"Aslında tüm dünyanın bir hapishane olduğunu, herkesin farklı ama gerçek nedenlerle buraya kapatıldığını imgeliyor ve bunda bir rahatlama buluyordu."
Mühendis Stefano siyasi bir suçludur ve hapishane günleri sonrası uzak bir deniz kasabasına sürgüne gönderilmiştir. Gündüzleri istediği gibi dolaşırken geceleri dışarı çıkması yasaktır. Fakat komutan veya görevliler pek de o kadar sıkı takip etmiyorlar. Stefano bu yabancı çevreye alışmaya çalışıyor, insanları tanımaya çalışıyor, hapishanedeki yalnızlık ile gerçek hayattaki, sürgündeki yalnızlığını karşılaştırıyor. Her an başka bir yere gönderilirim korkusuyla da ne adapte olabiliyor ne de tam yerleşmeyi düşünüyor odasına, çantası her zaman hazır bekliyor.
Evine temizlik için gidip gelen kadınla ilişkiye girmesi bir nebze onun içindeki boşluğu dolduruyor ama aslında o daha başka hayallere dalıyor, başka birini düşünüyor, bir yandan da bu ilişkisi duyulur diye korkuyor. Kasabada tanıdığı insanlarla kısıtlı diyaloglarından hem kasabanın içe kapalı olduğunu öğreniyoruz hem de Stefano'nun iç dünyasını anlamaya çalışıyoruz. Orada tanıdığı arkadaşlarından birinin de tutuklanması onu hapishane ve dışarıdaki dünya üzerine bir kez daha düşünmeye itiyor. Mevsimler geçtikçe Stefano da alışmaya çalışıyor bu sürgün hayatına.
"Parmaklıkların arkasında tüm dünya güzeldir, oysa sürgün yaşamı her yaşam gibidir, sadece biraz daha pistir."
Genel olarak pek beğenmediğim bir kitap oldu Hapishane. Tam olarak neden tutuklanmış, sonra neden çıkarılıp sürgüne gönderilmiş bu konuda bir şey söylenmiyor. İnsanlarla kurduğu ilişkiler de pek yüzeysel kalıyor, belki de kendini oraya ait hissetmediği için böyledir. Cesare Pavese'in hayatından da izler taşıdığı yazıyor kitabın açıklamasında. Merak ettiğim yazarın bu kitabı biraz bende hayal kırıklığı yarattı. Pek tavsiye etmediğim kitaplar arasında yerini aldı.