Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

Bir Osmanlı Aydını : Halid Ziya Uşaklıgil
Medeniyet, Batı’nın kaydettiği başarıyı kemal noktası kabul ederek bunun dışındaki her şeyi Batı’nın gerisinde görme tavrıdır. Böyle tasavvur edilen medeniyet kavramı evrimci özellikleriyle kendi dışındaki bütün oluşumları kendisinin bir ön aşaması, diğer hayat tarzlarını da kendisine zorunlu olarak yönelecek geçici bir insanlık hali olarak kabul etmekte, bu kabulün bütün dünyada yaygınlaşması için gayret sarf etmeyi de “medeni bir vazife” saymaktadır. Bu sebeple, Batı’nın kaydettiği ilerleme Osmanlı için bir arzu nesnesi haline gelmiştir. İlk etapta askerî alanda yapılan değişiklikler daha sonra siyasi yenilikleri doğurmuştur. Ancak yönetim kademesinden halka doğru yapılan bu yenilikler dirençle karşılaşmıştır. Batıya karşı teslimiyetçi olmaya direnmekte ki kastımız yok olma endişesi ile hareket etmemiz!!! Batı ile ilişkilerimizde, tavır alışlarımızda onun içinde erimeye direnmekteyiz. Batılı olmak istemekte ancak kendimizden de vazgeçmeyerek farklılığımızı vurgulama kaygısı taşımaktayız. Osmanlı Devleti, Batı karşısında benliğini kaybetmek istemediğinden medenileşme adımlarını dikkatle atmaya çalışmıştır. Bu nedenle Batı’yı yakından tanımak ve Batı’yla temas etmek amacıyla Avrupa’ya birçok bürokrat göndermiştir. Avrupai yaşayış tarzı bir kenara bırakılıp ilim ve fendeki ilerleyişin örnek alınması gerektiğini vurgulamıştır, Namık Kemal mesela. Çünkü yalnız üreten bir toplum hâline gelindiğinde bağımsız olunabilir. Bağımsız olmadan da medenileşmek mümkün değildir. Avrupa medeniyetinin güçlü temellere dayanmasının başlıca sebebi Avrupalıların geçmişle olan bağlarının çok kuvvetli olmasıdır. Uşaklıgil, gerçekle bağları koparılmış Osmanlı tarih yazımını ağır şekilde eleştirmiştir. Yazara göre tarihini iyi bilmemek, onu aksayan yönleriyle tanıyamamak, oturmuş bir medeniyet anlayışının oluşmasını engellerken, Türk gencinin aydınlanmasını da geciktirmiştir. Uşaklıgil, yazılı tarihin gerçekçi bir biçimde kaleme alınmasının öneminden bahsetmiştir. Ona göre yalnızca başarıların ele alındığı bir tarih gelişmenin ve dönüşmenin önünde engeldir. Özellikle Türk gençliğinin tarihini her yönüyle çok iyi bilmesinden yanadır. Çünkü vatanın içine düştüğü durumdan kurtulması ve muasırlaşması için mutlaka tarih bilincine ihtiyaç vardır. Uşaklıgil’in aktardığına göre İstibdat yönetimi yalnız Türk tarihindeki ihtilalleri değil, Avrupa’daki ihtilal ve değişimleri Osmanlı’nın devlet anlayışına ters düştüğünden saklama yoluna gitmiştir. Özellikle Sultan Abdülhamit döneminde yalnız yurt içinde yayımlanan eserlere değil yurt dışından gelen gazete ve dergilere de yoğun şekilde sansür uygulanmıştır. Uşaklıgil’in aktardığına göre Batı lisanını iyi bilen çok az genç bulunmaktadır, onun ötesinde yazılı kaynaklara ulaşmak devletin casusları tarafından güçleştirilmiştir. Yazar, Batılı gazetelere gizli saklı yollarla ulaştıklarını ve vapur gibi kamusal alanlarda bu tip zararlı addedilen yayınların okunduğu an jurnalciler tarafından şikâyet edildiklerini anlatmıştır. Uşaklıgil ilk olarak tarih bilincine sahip bir toplum yaratılması gerektiğine işaret etmiştir. Çünkü medeniyet esasen tarihin öznesi olmak anlamına gelmektedir. Bütün iktidarların amacı tarihin akışını değiştirip, varılmak istenen, arzu nesnesi haline getirilen bir Ben yaratmaktır. Yazara göre bu bilincin yaratılması için Osmanlı’nın kadim tarihi bütün yönleriyle genç nesle aktarılmalıdır. Böylece yapılması muhtemel hatalar tekrar etmeyecektir. Batı, kendi tarihiyle hesaplaşmasını