Geçenlerde "unutmak"tan bahsetmiştim, neyi unutacağımızı bile artık tam olarak idrak edemedigimizden.
Odaklanma sorunu kişisel bir durum olmaktan çıkıp 7 den 70 e herkesi etkisi altına alan toplumsal bir sorun haline geldi. Yoğun ve kesintisiz bir şekilde enformasyona maruz kalan kişiler olarak aşırılıklar arasında sersemlemiş bir halde kendimiz ve çevremiz ile olan gerçek temasları kaybetmek üzereyiz/kaybettik. İnternet aracılığıyla artık bilgiye ulaşmak daha kolay-mış gibi görünse de doğru bilgiye ulaşmak oldukça zor ve üzerinde düşünmek, yoğunlaşmak, derinlemesine araştırma yapmak daha da zor bir hal alıyor. Sürekli dağılan dikkatimiz, oradan oraya savrulan düşüncelerimiz arasında günü yorgunluk ve tukenmislikle kapatıyoruz. Her zamankinden daha yorgun olmamıza rağmen çok daha az üreten ,örgütlenen, eyleme geçebilen, hayatın içinde yer alabilen bireyler haline geliyoruz. Her şeyin çoğaldıkça ne kadar azaldığını, az olanın nasıl çokluk oluşturduğunu unuttuk gitti. Arasıra anımsar gibi oluyoruz fakat farkettigimiz bu odağı hemen kaybediyoruz. Çok kısa bir sürede, saniyeler içinde belki. Sosyal ve yakın ilişkilerde de yaşadığımız sorunlardan biri bu değil mi? Bir an bir duyguya temas ediyoruz ve çabucak dikkatimizi kaybediyoruz, birbirimizden ve kendi duygularimizdan bile.
Ama neden ?
Son 7-8 aydır süren dikkat dağınıklığım geçen ay itibari ile pik yaptı. Unutkanliklar, zihinde uçuşan düşünceler, bir konudan başka konuya geçişler, tartışmaya konu olan objeyi kaybetmeler ile artan yorgunluk seviyem birbirleri ile orantılı şekilde artış göstermeye başladı. Kategorize etme ve örüntü kurma becerim de gittikçe azalıyor gibi. Bu durumun kaygı seviyemi de yükselttiği aşikar. Kaygı deyince aklımıza çabucak YAB ve panik atak geliyor olsa da bu duygu çoğu zaman bozukluk seviyesinde seyretmez. Kaygı, kişiyi tehlikeye karşı koruyan, önlemler almasını sağlayan, harekete geçmeye iten bir duygu gelişimi olarak canlıyı hayatta, sağlıklı/bütün tutmaya çalışan bir gozetmendir aynı zamanda. Bu gozetmenin uyarılarını dinlemek konusunda tecrübeli olduğumu söyleyebilirim. Kaygı seviyemde oluşan bu artışlar olmasa odaklanma konusunda yaşadığım problemin cozumune dair bir arayışa girmem de pek mümkün olmayabilirdi. Dikkat dağınıklığı ve odaklanamama sorunu üzerine düşünürken Johann Hari'nin bu kitabı ile karşılaşmış oldum. Okurlar bilirler, ihtiyac duyduğunuz şeylerin birden ve kendi kendilerine karşınıza çıkma gibi müthiş bir durumu vardır. Freud olsa bunu başka türlü açıklardı elbette ama ben bu karşılaşmaların(!) güzelliğini onun açıklamaları ile -şu an için- tatsızlaştırıp canınızı sıkmak istemem :) Hari, odaklanma konusunda yaşadığımız sıkıntıları geniş bir araştırma ile çok yönlü olarak ele almış olmakla kalmamış dikkat konusunda ne gibi tedbirler alabileceğimize dair de tartışmaları bize bırakmış. Okurken gözünüzde bir distopya canlanması muhtemel ama zaten uzun zamandır bir distopyanin içinde olduğumuza dair şüpheler taşıyıp taşıyıp kaybetmiyor muyuz? Kaybediyoruz çünkü dikkatimizi dağıtacak birden fazla etken var. Uyku duzensizliklerinden, beslenme aliskanliklarindan , sosyal medya ve bağımlılıklardan, sosyal alandan uzaklaştirilip ve tabiri caiz ise fanusa hapsedilen çocuklardan, eğitim sisteminden, doğadan/doğamızdan kopuşlardan, reklam ve algı yönetimi ile şişirilen ihtiyac dışı tüketim davranışlarından ve daha nice yönü ile neden odaklanamadığımızı anlatıyor Hari. Yazılanları okurken bahsedilen birçok şeyin size tanıdık olduğunu, zaten bildiğinizi ve ara sıra bunları farkettiginizde rahatsizlik duydugunuzu hissedebilirsiniz. Hah işte, o rahatsizlik hissine odaklanıyoruz ve onu bırakmıyoruz; o bize lazım.