Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

Çikolata
Ayaklarını aşağıya sarkıtmış, merdivenin kenarında oturuyordu. Elinde lastiği gevşemiş sapanı, ayaklarında tabanları ayrılmış terlikleri, gözlerinde keder, üzüntü ve korku, yanaklarında damlayıp damlamamakta kararsız birkaç gözyaşı vardı. Öylece oturmuş geleni geçeni izliyordu. Birinin kıyafeti çok parlaktı, galiba önemli bir yere gidiyordu. Birinin elinde kocaman bir ayı, koşarak metroya yetişmeye çalışıyordu. Bir tanesinin de kulağından cebine doğru giden bir kablosu vardı, kendi kendine konuşuyordu. Uzun süre gözlemledi onları. Hoş, o koşuşturmanın içinde gözlemlemek kolay olmuyordu ama nasılsa çok vakti vardı. Mağazaların ışıkları yanmaya başladı, hava serinlemiş, ay belli belirsiz gözükmeye başlamıştı. Önünden satıcılar geçiyordu. Her birinin arabası farklı renklerle doluydu. Yanındaki dükkandan müzik sesleri gelmeye başlamış, bir tane palyaço kapıya çıkmış elindeki balonlara oynuyordu. Küçük bir kız yanına gidip bacağına sarıldı ve inanılmaz bir şey oldu: palyaço onu itmedi! Hatta onu gördüğüne çok sevindi. Beraber fotoğraf çektirdiler ve çocuk girerken palyaço ona elindeki balonlardan birini hediye etti. Ondan para almadı, hatta tekrar gelmesini istedi. Bütün bu olaylar karşısında hayrete düşmüştü. Karşısına bir adam dikildi. Elinde bir sopa tutuyordu. Sopanın üzerinde de ne olduğunu bilmediği, pembe pamuk gibi şeyler vardı. Poşete sarılmış, lastikle tutturulmuştu. Onun başına da bir sürü çocuk toplandı. On dakika içerisinde sopanın tamamı boşalmıştı. Anlaşılan çocuklar onu çok seviyordu. Karşıdan bakınca yapış yapış gözüken bu şeyin neresini seviyorlar bir türlü anlayamıyordu. Yerinden kalktı. Elleri cebinde yürümeye başladı. Sabahtan beri oturduğu için ayakları uyuşmuştu. Rengarenk mağazaların önünden geçerken birden heyecanlanmış, farkında olmaksızın ağzı açılmaya başlamıştı. Her birinde farklı şeyler satılıyordu. Işıklar onu kendinden geçirmiş, müzikler aklını başından almıştı. Rengarenk vitrinler, upuzun gökdelenler, korna sesleri ve motorlar arasında kaybolmuştu. Başı dönemeye, kafası karışmaya başlamıştı. Farkında olmadan sokağın ortasında öylece durmuş ve birkaç kişi ona çarpmıştı. Dükkanların birinden nefis kokular yükseliyordu. O zaman sabah kahvaltı yapmadığını hatırladı. Gidip dükkanın önünde durdu. Simitler, poğaçalar, kurabiyeler... Hepsi yan yana dizilmiş ona bakıyorlardı. Rengarenk jelibonlar, misket gibi şekerler onu kendilerine çekiyordu. Pastaların yanında oyuncak şeklinde pastalar da vardı. Onları nasıl yapıyorlardı acaba? Yeniyor muydu yoksa süs müydü? Cebindeki paraları çıkardı, küçük bir hesap yaptı. Aslında canı pasta çekmişti ama ne yiyeceğine o değil paraları karar veriyordu. O yüzden simit almaya karar verdi. İçeri girdi, boyu tezgaha yetişmediği için kariyeri göremiyordu. Anlaşılan kasiyer de onu göremiyordu. Ne istediğini söyledi ve parasını uzattı. Kasiyer ona simidini uzatmak için ayağa kalkınca birden göz göze geldiler. Kasiyer ansızın bağırmaya başladı. O neler olup bittiğini anlayamadan ortalık birbirine girmişti bile. Üst kattaki merdivenlerden hemen iki tane adam indi ve onu yaka paça dışarı attılar. Yere düşmüş ve bacağı kaldırıma sürtünmüştü. Hemen kalkıp tekrar dükkana girmeyi istedi ama kapıyı kapatmışlardı. Simidini de alamamıştı üstelik parasını da geri vermemişlerdi. Bu başına ilk kez gelmiyordu. Onlara ne yapmıştı? Neden ona böyle davranıyorladı? Neden o da diğer çocukların arasına karışamıyordu? Onu engelleyen şey neydi? Fakir olduğu için mi böyle davranıyorladı? Hayır. Muhakkak ki tek fakir o değildi. Onları itip kakmıyorlardı. Çirkin miydi? Hayır değildi. Kendisini çok seviyordu. Fiziksel bir kusuru da yoktu. Peki niye onu dışlıyorlardı? Burnuna küçük damlalar düşmeye, yağmur yağmaya başlamıştı. Yavaş yavaş yürümeye devam etti. Buraya geldiğinden beri gözlemlediklerine göre insanlar çikolatayı çok seviyordu. Peki onu niye sevmiyorladı. Annesi ona hep "Benim minik çikolatam." derdi oysaki. Yerde biriken su birikintisinin önünde durdu. Kendi yüzüne baktı. Arka fon siyah olunca kahverengi pek de görülen bir renk değildi. Kafasını gökyüzüne kaldırdı. Hiç bulut olmamısına rağmen yıldızlar görünmüyordu. Oysa o yıldızları çok severdi. Hepsi birbirinden farklıdır yıldızların. Bazısı kırık beyazdır, bazısının rengi soluktur, kimleri normal beyazken, kimileri buz mavisidir. Ama içlerinde bir tanesi var ki hepsinden daha ihtişamlı daha göz alıcı diğerlerine nazaran biraz daha küçüktü. Alev topunu andırır, kıpkırmızıdır rengi, öyle herkes göremez onu. Biraz dikkatli bakmak gerekir. Ama onun adı yıldız değil, diğerlerinden daha farklı bir adı var, Mars diyorlar, gezegen galiba. Şimdi anlamıştı neden kendisine kötü davrandıklarını. Siyaha en çok yakışan göklerdeki beyazı göremeyen insanların kendisini görmelerini bekliyordu. İşte şimdi fark etmişti, kendi elleriyle yıldızların üzerine siyah perdeler ören insanların, kendisinin üzerine de kahverengi bir perde ördüklerini. 27.11.20 @su_dem_
··
216 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.