yaptıktan sonra iktidar olabilmiştir. Yazar, “ihtiyaca yönelik bir eğitim anlayışını” benimsemek düşüncesindedir. İhtiyaca yönelik öğrenci yetiştirme ve aynı zamanda yüksek öğretim kurumlarında eğitim veren kimselerin durumu, yazarın kaleme aldığı metinlerde ön plana çıkardığı konular arasındadır. Uşaklıgil, yurt dışına gönderilen öğrencilerin iyi yönlendirilmeleri gerektiğini düşünmektedir. Çünkü ona göre buradan gönderilen öğrencilerin yetenekleri ve istekleri iyi tahlil edilememektedir. Eğitimini yurt dışında tamamlayıp gelen öğrenciler, öğrenim alanları dışında kalan, bilmedikleri işleri yapmaktadırlar. Durum böyle olunca devlet bu öğrenciler için büyük yatırım yapmasına rağmen karşılığını istediği ölçüde alamamaktadır. Eğitimini tamamlayıp yurda dönen öğrenciler de mesleğini gerektiği gibi yapamadığından buhrana sürüklenmektedir. Bu durum iki taraflı emek ve iş gücü kaybına sebep olmaktadır. Uşaklıgil, hem devlete hem de öğrenciye zarar veren bu yöntemde bazı ıslahatlar yapılması için fikirler sunmuştur. Bunlardan ilki lise eğitiminin güçlendirilmesi düşüncesidir. Özellikle acil ihtiyaç duyulan alanlarda Almanya’dakine benzer teknik liseler açılmasının gerekliliğini vurgulamıştır. Uşaklıgil’e göre ustalık, kalfalık vs. gibi bir mesleğin ara elemanlarının yüksek öğretime gerek kalmadan lise çağında mezun edilmesini ve bu öğrencilerin sahada eğitilerek bir an önce iş gücüne katılmasının önemini belirtmiştir. Burada Almanya ve Fransa’daki ünlü liselerden örnekler vererek Türk eğitim sistemindeki sıkıntıların yalnız üniversite düzeyindeki eğitim kurumlarından kaynaklanmadığını da vurgulamıştır. Uşaklıgil’in Avrupa medeniyetini en ileri medeniyetlerden birisi olarak görmesinin bir sebebi de bu medeniyette özellikle önem verildiğini düşündüğü liyakattir. Liyakat anlayışı Avrupa’da her türlü iş grubu için geçerlidir. Avrupa’nın tamamında içselleştirilmiş bir durumdur. Özellikle Almanya’da bütün görevler o işi en iyi yapacak olan kişiye verilmektedir. Yazarın hatırat ve mektuplarından yola çıkıldığında Batı’daki eğitim sistemleri içerisinde en işe yarar bulduğu anlayış Almanlara ait olandır. Alman eğitim sistemi ekonomi dikkate alınarak temellendirilmiştir. Eğitim sistemine dahil olan her bir öğrencinin iş gücüne katılabilmesi hedeflenmiştir. Almanya’nın ekonomik gücü eğitimin üretim temelli olmasıyla ilgilidir. Bu yüzden yazar, Osmanlı’nın Avrupa’ya gönderdiği öğrencilerin yerli yerinde görevlendirilememesini eleştirmiştir. Çünkü büyük maliyetlerle Avrupa’ya eğitime gönderilen bu öğrenciler aldıkları eğitime uygun mesleklerde çalışamamaları ve liyakatsiz atamalar nedeniyle mutsuzluğa sürüklenmişleridir. Yazara göre hem devlet açısından hem öğrenci açısından hiçbir çıkara hizmet etmeyen bu anlayış bir an evvel terk edilmelidir. Alman eğitim sistemindeki mesleki eğitim Osmanlı’da da uygulandığında ekonomik olarak büyük katkı sağlayacaktır. Yazarın sanat ve edebiyat karşısındaki tutumu da tarih bilincine olan yaklaşımı gibidir. Bir milletin sanat ve edebiyatını anlamak için de diğer her şeyde olduğu gibi kadim köklerine inilmeli ve kolektif bilincin altında yatanlar araştırılmalıdır. Uşaklıgil’in kolektif bilinci oluşturan bu “köklere inme” fikri, yalnız edebiyat için değil sanatın bütün dalları için geçerlidir. Ona göre eskiyi iyi tahlil etmeden yeniyi inşa etmek mümkün değildir. Yazarın sanat ve edebiyat alanında ileride gördüğü Batı ülkeleri ekonomik ve idari anlamda refah seviyeleri yüksek ülkelerdir. Buradan yola çıkılarak medeniyet için yalnız bir alanda yapılacak değişikliklerin yetersiz