Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

519 syf.
·
Puan vermedi
Fı Zilalî'l- Kur'an 13.cilt notlarım
Bismillâhirrahmânirrahîm Bu cilt Fussilet suresinin tefsiri ile başlıyor ve sırasıyla Şura, Zuhruf, Duhan, Casiye, Ahkaf, Muhammed, Fetih ve Hucurat sureleri tefsir ediliyor. Seyyid Kutub’un bu eserinin tefsir kitabı olup olmadığı tartışıla gelen bir şey; burada ben bunun tefsir kitabı olup olmadığına karar verecek haddi kendimde bulmuyorum; ama şunu söyleyebilirim klasik bir tefsir kitabı olmadığı kesinlikle benim tarafımdan söylenebilir. Bu ciltte bundan öncekilere uygun şekilde çok az bir şekilde rivayet ya da dil bilgisi bölümleri içeriyor, klasik tefsirlerin aksine. Notlarım: -Fussilet Suresi, 33. ayet “Muhakkak ki ben Müslümanlardanım” diyerek salih amel işleyen ve Allah’a çağıran kimseden daha güzel sözlü kim vardır? Bu ayetin tefsir kısmında Seyyid Kutub çok güzel anlatıyor. Dünya üzerinde en güzel sözler insanları Allah’a çağıran sözlerdir. Ama sonra ifadeye bir not düşüyor. Söylenen söz’ün en güzel söz olması için peşine iki şart düşüyor (ya da iki şartı tefsir ediyor sanırım daha doğru) müfessirimiz. Salih amel'in ile bu sözün doğrulayıcısının olmasıdır ve ruhların Allah’a teslim olmuş olması gerekir ki bu söz dünyanın en güzel sözlerinden olsun. -Şura Suresi, 13. Ayet Nuh’a buyurduğu şeyleri size de din olarak buyurmuştur. Sana vahyettiğimiz şeyi ve İbrahim’e, Musa’ya, İsa’ya buyurduğumuz :”Dine bağlı kalın. Ve onda tefrikaya düşmeyin.” Hükmünü. Putperestleri çağırdığın şey onların gözünde büyümektedir. Allah dilediğini kendine seçer. Kendisine yöneleni de doğru yola iletir. İrade konularını tartışmaktan bağımsız olarak, işte öyle bir kâinat ki Allah dilemeden hiçbir şey olmuyor. Lütfu olmadan iman dahi insana kapalı işte. -Zahiri sebepler dairesinde İslam neden Mekke’de yayıldı, sorusuna Şura suresinin içinde yapılan bir açıklamanın alıntılanması Elbette gelişmesine, yeryüzüne hâkim olan o günkü imparatorluklardan hiç birisinin sözünün geçmeyeceği bağımsız bir ülkede başlaması gerekirdi. Her şeyden önce kendisine dışardan tesir etmek isteyen güçlerin bulunması icap ederdi. Çünkü o hem kendi yapısına, hem de çevresinin gelişmesine bizatihi hâkim olmalıydı. Bu yüzden Arap yarımadası ve şehirlerin anası olan Mekke, onun çevresinde yer alan bölgeler o günkü şartlar içerisinde yeryüzünde İslam’ın doğuşu için en uygun vasatı teşkil ediyordu. Başından beri âlemşümul bir sistem olarak geldiği nokta için elverişli bir arazi idi. Zira buralarda muntazam hükümetler yoktu. Yarımadayı bütünüyle hâkimiyeti altına alacak güçlü birlikleri, polisi, jandarması, askeri ve kanunlarıyla kitleleri hâkimiyeti altında boyun eğdirecek bir devlet mekanizması mevcut değildi. Hâlbuki yukarıda adını zikrettiğimiz dört imparatorlukta (Filistin, Suriye, Mısır ve Roma) da durum böyleydi. Öte yandan yarımadayı bütünüyle hâkimiyeti altına almış bulunan belli bir din de yoktu. Cahiliyet devrinin yozlaşmış inançları ve ibadetleriyle, putperestliğin hâkim olduğu Arapların meleklerden, cinlerden, yıldızlardan ve yontma taşlardan müteşekkil muhtelif tanrıları vardı. Her ne kadar Kâbe’nin çevresinde yer eden Kureyş kabilesinin inançları, yarımadanın her yanına yayılmış idiyse de yeni gelen dinin karşısına dikilecek organize bir güce sahip değildi. Şayet Kureyş ulularının şahsi menfaatleri ve özel durumları böyle icap