Öncelikle yazarın hayatını okurken etkilenerek başladım kitaba: “Paris’te kaleme almaya başladığı Kör Baykuş’u ilk olarak Bombay’da, 1937 de el yazısıyla elli kopya bastırıp yakın dostlarına gönderdi. Kitap 1941’e kadar İran’da yayımlanmadı. Bu tarihte, önce bir gazetede tefrika edildi, bir yıl sonra da kitap olarak basıldı. Ancak Kör Baykuş kısa süre sonra “sansürlü eserler” listesine alındı. Hindistan dönüşü bir süre İran’da memurluk ve tercümanlık yapan Hidayet, dönemin sosyal ve siyasi havasından da rahatsız olarak 1950 de yeniden Paris’e gitti. 9 Nisan 1951’de kendisini hava gazıyla zehirleyerek intihar etti. “Doğu’nun Kafkası” olarak nitelendirilen Sadık Hidayet, İran edebiyatında modern hikayeciliğin öncülerindendir” diyerek devam etmektedir. Kitap, rüyayla gerçeğin iç içe olduğu ve hangisinin nerede bitip, nerede başladığının belli olmadığı bir anlatıma sahiptir. Bize hasta bir ruhun sayıklamalarla ve hezeyanlarla dolu rüyasını anlatır. Kafka’nın Dava’sını anımsattığı güzel bir anlatıma sahip. Tavsiye ederim.