Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

Şaka ediyorum elbette baylar; şakalarımın oldukça tatsız kaçtığının da farkındayım, fakat söylediklerimin hepsini şaka diye alamazsınız. Belki dişlerimi gıcırdata gıcırdata latife ediyorum. Baylar, bazı sorular içimi kemirip duruyor; ne olur bana bunların çözümünü verin. Mesela siz insanı eski alışkanlıklarından vazgeçirmek, iradesini bilimle, sağduyuyla bağdaşacak tarzda düzenlemek istiyorsunuz. Fakat insanlarda böyle bir ıslahın sadece mümkün değil, aynı zamanda mecburi olduğunu nereden biliyorsunuz? İnsan iradesinin bu derece ıslaha muhtaç olduğu hükmünü neye göre veriyorsunuz? Kısacası, böyle bir ıslahın insana gerçekten fayda sağlayacağına nasıl karar verdiniz? Açık konuşalım; aklın ve aritmetiğin desteklediği gerçek, normal çıkarlara karşı gelmemenin insan için daima faydalı olduğuna, hepimiz için bir kanun sayılacağına neden bu kadar kuvvetle eminsiniz? Bu şimdilik bir tahminden ibarettir. Bunu mantık kanunu kabul etsek bile insanlığa uygulanamayabilir. Yoksa deli olduğumu falan mı sanıyorsunuz baylar? Müsaade buyurun, açıklayayım. İnsanın yaradılıştan yapıcılığa, onu şuurlu olarak gayesine ulaştıracak bir mühendisliğe, yani daima, nereye doğru olursa olsun kendine yol açmaya mahkûm edilmiş bir mahlûk olduğunu kabul ederim. Kim bilir, belki de sırf bu yol açma mecburiyeti yüzünden arada başka yönlere sapmak isteği duyar; o içi dışı bir işadamları umumiyetle akıldan yana züğürt olmakla beraber, açmaya uğraştıkları yolun hemen her zaman bir yerlere gittiğinin farkındadırlar ki, önemli olan da istikamet değil, yolun varlığı ve aklı başında evlatlarımızın mühendislik sanatını ihmal etmeyerek akıllı uslu çalışmalarıdır, hem bilindiği gibi, tembellik bütün kusurların anasıdır. İnsan yapıcıdır, yeni yollar açmayı sever, bu su götürmez bir gerçektir. Fakat neden acaba bir yandan da yıkmaya, her şeyi kaos haline getirmeye bayılır? Haydi buna cevap verin bakalım! Bu konuda ayrıca birkaç söz söylemek istiyorum. İnsanın her şeyi yıkıp kaos haline getirmeyi sevmesi (bazen bunu yapmaktan zevk aldığı inkâr edilemez), üzerinde uğraştığı yapıyı bitirmekten, gayesine ulaşmaktan içgüdüsel olarak ürkmesinden mi kaynaklanıyor yoksa? Kim bilir, belki eserini yakından değil de sadece uzaktan sevmektedir; belki binayı yalnız yapmaktan hoşlanıyor, içinde yaşamak istemiyor, bitirince onu karıncalara veya koyunlar vs. gibi animaux domestiques’e[8] terk etmeyi tercih ediyordur. Halbuki karıncalar bu konuda bambaşka bir âlemdir: Karınca yuvası denilen, temeli sonsuzluğa kadar yıkılmaz harikulâde bir yapıları vardır.Saygıdeğer karıncalar gözlerini yuvada açar, besbelli orada kaparlar; bu müspet ve sebatkâr davranışlarıyla da büyük bir onuru hak ederler. Fakat insan hercai, bir dalda durmaz bir yaratıktır ve belki de satranç oyuncuları gibi gayeyi değil, gayeye giden yolu sever. Kim bilir (emin olamayız tabii) belki de insanların yeryüzünde ulaşmaya çalıştığı tek gaye, bu gayeye ulaşma yolundaki daimi çaba, başka bir deyişle hayatın ta kendisidir, yani iki kere iki dört