kalacağı söylenebilir. Batı’da medenileşme süreci hükümetler tarafından yapılan siyasi değişikliklerden ibaret değildir; siyasi, sosyal, askerî, ekonomik ve hukuki gelişmelerin bir bütünüdür. Zamanın ruhunu yakalamak için bir gerekliliktir. Haberleşmede ve yayıncılıkta yaşanan gelişmeler halkta yankısını bulmuş ve Batılı halk sanat ve edebiyatın gelişiminde yalnız izleyici rolünde kalmamış, sanata katkı sunan tarafta da bulunmuştur. Eğitimin her kesime hitap etmesi ve ucuz olması okur-yazar oranını arttırmış dolayısıyla halk sanata ilgili hale gelmiştir. Osmanlı’Devleti’nde ise gelir eşitsizliği, ekonomik güçlükler, okulların İstanbul dışındaki vilayetlerde geç yaygınlaşması, hükümetin eğitim kurumlarında yapması gereken reformlarda gecikmesi gibi sebeplerle Avrupa’daki bilimsel ve teknolojik gelişmeler eş zamanlı takip edilemediğini vurgulamıştır. Yazar, bütün bu sebeplerle hayranlıkla bahsettiği sanata düşkün Batılılarla olan mesafenin açıldığını belirtmiştir. Uşaklıgil, Avrupa’ya seyahatlerinde dini yaşayış tarzını gözlemlemiş ve gözlemlerine hatıralarında yer vermiştir. Burada yazarın ilk dikkat ettiği unsur dinî ritüeller esnasında takınılan ciddiyettir. Özellikle Saray ve Ötesi’ndeki hatıralarında birçok dinî ve resmî törene tanıklık eden yazar, Osmanlı’da halkın törenler esnasındaki nizamsızlığından şikâyet etmiş ve halkın tutumunu Avrupalı emsalleriyle karşılaştırmıştır. Ramazan aylarında yapılan dinî geçitlere hatıralarında yer veren yazar, halkın düzensizliğini konu ettiği gibi geçitleri düzenleyen yönetici ekibin de kusurlu yönlerini anlatmıştır. Yazar, Ramazan ayında yapılan eğlencelerde, şehzadelerin sünnet düğünlerinde ve diğer kutlamalarda Batı’ya ait müziklerin çalınmasını anlamlandıramamıştır. Ona göre müzik bir milletin karakteristik özelliklerini yansıtan en önemli aracılardan biridir. Bu nedenle Avrupai müziklerin Osmanlı Devleti’nin orkestrası tarafından doğru biçimde icra edilemediğini gözlemlemiş ve bundan rahatsızlık duymuştur. Yazar, bu tip törenlere katılan Avrupalı temsilcilerin Osmanlı’nın eğlence anlayışıyla ilgili alaycı bir tutum takınmalarından çekinmiştir. Bunlara ek olarak da özellikle Ramazan ayında yapılan törenlerde Batı müziğine yer verilmesini dinî gerekçelerle de uygun bulmamıştır. Dinî ritüeller dışında yazarın üzerinde durduğu bir diğer nokta ise dinî metinlerdir. Bir karşılaştırma yapan yazar Osmanlı’da dinî törenlerde kullanılan metinlerin zayıflığından üzüntü duymuştur. Yazar, dinin Avrupa’da yaşanış şekliyle Osmanlı’dakini karşılaştırmış ve özellikle gündelik hayatı düzenleyen yönüyle dinî metinlerin halk tarafından anlaşılır hale getirilmesinde din görevlilerine önemli roller düştüğünün altını çizmiştir. Osmanlı Devleti’nin hilafetle yönetilmesi Avrupai medeniyet anlayışının yerleşmesinde zorluklara sebep olmuştur. Avrupalılar kendi içlerinde din çatısı altında kolaylıkla birleşebilirken Batı dışı toplumlarda buna karşı bir direnç gelişmiştir. Yüzyıllar boyunca dinî temelli bir siyasi yapılanma ile yönetilen Doğulu ve Batılı medeniyetler Fransız İhtilali’nden sonra kademeli olarak milliyetçiliğe dayanan bir anlayışla yönetilmeye başlamıştır. Osmanlı’da yöneticinin aynı zamanda halife olması halkın padişahla manevi bağını güçlendirmiştir. Dinî gerekçelerle başlatılan birçok savaşta karşı karşıya gelen Doğu ve Batı arasında en büyük gerilimi yaratan unsurlardan birisi de din meselesi olmuştur. Her iki tarafın da karakteristik özelliklerini oluşturan bu dinler Müslümanlığı Doğu’yla ve Hristiyanlığı Batı’yla özdeşleştirerek birbirinden ayırmıştır. Toplumsal