Gönderi

Mustafa Karapınar
MUSTAFA KARAPINAR Sene 1947. Ramazan ayındayız. Kadir Gecesi geldi. Geceyi ihya etmek için Osman Çalışkan beni çağırdı. Aralarında taksim etmişler, Üstad Hazretleri hasta olduğu için benim iki yüz “Kelime-i Tevhid” çekmemi istedi. Ben de Üstad adına çektim. Gece rüyamda kapımızın zili çalındı. Kapıyı açtığımda Üstad karşımda idi. “Teşekkür ederim kardeşim.” dedi ve kayboldu * Hayri Gencer’le çıktık yola, 500 metre sonra elimizi kaldırdık, “Dur!” dedik. Şoför Emrullah bizi tanıyor. Şoför mahalline oturtmuşlar Üstad Hazretlerini. Başta Vehbi Çavuş, ortada Üstad Hazretleri, öbür tarafta da şoför Emrullah vardı. Arkada ise Risale-i Nur Şakirtleri… Tabi en başta Çalışkanlar… Ama biz onları göremedik. Kamyon durdu. Vehbi Çavuş indi aşağıya. “Ne istiyorsun Mustafa Bey?” dedi. “Hiçbir şey yok.” dedim. “Sen bizi tanıyorsun, bizim ona hürmetimiz, saygımız sonsuz, helalleşemedik, elini öpeceğiz, duasını alacağız müsaade ederseniz?” dedim. “Peki, sorayım kendilerine.” dedi. Sordu. İndi Üstad Hazretleri sarıldı bize, öptü, gözleri yaşardı, Emirdağ’ına dua etti. Bir şey konuşmadık. * Üstad Hazretlerinin arkasında çok namaz kıldım. Gayet ciddi, asker gibi hareketlerle kılardı namazlarını. Ekseri Emirdağ Çarşı Camiinin Minberinin solunda veya aynı caminin üst katında kılardı namazlarını. “İlâhî Yâ Rabbi, İlâhî Yâ Rabbi” diye başlardı namazına. Böyle “İlâhî Yâ Rabbi!” dediği zaman biz sarsılırdık arkasında. İnsanın tüyleri diken diken olurdu vallahi… “İlâhî Yâ Rabbi!” dedi mi başı öne düşer, sanki O, O değildir artık. Hep böyle kılardı namazlarını
Nesil Yayınları 1.baskı
·
29 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.