cinsinden bir formül olan gaye değildir; zaten iki kere iki dört, hayat değildir baylar, ölümün başlangıcıdır. Hiç değilse insan, bu iki kere ikiden daima ürkmüştür; ben hâlâ ürküyorum. İnsan bütün ömrünü iki kere iki peşinde geçirir, bu uğurda denizler aşar, hayatını harcar, fakat yemin ederim, arayıp gerçekten elde etmekten korkar. Çünkü onu bulur bulmaz artık erişecek şeyi kalmayacağını bilmektedir. İşçiler işlerini tamamladıktan sonra, hiç olmazsa aldıkları parayla meyhaneye gider, oradan karakola düşerler; işte size en aşağıdan bir haftalık meşgale. Fakat bizler nereye gideriz? Onun için gayeye her yaklaşmada bir huzursuzluk hissedilir. İnsan gayeye ulaşmak için çalışmayı sever, fakat ulaşmayı pek istemez; bu hal hiç şüphesiz çok gülünçtür. Şu halde insan daha doğuştan gülünç bir yaratıktır, işin hoş tarafı da budur zaten. Gene de, ne olursa olsun, şu iki kere iki pek musibet bir şey. Bana göre iki kere iki sadece bir küstahlıktır efendim. İki kere ikiyi yolumuzun ortasında külhanbeyi gibi durmuş, elleri belinde, ortalığı tükürüğe boğarken düşünüyorum. İki kere iki dördün üstünlüğünü kabul ediyorum elbette; fakat her şeyi hoş görmeye karar verdikten sonra, iki kere ikinin beş etmesinden bile hoşlanmak mümkündür. Peki ama, siz insan çıkarının yalnızca doğal, olumlu konularda, yani tek sözcükle refahta, olduğuna niçin bu kadar eminsiniz, niçin ciddi olarak inanıyorsunuz? Aklın çıkarla ilgili konularda aldandığı olmuyor mu? İnsan refahtan başka şeyi de sevemez mi? Belki ıstıraptan da aynı derecede hoşlanıyordur? Hatta ıstırabın saadet kadar faydalı olması da mümkündür, insanın sırasında acıyı ihtirasa varan derecede sevdiği bir gerçektir. Bunu anlamak için dünya tarihine başvurmaya lüzum yok, hayatın ne olduğunu bilen bir insansanız kendi kendinize danışın, yeter. Şahsi kanaatime göre, yalnız refahı sevmek biraz ayıptır bile. İyi midir, fena mıdır orasını bilmem ama, bazen bir şey devirip kırmanın da kendine göre tadı oluyor. Bu bakımdan ne başlı başına refahı ne de ıstırabı tutarım. Ben... şahsi kaprisimden, onu her istediğim anda tatmin edebilmek imkânından yanayım. Istırabın vodvillerde yeri olmadığını biliyorum. Billur saraya ise büsbütün yakışıksız düşer: Istırap, şüphe ve inkâr demektir; içimizde şüphe uyandıran bir billur saray tasavvur edilebilir mi? Bununla beraber, insanın gerçek ıstıraptan, yani yıkım ve kaostan asla vazgeçmeyeceğine eminim. İdrakin biricik kaynağı ıstıraptır. Başlangıçta idraki insanın baş belası saydığımı söyledim, ama insanın bunu sevdiğini, dünyadaki hiçbir hazza değişmeyeceğini de biliyorum. Mesela idrak, iki kere ikinin mukayese kabul etmeyecek denli yükseğindedir. İki kere ikiden sonra, artık yalnız yapacak değil, öğrenecek bir şey de kalmamıştır. Olsa olsa, beş duyunuzu körleştirip düşünceye dalarsınız, o kadar. İdrak de insanı aynı sonuca götürür, yani gene yapacak işiniz kalmaz, ama bu sefer hiç olmazsa kendi kendinizi kamçılayabilirsiniz ki, bu da bir şeydir. Gerici bir hareket, ama hiç yoktan iyidir.
·
107 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.