Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

Aristoteles’in kayıp ikinci kitabı
"Şimdi söyle bana," diyordu William, "Niçin? Bu kitabı niçin ötekilerden daha çok korumak istedin? Kara büyüye ilişkin kitapları, içinde belki de Tanrı'nın adına sövülen sayfaları neden uğrunda cinayeti göze almaksızın sakladın da bu sayfalar için hem kardeşlerini hem de kendini lanetledin? Güldürüden söz eden birçok başka kitap var, gülmeyi öven birçok kitap da. Niçin bu kitap içini öylesine korkuyla dolduruyordu?" "Çünkü onu Filozof(Aristoteles) yazmıştı. O adamın yazdığı her kitap Hristiyanlığın yüzlerce yıllık bilgi birikiminin bir bölümünü yok etti. Saygıdeğer pederler, Tanrı Sözü'nün gücüne ilişkin olarak bilinmesi gereken her şeyi söylediler ama sonra Boethius'un Filozof'u yorumlaması, Söz'ün tanrısal gizinin kategorilerden ve tasımdan oluşan bir insan parodisine dönüşmesine yetti. Yaratılış kitabı, evrenin oluşumu konusunda bilinmesi gereken her şeyi söylüyor ama Filozof'un fizik kitaplarının yeniden keşfedilmesi; evrenin donuk ve yapışkan bir maddeden yapıldığının tasarlanmasına, Arap İbn Rüşd'ün, dünyanın sonsuzluğuna neredeyse herkesi inandırmasına yetti. Kutsal adlara ilişkin her şeyi biliyorduk ama Abbone'nin gömdüğü Filozof'un baştan çıkardığı– Dominiken(Aquinolu Aziz Tommaso), doğal usun kendini beğenmiş yollarını izleyerek onları yeniden adlandırdı. Böylece, Areopagus(Atina yüksek meclisi) üyesi için, örnek oluşturan ilk nedenin aydınlık çağlayanına nasıl bakılacağını bilenlere, kendini açıklayan evren, dünyasal kanıtların barınağı oldu; bu kanıtlardan yola çıkılarak soyut bir etkenliğe ulaşılıyor. Eskiden, maddenin çamuruna çatık kaşlı bir bakış atmaya gönül indirerek gökyüzüne bakardık; şimdi yeryüzüne bakıyoruz; gökyüzüneyse dünyasal kanıttan ötürü inanıyoruz. Filozof'un, artık azizlerle peygamberlerin bile ant içerken kullandıkları her sözü, dünyanın imgesini altüst etti. Ama Tanrı'nın imgesini altüst etmeyi başaramadı. Eğer bu kitap yoruma açık bir duruma gelecek olursa, son sınıfı da aşmış olurduk." "Ama gülmekle ilgili bu incelemede seni korkutan neydi? Bu kitabı ortadan kaldırarak gülmeyi ortadan kaldıramazsın." "Kuşkusuz, hayır. Gülme bedenimizin güçsüzlüğüdür, yozlaşması, yavanlığıdır. Köylünün eğlencesi, sarhoşun özgürlüğüdür; kilise bile akıllıca davranarak, şölenlere, şenliklere, panayırlara, insanı neşelendirerek öteki isteklerden ve tutkulardan uzak tutan bu günlük yozlaşmaya izin vermiştir... Ama gene de gülme, basit insanların savunması, halk için kutsal olmayan bir gizem olarak kalır. Bunu Peygamber de söylüyordu; yakmaktansa evlenmek daha iyidir. Tanrı'nın kurulu düzenine başkaldırmaktansa, yemeğinizi yiyip sürahilerle şişeleri devirdikten sonra, düzeni alaya alan pis güldürülerinizin tadını çıkarın; aptallar kralını seçin; eşekler ve domuzlara yaraşır cümbüşlerde kendinizi yitirin; tepetaklak Satürn şenlikleri yapın… Ama burada, burada…” Şimdi Jorge parmağıyla masanın üstüne, William'ın açık tuttuğu kitabın yanına vuruyordu, "burada gülmenin işlevi tersine dönüyor, sanat düzeyine yükseltiliyor; bilginler dünyasının kapıları gülmeye açılıyor; böylece gülme, felsefenin ve hain tanrı bilimin konusu oluyor... Basit insanların hem Tanrı'nın yasalarını hem de doğa yasalarını yadsıyarak nasıl en korkunç sapkınlıkları tasarlayıp uygulayabildiklerini dün gördün. Ama kilise, kendi kendilerini mahkûm