Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

Sado-mazoșizm denilen oyunda, kararsız ya da bir sonraki hamlesini bilmeyen bir sahibeye yer yoktu. Ve bütün köleler, her şeyden önce, titanyumdan inşa edilmiş gibi kırılmaz ve bükülmez bir iradeyle karşılaştıkları için tahrik olurlardı. Aslında oyundaki roller, sokaktaki insanların gündelik yaşantısının bir parodisiydi. Bu parodide sahibe hayatı, köle de insanı simgeliyordu. Ve bütün insanlar hayat tarafından dövülür, nadiren de ödüllendirilirdi. Bu kadar basit. Kullanılan deri ve metal aksesuarlar ise sadece bir ayrıntıydı. Havaya girmek için. Gerçek hayatta onların yerini kartvizitler, evrak çantaları, kravatlar, içinde eşantiyon parfüm şişeleri olan kadın çantaları, numarasız da olsa yakıştığı için takılan șeffaf camlı gözlükler, renkli lensler, saç boyaları, indirimli epilasyon broşürleri, zayıflamak için satın alınıp yatak odasına konan spor aletleri, otuz yıl vadeyle alınan iki odalı bodrum katları, bütün taksitli alışverişler, kanunlar, polis copları, yedikçe kanser yapan gıdalar, içilmese de kanser yapan sigaralar ve siyasi ya da dini liderlerin nurlu yüzlerindeki porselen dişler alıyordu. Bir de gerçek hayattaki şiddetin önünde ya da arkasında lütfen, rica, özür gibi kelimeler oluyordu. Sado-mazo çocukken yaşanan taciz ya da tecavüzün travmatik sonuçlarından ibaret değildi. Travmatik olan hayattı. Hepsi. Bütün hayat. Her şey. Doğmak gibi. Dolayısıyla doğum sonrası depresyon yeni annelerin yakalandığı bir psikolojik hastalığın değil hayatın tanımıydı. Hayatta kalma isteğinin. Hayata rağmen.
·
31 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.