hafızada yüzyıllarca savaşla ve acıyla eşleştirilen bu iki karşı kutup, toplumun birbirine karışıp melezleşmesinin önünde ciddi bir engeldir. Din konusu ise Doğu ve Batı medeniyetini ayıran en temel konulardan biridir. Din, toplum hayatını düzenleyen ve ona şekil veren bir yapıdır. Bu yapı Hristiyan ve Müslüman alemi birbirinden ayırmıştır. Uğruna birçok kez savaşa girilen bu meseleden dolayı Batı’ya yöneliş Osmanlı’da büyük bir hassasiyet yaratmıştır. Hatta Batılılaşmanın, ahlaki yozlaşmaya sebep olacağından korkulmuştur. Yazar sık sık Avrupa insanın canlı ve atik olduğundan, Türk insanın ise miskinliğinden bahsetmiştir. Uşaklıgil “bize has bu çabasızlığı” Osmanlı’ya mülteci olarak gelmiş Ruslarla bir karşılaştırma yaparak verir. Rusya’daki savaştan kaçıp gelen mülteciler çok az Türkçe bilmelerine rağmen kapı kapı gezip iş aramışlardır. Yazara göre yalnız Avrupalılar değil Araplar da çalışkanlık bakımından Türklerden daha ileridedir. Uşaklıgil, Viyanalıların diğer Avrupa halklarından üstün yönleri olduğunu vurgulamıştır. Yazara göre Viyanalıları diğerlerinden ayıran en önemli özellikleri; onları medeniyetin en yüksek noktasına çıkaracak kabiliyetleri Doğu’dan ya da Batı’dan fark etmeksizin almalarıdır. Uşaklıgil’in asıl yücelttiği nokta ise bunu yapan halkın kendi hüviyetine asla zarar vermemesidir. Halkın kendi hüviyetini koruyabilmesindeki en önemli rol yöneticilerine aittir. Uşaklıgil, medenileşmenin esasını yöneticilerin yetenekleriyle ilişkilendirmiştir. Batılılaşmanın yukarıdan aşağı bir hareketle gerçekleşeceğine inanmıştır. Bunun tam zıttı ise İtalya örneğidir. İtalya, yazarın gözünde hem kültürel açıdan hem de ilim açısından çok geridedir. İtalya, dar sokakları, bozuk kaldırımları, kötü kokan ortamı, gürültücü, kavgacı insanları ve cahil halkı ile anlatılmaktadır. İtalya sokaklarını İstanbul’a benzeten yazar, İtalya’nın sistemsizliği üzerinde durmuştur. Yazar, birçok kez medenileşmeyi sistemli olmakla eşleştirmiştir. Çünkü üzerine titizlikle düşünülmüş sistem bir kere kurulduğunda kendiliğinden işlemektedir. Yazarın sıklıkla kullandığı nizam kelimesi, onun gözünde Avrupa’nın tek kelimelik anlatımıdır. Almanları ise birçok bakımdan takdir etmektedir. Çalışkanlık, dürüstlük, liyakat anlayışı, çocuklara verilen eğitim, bilimde kaydettikleri ilerleme ve bunun sonucu olarak refah seviyesinin yükselmesi, mimari anlayışlarının sonucu olarak bireyin hayatına duyulan saygı, iş yaşamında da gündelik yaşamda da saat gibi işleyen bir düzen kurmaları vb. gibi. Uşaklıgil, Batı’nın insana olan yaklaşımına da dikkat çekmiştir. Avrupalı daha çocuk yaşta kendisine ait odalarda ve oyun alanlarında birey olarak önemli olduğunu hissetmiştir. Devlet engellilere ve düşkünlere yardım eli uzatmıştır. Bunların hepsi refah düzeyi yüksekliğinin bir göstergesidir. Tüm bunlardan yola çıkılarak Uşaklıgil’in medeniyet görüşünün ekonomik temelleri olduğu söylenebilir. Müreffeh toplumlar, ileri bir Benlik yaratmak için gerekli kaynağa ve zamana sahip topluluklardır. Yazarın, medenileşmenin önünde engel olarak gördüğü problemlerin bazıları bugün dahi devam etmektedir. Çünkü zaman aslında ontolojik olarak bir bütündür. Doğu, hem Batı gibi iktidar sahibi olmak istemekte hem de kendisi olarak kalmak istemektedir. Tarihin öznesi olma çabası sınırsız zamanda bu döngüyü yaratmaktadır. ༄
Halid Ziya Uşaklıgil
Halid Ziya Uşaklıgil
Sanata Dair
Sanata Dair
Almanya Mektupları
Almanya Mektupları
Kenarda Kalmış
Kenarda Kalmış
Kırk Yıl
Kırk Yıl
Saray ve Ötesi
Saray ve Ötesi
·
180 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.