Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

112 syf.
·
Puan vermedi
·
2 saatte okudu
Dokuzuncu Hariciye Koğuşu
Bu inceleme öncelikle şahsımın roman hakkındaki çıkarımları daha sonra önemli yazarların roman hakkındaki eleştirleri şeklinde olacaktır. Peyami Safa'nın Nazım Hikmet'in "Bırak bu Cingöz Recai'leri falan bu hastalığını yazsana asıl" önerisiyle küçükken geçirdiği ve kendisinde kalıcı izler bırakan bir kemik hastalığını anlattığı kısa romanıdır. Peyami Safa sonradan aralarının bozulmasına rağmen söz verdiği gibi kitabı Nazım Hikmet'e "Canım Nazım'a, kara sevda ile" diye ithaf eder. Kitap hakkında konuşacak olursak; Ruh hali tasvirleri çok etkileyici ve çok canlı... "Ben de yerinde olsam böyle düşünür, böyle hissederdim" dedirtecek kadar canlı. Böyle kritik durumda olan bir hastanın içine girebileceği psikolojik durumu müthiş bir şekilde tasvir ediyor. Doktorların ve hasta bakıcıların şefkatli ve anlayışlı ilgisinin hasta psikolojisinde ve direncinde ne kadar önemli olduğunu baş hekimin kötü tavrıyla karşılaştırarak çok güzel vurguluyor. Hastalığın kişide yarattığı bitkinlik ve yorgunluğun, içinde kıvrandığı psikolojik savaşla birleşince kişinin nasıl kendine yabancılaşarak bağrışlarını, inlemelerini, ağlama ve hıçkırıklarını, düşüşünü kendinin yaptığının farkında olmadığının, sanki dışardan, başka koğuşlardan gelen seslermiş gibi algıladığının ve bunların kesinlikle kendi elinde olmadığını tam olarak okuyucuya nüfuz ettirebiliyor. Nüzhet ismi "neşe" anlamına geliyor. Hasta bir çocuğun aşkı olarak karşısına Nüzhet'i koymuş Peyami Safa. Hastalığa en zıt, hastalık içinde hissedilmesi en uzak duygu: Neşe! Başından beri imkânsız olduğu bilinen fakat vazgeçilemeyen bir aşk, baştan sona bir seziş... Belki de çocuğun eksik yönlerini tamamlıyor, ona unuttuğu, hiç yaşayamayacağı bir dünyayı hatırlatıyor Nüzhet. Bu yüzden hem ıstırap verici hem güzel... Dünyanın en büyük hayal kırıklığı yatıyor belki şu cümlelerle: "Nüzhet bana yalan söyledi. Bunu onun yüzüne vurmak istiyorum. Hakikat yalana karşı mücadeleye beni memur ediyor. Mukaddes iş. bunu yapacağım. Bütün hayatımı buna hasredebilirim. Dünyanın hiçbir Nüzhet'i yalan söylememelidir." Dünyanın hiçbir Nüzhet'i... Sevdiği biri tarafından söylenilen yalanın, uğranılan ihanetin bir çocuğun hasta bedeni üzerindeki tahribatı, ruhunda açtığı derin yara nasıl kapanır? cevabını kendi veriyor: "İnanmak şehvetiyle." "Ah, ben ruhumun içindeki o ikinci ruhu bilirim; esrarı gören gözleriyle ve esrarı duyan kulaklarıyla her şeyi sezer ve bana sezdirir ve beni aldatamaz; ah, içim beni aldatmaz." "Nüzhet hiçbir şey söylemiyor ve bu sükutuyla, beni anlayan tehlikeli bir mahluk gibi görünüyordu." Oysa sen kendini aldatıyorsun çocuk, inanmak şehvetiyle. Romanda çocuğun ismi neden yok? Peyami Safa'nın kendisini anlattığı söylenir bu romanda.