Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

"Benim şansıma burada, Madrid'de olanları görmek düştü," diye devam etmişti babam, "üstelik gördüğümden fazlasını, çok daha fazlasını da işittim. Hangisi daha kötü bilmiyorum, anlatılanları dinlemek mi, olaya şahit olmak mı. İkincisi belki o anda tahammül edilmesi daha zor, daha korkutucudur, ama daha sonra onu silmek ya da bulandırmak, bu konuda kendini kandırmak, gerçekte görülen şeyin görülmediğine kendini ikna etmek daha kolaydır. Olmasından korktuğu şeyi tahminen gördüğünü ve sonunda olmadığını düşünebilir insan. Buna karşılık anlatı kapalı bir bütündür, karıştırılması mümkün değildir, yazılı olduğu takdirde dönülüp sınanabilir; sözlü olduğu takdirde de tekrar anlatılabilir, anlatılmasa da kelimeler eylemlerden daha belirgindir, en azından işitilen kelimeler görülen eylemlerden daha belirgindir. Eylemler bazen bir görülüp bir kaybolurlar, bir görüntü kıvılcımı çakar adeta, çok kısa sürer, üstelik gözü kör eden bir parıltı gibidirler; daha sonra hafızada oynanmaları, düzeltilmeleri mümkündür; buna karşılık hafıza işitilenlerin, anlatıların çarpıtılmasına pek izin vermez. Elbette anlatı demek bazı durumlarda biraz fazla kaçabilir; bir örnek vereyim: Bir sabah tramvayda kulağıma aldırışsızca söylenmiş iki-üç cümle çalındı; savaş başlayalı birkaç hafta olmuştu daha, katliam çılgınlığının ve mutlak bir denetimsizliğin hüküm sürdüğü günlerdi; birçok kişi duruma kendini kaptırmıştı, hiddet doluydular, silahları varsa canlarının istediğini yapıyor, siyasal bahaneyi kullanıp kişisel hesaplarını görüyor, abartılı intikamlar alıyorlardı. Neyse, bunları biliyorsun zaten. Her iki bölgede de durum aynıydı: Bizim tarafta buna daha sonra yetersiz olmakla birlikte bir sınırlama getirildi; öteki tarafta üç yıl boyunca ve daha sonra, düşman mağlup edildikten sonra da hiçbir sınırlama getirilmedi neredeyse. Ama bana aktarılan o şiddet -aslında bana değil de, işitebilecek mesafede olan herkese, işin korkunç yanı da bu zaten- beni o kadar etkiledi ki, sözleri işittiğim anda tramvayın nereden geçtiğini net olarak hatırlıyorum. Alcalá'dan Velázquez'e sapmak üzere dönüyorduk, ön sırada oturan bir kadın parmağıyla bir evi işaret etti, üst katlardan birini göstererek yanındaki kadına, 'Bak,' dedi, 'şurada zengin birileri oturuyordu, hepsini alıp paseo'ya götürdük. Küçük bir bebekleri vardı, beşiğinden çıkarıp ayaklarından tuttum, havada birkaç kere döndürüp oracıkta duvara yapıştırdım. Tekini bile sağ bırakmadık kahrolası ailenin.' Biraz kaba görünümlü bir kadındı, ama pazarda, kilisede ya da bir salonda yüzlerce kez gördüğümüz, yoksul ya da varlıklı, kötü ya da iyi giyimli, pis ya da temiz onca kadından daha kaba da görünmüyordu; her ortamda, her sınıfta canavarlar vardır, San Fermin de los Navarros'ta öğle ayininde komünyona katılan kürk mantolu, mücevherli canavarlar görmüşlüğüm de vardır. O kadın yaptığı vahşeti anlatırken ses tonu, 'Bak, bir ara şu evde çalıştım, ama birkaç ay sonra haber vermeden ayrıldım, dayanılır gibi değildiler. Öylece yüzüstü bırakıverdim,' der gibiydi. Son derece doğal. Fazla önemsemeden. O günlerde hüküm süren mutlak dokunulmazlık duygusuyla; söylediklerini kimin duyup duymadığı umurunda değildi. Hatta gurur duyuyordu. En azından böbürleniyordu. Elbette kurbanlarını müthiş küçümsüyordu. Sesinde bir nebze pişmanlık aramak hayal olurdu tabii ki, pişmanlığın izi bile yoktu. Donup kaldım, midem bulandı, onu daha fazla görmemek, marifetlerinin devamını dinleme riskini göze almamak için ilk durakta, ineceğim yerden bir-iki durak önce indim. Hiçbir şey söylemedim, o günlerde canını kurtarmak istiyorsan konuşmak imkânsızdı; herhangi bir nedenle tutuklanıp paseo'ya götürülebilirdin, cumhuriyetçi olsan