eden, kendi bilgisizlikleri sonucu kendi yıkımlarına yol açan basit insanların sapkınlığını hoş görebilir. Dolcino ve onun gibilerin bilgisizce delilikleri tanrısal düzende hiçbir zaman bunalıma yol açmaz. O şiddeti savunur ve kendisi de şiddet yoluyla ölür; ardında hiçbir iz bırakmaz; tıpkı bir şenliğin tükenmesi gibi tükenir gider; şenlik sırasında yeryüzünde kısa bir süre için dünyanın tepetaklak bir görünümünün belirmesi de önemli değildir. Bu davranış bir taslağa dönüştürülmedikçe, bu kaba dil onu çevirecek bir Latin bulmadıkça. Gülmek, köylüleri Şeytan korkusundan kurtarır, çünkü aptallar şenliğinde, Şeytan da zavallı bir aptal olarak belirir; bu yüzden de denetim altına alınabilir. Ama bu kitap insanın kendisini Şeytan korkusundan kurtarmasının bilgelik olduğunu öğretebilir. Köylü, şarap boğazından lıkır lıkır geçerken güldüğü zaman kendini bey sanır; çünkü derebeylik ilişkilerini tepetaklak etmiştir ama bu kitap, okumuşlara, bu tepetaklaklığı yasallaştıracak zekice ve o andan başlayarak aydınlatıcı hünerler öğretebilir. O zaman köylünün davranışında, neyse ki henüz midesel bir işlem olan şey, bir zekâ işlemine dönüşür. Gülmenin insana özgü olduğu, biz günahkârların sınırının bir belirtisidir. Ama bu kitaptan, seninki gibi ne çok yozlaşmış kafa gülmenin insanın amacı olduğunu öngören bir tasım çıkaracaktır! Gülmek, bir köylüyü bir an için korkudan kurtarır. Ama yasa korku aracılığıyla kendini kabul ettirir; yasanın gerçek adı Tanrı korkusudur. Oysa bu kitaptan, tüm dünyayı yeni bir ateşle tutuşturacak iblisçe bir kıvılcım çıkabilir: Ve gülme, Prometheus'un bile bilmediği yeni bir korkuyu yok etme sanatı gibi tanımlanacaktır. Gülen bir köylü için o anda ölmek önemli değildir ama sonra, gülme özgürlüğü sona erince dinsel tören yeniden tanrısal tasarıma göre içine ölüm korkusu salacaktır. Oysa bu kitaptan, korkudan kurtularak ölümü yok etmek için yeni ve yıkıcı bir umut doğabilir. O zaman biz günahkâr yaratıklar, tanrısal bağışların belki de en sağgörülüsü ve en seveceni olan bu duygudan yoksun kalınca ne oluruz? Yüzyıllar boyu bilginler ve Kilise Babaları, yüce olanı düşünerek, aşağı olanın sefilliğinden ve kışkırtıcılığından kurtulmak için kutsal bilgiden hoş kokulu özler dağıttılar. Oysa bu kitap güldürüyü, taşlama ve mim'i, eksikliklerin, kötülüklerin, güçsüzlüklerin yansılanmasıyla tutkuların arıtılmasını sağlayacak olağanüstü bir ilaç sayarak yapmacık bilginleri (iblisçe bir tersine çevirmeyle) aşağılık olanı kabul ederek, yüce olanı kurtarmaya çalışmaya itecektir. Bu kitap insanın, (sizin Bacon'ınızın doğal büyüye ilişkin olarak önerdiği gibi) yeryüzünde Cockaigne ülkesinin bolluğunu isteyebileceği düşüncesini doğurabilir. Ama böyle bir şeye sahip olamayız, olmamalıyız. Coena Cypriani'nin maskaralıklarına hiç utanç duymadan gülen genç rahiplere bak. Kutsal yazıların iblisçe anlam değiştirmesine! Üstelik, kötü olduğunu bile bile yapıyorlar bunu. Ama Filozof'un Sözü, hiçbir kurala bağlı olmayan, imgelemin bu önemsiz kıyıda kalmış şakalarını doğruladığı gün, kıyıda kalan merkeze sıçrayacak, böylece merkezin tüm izleri silinecek. Tanrı'nın dışarı uğramış canavarlar topluluğuna dönüşecek ve o kulları, terra incognita'nın (bilinmeyen dünya, yeraltı dünyası) uçurumlarından dışarı uğramış canavarlar topluluğuna dönüşexek ve o anda bilinen dünyanın kıyısı, Hristiyan imparatorluğunun yüreği olacak. … Bir Yunan filozofu [senin Aristoteles'in burada sözlerini aktardığı, suç ortağı ve kötü auctoritas(yetke, otorite], bize karşı çıkanların ciddiliğini gülerek dağıtmalıyız; gülmeye de ciddilikle karşı çıkmalıyız, diyor. Babalarımızın sağgörüsü seçimini yapmıştı: Eğer gülmek halktan insanların eğlencesiyse, halktan kimselerin özgürlüğü dizginlenip aşağılanmalı, sertlikle yıldırılmalıdır. Halkın, gülüşünü incelterek, kendisini sonsuz yaşama götürmesi ve onu etin, cinselligin, yiyip içmenin ve çirkin isteklerinin kışkırtıcılığından kurtarması gereken çobanların ciddiliğine karşı bir araca dönüştürecek silahları yoktur. … Sövgü bizi korkutmaz, çünkü Tanrı'nın lanetlenişinde bile, başkaldıran melekleri lanetleyen Yehova'nın öfkesinin çarpıtılmış bir imgesini görürüz. Bir yenilik düşü adına çobanları öldüren birinin şiddeti korkutmaz bizi, çünkü İsrail halkını yok etmeye çalışan prenslerin şiddetidir bu. Donatusçuların sertliği, Circoncellione'lerin canlarına kıymaları, Bogomil'lerin kösnüsü, Albi heretiklerinin kendini beğenmiş arılığı, Flagellant'ların kana susamışlığı, Özgür Ruh rahiplerinin baş döndürücü kötülüğü korkutmaz bizi: Onların hepsini tanıyoruz, günahlarının kökünü biliriz, bizim kutsallığımızla aynı kökten kaynaklanır. Bunlar bizi korkutmaz, her şeyden önce onları nasıl yok edeceğimizi, daha doğrusu, onların kendi aşağılıklarının çukurlarından doğan ölme isteğini pervasızca doruk noktasına yükselterek kendi kendilerini yıkmalarına nasıl izin vereceğimizi biliyoruz. Gerçekten de onların varlığının bizim için değerli olduğunu söylemek istiyorum; Tanrı'nın taslağında yazılıdır bu, çünkü onların günahı bizim erdemimizi kışkırtır; onların laneti bizim övgü ilahimizi yüreklendirir; onların sıkı düzenden yoksun tövbesi, bizim özveriden duyduğumuz tadı düzenler; onların dinsizliği bizim dindarlığımızın parlamasına yol açar; tıpkı tüm umutların başlangıç ve bitimi olan Tanrı'nın yüceliğinin daha iyi parlamasını sağlamak için Karanlıklar Prensi'nin başkaldırısı ve umutsuzluğuyla gerekli olması gibi. Ama eğer bir gün, alay sanatı -artık kural dışı bir halk eğlencesi olarak değil, Kutsal Yazılar'ın yok edilmez tanıklığına bağlı okumuşların gizemsel kendinden geçişi olarak- kabul edilebilir kılınacak olursa; bir soylu, özgür ve artık mekanik olmayan bir şey gibi görünecek olursa; bir gün biri 'Tanrı'nın insan olarak ortaya çıkmasına gülerim,' diyebilirse (ve böyle dediği işitilirse) o zaman küfrü durdurmak için hiç silahımız olmayacak, çünkü küfür, bedensel maddenin kendilerini yellenmede ve geğirmede ortaya koyan karanlık güçlerini çevresine toplar; böylece yellenme geğirme, yalnız ruhun hakkı olan şeyi, diledikleri yerde esme hakkını iddia ederler!" "Licurgus gülme için bir heykel diktirmişti." "Bunu Cloritianus'un, dinsizlikle suçlananların mimiklerini çözümlemeye çalışan kitabında okumuş olmalısın. Kitapta bir hastanın, onun gülmesine yardımcı olan bir hekim tarafından nasıl iyileştirildiği anlatılır. Eğer Tanrı onun yeryüzündeki günlerinin sona ermesini istemişse, onu iyileştirmeye ne gerek vardı?" "Hastalığını iyileştirdiğini sanmıyorum. Hastalığa gülmeyi öğretmiştir ona." "Hastalık kovulmaz. Yok edilir." "Hastanın bedeniyle birlikte mi?" "Gerekirse." "Sen Şeytan'sın," dedi o zaman William. Jorge anlamazlıktan geldi. Görebilseydi, kendisiyle konuşan adama gözlerini dikip şaşkın şaşkın baktığını söylerdim. "Ben mi?" dedi. "Evet; sana