ettirmeseydi, onlar da İslam’ın karşısına dikilmezlerdi. Çünkü kendi inançlarının ne kadar sakat ve derme çatma olduğunu biliyorlardı. -Şura Suresi, 27. Ayet Rızkın taksimine dair “Şayet Allah kullarına rızkı bol bol verseydi yeryüzünde azgınlık ederlerdi. Ama o dilediğine bir ölçüye göre indirir. Muhakkak ki O, kullarından haberdardır, onları görendir.” Ya ey nefsim ne telaş edip didinip durursun he. Nasibin için gayret et, tamamdır inşallah. -Şura Suresi, 33.ayet Dilerse O, rüzgârı durdurur da denizin yüzünde durakalırlar. Muhakkak ki bunlarda sabırlı olan ve çok şükreden kimseler için ayetler vardır. Demek ki, bazı Allah’ın ayetlerini anlamak için bazı vasıflara sahip olmak gerekiyor. Mesela rüzgâr vasıtasıyla gemilerin gitmesini sabırlı ve şükreden Müslümanlar daha iyi anlıyorlar (diğerleri direkt anlamaz demek istemedim). Tabi ki sözüm burada işin tekniği değil de, Allah’ın ayeti olmasını anlamalarından kasıttır. Bir diğer yandan da bu vasıflar övülen vasıflar oluyor ve kimliklerimize dâhil etmemiz gerekiyor. Bunlarla vasıflanmayı dilerim bu Ramazan- ı şerifte. -Şura Suresinin, 51. Ayetinin tefsirinden bir kısım alıntılar Bu alıntılamanın nedeni bazı olası istikamet sorunlarına şerri sınırlardan birini çekmek. Bu ayet-i kerime kesin olarak Allah’la konuşmanın hiçbir insanın şanından olmadığını belirtiyor. Nitekim Hz. Ayşe (ra) den rivayet edildiğine göre:” Kim Hz. Muhammed’in Rabbini gördüğünü zannederse, Allah’a büyük bir iftira etmiş olur” demiştir Şu halde Allah’ın insanlarla konuşması üç yoldan olmaktadır: I- Doğrudan doğruya insanın ruhuna iletilen vahiy yoluyla olur ki onu alan zat bunun Allah’tan olduğunu bilir. II- Bir perdenin arkasından konuşur ki Hz. Musa ile konuşması böyle vuku bulmuştur. Hz. Musa O’nu görmek isteyince, dağa tecelli eder etmez dağ yerinden oynamış ve tahammül edememiştir.: “ Ve Musa baygın düşmüş, ayılınca da demişti ki:” Tenzih ederim seni. Sana tevbe ettim ve ben iman edenlerin ilkiyim”. III-Ve ya bir elçi göndererek konuşur ki, melek olan bu elçi vasıtasıyla dilediği peygamberine vahyeder. Hz. Peygamber’den varit olan vahiy şekilleri şunlardır: a- O meleği görmeden melek onun kalbine vahyi getirirdi. Nitekim Hz. Peygamber buyurur ki: “Ruh-ül Kudüs benim içime üfledi ki hiçbir nefs rızkını tamamlamadan ölmeyecektir. Öyleyse Allah’tan korkun da rızkınızı aramakta güzel yolu seçin”. b- Hz. Peygamber’e melek, bir insan şeklinde görünürdü. Ve ona hitap ederdi. Hz. Peygamber de onun söylediğini anlar ve ezberlerdi. c-Bazen de vahiy bir çan sesi gibi gelirdi. En çok da bu yorardı. Çok soğuk günlerde bile alnından sıklet terleri dökülürdü. Şayet bineğinin üzerinde ise hayvan dayanamaz, yürürken çöküverirdi. Bir keresinde böyle bir vahiy gelmiş ve dizi Sabit oğlu Zeyd’in dizinin üzerinde imiş. Zeyd’in dizinin üzerine o kadar ağırlık çökmüş ki az kalsın eziliyordu. d-Bir diğer vahiy şekli de meleği yaratıldığı tarzıyla görmesidir. Bu şekilde görünen melek, Allah’ın dilediği şeyleri ona vahyeder- ki necim suresinde anlatıldığına göre- iki kere böyle vahy gelmişti. -Zuhruf Suresi, 36. Ve 37. Ayetler “Rahmanı anmaya göz yumana, yanından ayrılmayacağı bir şeytanı arkadaş veririz.” “Şüphesiz ki onlar bunları yoldan alıkoyarlar. Bunlar da doğru yolda olduklarını sanırlar” Ne korkunç bir vaziyet. Bol bol zikir ve Allah ile olan iletişim güçlenmesi gerekiyor -Ahkaf suresi, 14. Ayetin tefsirinde Dillerde