm karşısında gerçekçi, fakat aynı zamanda onu yadsıyıcı bir tutum sergilerler. Ölümden en az bu birinciler kadar korkan ama onu doğal yaşamın bir parçası sayan, bu yüzden de onun karşısında ancak yapılması gerekeni yapmaktan başka bir şey düşünmeyen ve doğru hareket tarzını bilen bir de ikinci grup insan vardır ki, insanların çoğu basit bir şekilde bu ikinci gruba dahildir. Bu insanlar ölüm döşeğindeki hastaya gerekli ilgi ve sevgiyi gösterir, hastanın ihiyacı olan bakımı sağlarlar. Her şeye kızan, huysuz Nikolay Kiti’nin içten ilgisini bu sebeple memnuniyetle karşılar. Bu minnettarlığını açıkça göstermesi Levin için bir dönüm noktası olur, düşüncelerine yeni bir yön verir. Bunlar gibi daha başka sahnelerle Levin’in ruhsal dönüşümü çok küçük adımlarla, yavaş yavaş örülür. Zaten romanın sonu da bu düşüncelerin manifestosuyla bağlanır.
Anna Karenina
Anna KareninaLev Tolstoy · Türkiye İş Bankası Yayınları · 201939,1bin okunma
·
167 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.