yalan söylemişler. Şeytan maddenin prensi değildir; Şeytan ruhun küstahlığıdır; gülümseyişten yoksun inanç, hiçbir zaman kuşkuya kapılmayan gerçektir o. Şeytan karanlıktır, çünkü nereye gittiğini bilir ve gide gide hep geldiği yere döner. Sen Şeytan'sın; tıpkı Şeytan gibi karanlıkta yaşıyorsun. Beni ikna etmek istiyorsan, bunu başaramadın. Senden tiksiniyorum, Jorge; elimden gelseydi seni çırılçıplak, kıçının deliğine kuş tüyleri sokulmuş, yüzün tıpkı bir oyuncunun ve bir soytarının yüzü gibi boyanmış aşağıya, vadiye götürürdüm; tüm manastır bakıp gülsün ve artık korkmasın diye. Seni bala bulayıp tüylerin içinde yuvarlamak, boynuna yular takıp panayıra götürmek isterdim; sonra da herkese derdim ki: Bu adam size gerçeği açıklıyordu ve size gerçeğin ölüm tadında olduğunu söylüyordu; onun sözlerine değil, acımasızlığına inanıyordunuz. Şimdi size diyorum ki, olanakların sonsuz döngüsünde, Tanrı, gerçeğin yorumcusu olduğuna inanılan kişinin, yıllar önce öğrendiği sözcükleri yineleyen sarsak bir karatavuktan başka bir şey olmadığı bir dünya tasarlamanıza da izin verir." "Sen Şeytan'dan da kötüsün, Minorit," dedi o zaman Jorge. "Sen bir soytarısın, tıpkı hepinize can veren aziz gibi. Sen tıpkı Francesco gibisin: o Francesco ki, de toto corpore facerat linguam (tüm bedenini bir dil gibi kullanıyordu) tıpkı hokkabazlar gibi gösteriler yaparak vaazlar veriyor, cimrileri, avuçlarına altın paralar koyarak şaşırtıyor, rahibelerin dine bağlılıklarını, vaaz yerine 'Miserere'yi söyleyerek aşağılıyor, Fransızca dileniyor, açgözlü rahipleri şaşırtmak için serseri kılığına giriyor, kendini çırılçıplak karlara atıyor, hayvanlar konuşuyor, İsa'nın Doğuşu'nun gizemini bir köy gösterisine dönüştürüyor, Beytlehem kuzusunu, koyunların melemesini yansılayarak çağırıyordu... iyi bir okuldu... Şu Floransalı rahip Diotisalvi Minorit değil miydi?" “Evet,” diye gülümsedi William. … Basit insanlar konuşmamalıdırlar. Bu kitap basit insanların dilinin bir bilgelik taşıyıcısı olduğu düşüncesini haklı çıkarabilir. Bu önlenmelidir, bunu ben yaptım. Benim Şeytan olduğumu söylüyorsun; doğru değil. Ben Tanrı'nın eli oldum." "Tanrı'nın eli yaratır, gizlemez." "Ötesine geçilmesine izin verilmeyen sınırlar vardır. Tanrı bazı kâğıtların üstüne ‘hic sunt leones’ diye yazılmasını istemiştir." "Tanrı canavarları da yarattı. Seni de o yarattı. Her şeyden söz edilmesini ister o." Jorge titreyen ellerini uzattı; kitabı kendine çekti. Onu açık, ama baş aşağı tutuyordu; öyle ki William onu hâlâ doğru yönde görüyordu. "Öyleyse Tanrı niçin bu kitabın yüzyıllar boyu yitip gitmesine, yalnızca bir nüshasının kalmasına, Tanrı bilir nerede yitip gitmiş olan o nüshanın o kopyasının yıllarca Yunanca bilmeyen bir imansızın ellerinde gömülü kalmasına, sonra eski bir kitaplığın gizliliği içinde bırakılmasına izin verdi ve onu orada bulmak, alıp götürmek ve daha uzun yıllar saklamak için Yazgı tarafından neden sen değil, ben çağrıldım? Onun elmas gibi pırıl pırıl harflerle yazıldığını, senin görmediklerini gören gözlerimle görmüş gibi biliyorum; bunun Tanrı'nın isteği olduğunu biliyorum; onun isteğini yorumlayarak davrandım ben. Baba, Oğul ve Kutsal Ruh adına."
Sayfa 648 - Can Sanat Yayınları, 36. baskı, Çev. Şadan KaradenizKitabı okudu
·
598 görüntüleme
MehmetÇE okurunun profil resmi
Önce beğendim sonra vazgeçtim hemen!
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.