olan “La ilahe illallah” ifadesinin kalplere ve gönüllere inmediği için yaşadığımız sıkıntılardan ve hüviyetsizliklerin açıklanması. -Hubeydiye antlaşmasının faydaları Hz. Peygamber ve İslam’ın varlığı tanındı. Siyasi açıdan bir denklik ortaya konulmuştur. Böylece Müslümanlarda içsel ve civar toplumlarda ise Müslümanlara karşı bir saygı ortaya çıkmıştır. Münafıklar belli oranda gün yüzüne çıkmışlardır. Sonrasında Hayber fethi sonrası ile Yahudilerin devre dışı kalması sayesinde Necid, Yemen ve Belka gibi bölgelere ulaşım ve iletişim olanağı ortaya çıkmıştır. -Fetih suresi, 10. Ayet “Muhakkak ki sana biat edenler ancak Allah’a biat etmektedirler. Allah’ın eli onların ellerinin üstündedir. Onun için kim bu ahdi bozarsa ancak kendi aleyhine bozmuş olur. Kim de Allah’a verdiği ahde vefa gösterirse ona Allah büyük bir ecir verecektir” Allah bu ayet-i kerimeyi Seyyid Kutub gibi okumaya nasip etsin. Kendi ifadesi mana olarak şu yönde, ashaptan biri olmayın hayal edin ve Allah Rasülü ile biat ediyorsunuz ve elinizin üzerinde Allah’ ın eli var. Bu ne mükemmel bir durum nasıl karşı çıkılamaz bir duygu hali. Ayetleri o biatte manen olan kalp frekansını o vaziyete uydurmaya çalışan biri olarak okusam, sanırım daha edepli bir hayat sahibi olabilirim. -Fetih Suresi, 29. Ayet Müslümanlar kâfirlere karşı çetin kendi aralarında da merhametlidirler. İşte bu ayet o kadar güzel anlatıyor ki, kişinin akidesi Allah’a bağlıdır ve ona uygun olarak yaşar. Kişi Müslüman’ım dedikten sonra Allah diyor ki, siz Müslümanlar kardeşsiniz. Ki bu çok yüksek bir seviye. Miras hukukunu ve arada birkaç özel durumu çıkarınca biyolojik kardeşle tamamen aynı bir kardeşlik mevcut. Bunun manasını anlayarak yaşamayı Allah bize nasip etsin. -Hucurat Suresi, 10. Ayet tefsirinden alıntı İslam ümmetinin nizamında esas olan bütün dünyadaki Müslümanların bir tek imamı olmasıdır. Bir imama biat edildiği zaman da ikincinin katlinin vacip olmasıdır. Onun ve beraberindekilerin saldırgan olarak kabul edilmesi ve müminlerin imamla birlikte onlara savaş açması gerekmektedir. Nitekim bu esasa dayanarak İmamı Ali Cemel ve Sıffin vakalarında asilerle savaşmış ve onunla birlikte sahabe-i kiramın ileri gelenleri savaşa katılmışlardı. Aralarında Sa’d, Muhammed ibn Meslem, Usame bin Zeyd ve İbn Ömer gibi bazı zevat savaş konusunda farklı görüşe sahip olmuşlar ve savaşa katılmamışlardır. Bunun sebebi ya zamanında hakikatı görüp değerlendirememişler ve ya savaşa katılmayı fitne olarak telakki etmişlerdir. *** Peşine gelen bir hadis-i şerif Ebu Davud, Enes İbn Malik’den nakleder ve der ki Resullah (sav) buyurmuş ki: “ Miraca çıktığım gece bakırdan tırnakları olan yüzlerini ve göğüslerini tırmalayan bir topluluk gördüm. Bunlar da kim ya Cebrail dediğimde bunlar insanların etini yiyen ve onların haysiyetine tecavüz edenlerdir karşılığını verdi.” Başka bir hadis-i şerif Allah resulü şöyle buyuruyor: “ Hepiniz Hz. Adem’in çocuklarısınız. Hz. Adem ise topraktan yaratılmıştır. İlerde bir topluluk atalarıyla iftihar edecektir. O zaman Allah katında çok basit bir varlık durumuna düşeceklerdir.”
Fi Zılali'l- Kur'an 13.Cilt
Fi Zılali'l- Kur'an 13.CiltSeyyid Kutub · Araştırma Yayınları · 19932 okunma
·
163 görüntüleme
HaticetülKübra okurunun profil resmi
Size nasıl rastlamadım ben , incelemeleriniz çok dikkatli ve anlamlı, çok beğendim 👏
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.