bile, hatta Alfonso dayın gibi hiçbir şey olmasan bile, o sadece bir delikanlıydı, tutuklandığında yanında olan genç kız da öyle, hiçbir şey değildi. İnmeden önce göz ucuyla kadına baktım; sıradan bir kadındı, yüz hatları kaba olmakla birlikte çirkin sayılmazdı, gençti, ama bilinçsizliğin doğal kabul edilebileceği kadar genç de değildi, belki çocuğu da vardı ya da daha sonra çocuk doğurmuştu. Savaştan sağ çıkabildiyse, cezasız kaldıysa (benim yaptığını duyduğum olay yüzünden cezalandırılmadığı kesin; bir ihtimal, savaşın bitiminde izi daha kolaylıkla sürülebilecek birtakım eylemlerde önemli rol oynadıysa ya da o sıralar itibarlı mevkide olan biri ona garez besleyip sırf bu yüzden veya içgüdüyle ihbar ettiyse cezalandırılmış olabilir; aksi takdirde, ilk günlerin bütün vahşeti askıda kaldı), büyük ihtimalle normal bir hayat sürmüş ve olaya fazla kafa yormamıştır. O da herhalde birçok başka kadından farksızdı, belki güleryüzlü, arkadaş canlısı, sempatik biriydi, canından çok sevdiği torunları vardı, hatta diktatörlük boyunca hararetli bir Franco yanlısı olmuş ve olaydan dolayı en ufak bir ikilem yaşamamış bile olabilir. Geçmişinde insanlıkdışı suçlar işleyip vahşet örnekleri vermiş birçok kişi uzun yıllar boyunca huzur içinde yaşadı; burada da, Almanya'da da, İtalya'da da, Fransa'da da; biliyorsun insanlar ansızın geçmişte Nazi, faşist ya da işbirlikçi olmayıverdi; oldularsa da ne yapıp edip olmadıklarına ikna ettiler kendilerini, ayrıca şu açıklamayı getirdiler: 'Yo hayır, benim durumum farklıydı'; genellikle anahtar cümle budur. Ya da: 'O dönem öyleydi, yaşamayan bilemez.' Eğer insan ne pahasına olursa olsun vicdanını rahatlatmak istiyorsa ya da buna ihtiyaç duyuyorsa, kendi vicdanına kendini bağışlatmak çoğunlukla zor değildir; hele vicdanı daha büyük, kolektif bir vicdanın, hatta yığınların vicdanının bir parçasıysa, işi daha da kolaydır: 'Bir tek ben değildim, ben canavar değildim, başkalarından farklı değildim, göze batmadım; hayatta kalmak zorundaydım, neredeyse herkes aynı şeyi yaptı, o sırada hayatta olsa herkes de yapardı.' Belki dindar olanların işi herkesten daha kolaydır, özellikle de Katoliklerin; rahipler en yüce ve mahrem konularda onları temize çıkarmaya hazırdır; İspanyol rahipler hamilerinin ve yandaşlarının her tür rezilliğini, gaddarlığını aklamaya, hafifletici nedenler bulmaya ve haklı göstermeye her zamankinden de hazırdı, hiç kuşkun olmasın; unutma ki onlar da savaşanlar ve kışkırtanlar arasında yerlerini aldılar. Sonuçta bütün bunlar insanların işini kolaylaştırıyordu, ama gerekli de değildi. İnsanların kendi işledikleri suçları isteyerek unutma kapasitesi, yalnız başkaları nezdinde değil -bu konudaki kapasiteleri sonsuzdur, sınırsızdır- kendileri nezdinde de kanlı geçmişlerini silip atma kapasitesi inanılır gibi değildir. Olayların gerçektekinden farklı olduğuna, kesinlikle yaptıkları şeyi yapmadıklarına, kendi yadsınmaz katkılarıyla olmuş olanın olmadığına kendilerini ikna etmeleri kolaydır. Çoğumuz kendi biyografimizi allayıp pullama ya da yumuşatma sanatında ustayızdır; düşünceleri yerle bir etmek, anıları gömmek, sefil ya da canice bir geçmişi, gün geçtikçe, yani hayatımız devam ettikçe yoğun gerçekliğinden kaçıp kurtulduğumuz bir rüyadan ibaret görmek ürkütücü derecede kolaydır. Bütün bunlara rağmen, ben bunca yıldan sonra, Alcalá'yla Velázquez'in kesiştiği köşeden her geçişimde yukarıya, dördüncü kata, 1936 yılında bir sabah vakti tramvaydaki kadının parmağıyla işaret ettiği eve bakmaktan ve ne yüzünü ne adını bildiğim halde, benim için tesadüfen duyduğum korkunç bir-iki cümleden ibaret olan o ölü bebeği hatırlamaktan kendimi alamam."
Sayfa 215 - IV RüyaKitabı okudu
·
133 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.