(Nitekim Nazım'ın tavsiyesi üzerine de yazıyor ) Belki bu yüzden belki de üzerine kurulu bir hayal, bir gelecek planı olmadığı, ona hasta çocuktan başka bir gözle bakılmadığı için isimsizdir; adından önce hastalığı geldiği için ama bu çocuk asla zavallı değildir, aksine gururludur da. Paşa'nın, Nüzhet'in, doktor Ragıp'ın, yengesi ve annesinin bulunduğu bir sofrada açılan muhabbette, fransızları öven ve kendi milletinin dilinin yetersizliğinden bahseden fransız hayranı paşa'ya ve doktor Ragıp'a kafa tutar. Romanın belkemiği denilebilecek bir sahnedir ki bu sahneden sonra çocuğun paşa ve nüzhet ile olan ilişkisi değişir, acılaşır: "Sofradaki münakaşanın çirkin bir çocuğu doğdu: Sükut. Ruhlar acılaşmıştı ve güzel bir mevzuya girilemiyordu." "Onunla aramızda her şey o kadar bitmiş ki bir kelime bile konuşamıyoruz." "Hayatımda büyük bir devrin kapandığı, korkunç yarına ilk adımı attığım an. felaketlerimin başladığı saniyeyi tanıyorum. hiç aldanmam." Doğru hissetmiştir hasta çocuk. İnsan ruhunu en fazla hırpalayacak, harap edecek bir işkenceye; hastaneye, hastane yatağı evresine geçişi uzun sürmez bu düşüncelerinden sonra. Hislerinde yanılmamıştır. Buradan sonra okuyucu olarak biz de bir umut ışığı ararız kitabın gelecek sayfalarında. Bir sayfa sonra parıldayan umutlarımız, bir cümle sonra sönüverir. Neticede hasta çocuk çıkar o koğuştan ama ruhunun da bir parçasını içinde bırakır ve şöyle söyler: "Üstümden çıkarıp yatağa attığım robdöşambr içinde, ebediyen aynı insan bulunacak; hasta." Hasta bir insanın ruh halinin bu kadar güzel, abartısız betimlenmesi karşısında ben dehşete düştüm. Dokuzuncu hariciye koğuşunda kaldığı esnada hastane duvarlarının kendisine hissettirdiklerini anlattığı kısımlardan birinde kurduğu şu cümleye bakın: "Şuurları varmış gibi duruyorlar ve her an büyük bir felaket yapmaya hazırlandıkları halde, avlarının korkusuyla eğlenmek için maksatlarına ulaşmayı tehir ediyormuş gibi duruyorlar. Allah gibi, kuvvetini göstermeden kuvvetli duruyorlar." Bu saatten sonra Nüzhet bir sayıklama halini alıyor. Bir hastalık, başka bir hastalık olan aşkla karışıyor. Dışarıda yaşamaktan korkarak hastaneden çıkıyor hasta çocuk, yine de ben bir umut seziyorum. Hastane günlerinin tüm durağanlığına karşılık, hareket doğuran bir kelime ile bitiyor kitap: "-Haydi..." Roman hakkında Nazım Hikmet şunları demiş: "Ben Peyami'nin bu son romanını üç defa okudum, otuz defa daha okuyabilirim ve okuyacağım. Bu kitabın karşısında ben, yıldızlı göklerin sonsuzluğuna bakan ve o layetehani(sonsuz) âlemde yeni pırıltılar, o zamana kadar hiçbir gözün görmediği acayip, fakat hakiki alemler keşfeden müneccimin hayranlığını duymaktayım. Eğer ıstırabı, azabı ve neşeyi coşkun bir ciddiyetle duyan öz ve halis halk kitleleri okuma yazma bilselerdi, bu romanın, on bin, yüz bin, hatta bir milyon satması işten bile değildir." Cahit Sıtkı Tarancı ise şöyle söylemiş: Dokuzuncu Hariciye Koğuşu ile Peyami Safa, sanatın olgunluk dönemine giriyor. Bugünkü Peyami Safa'yı bize işaret eden ilk kusursuz, yetkin, bütünüyle insancıl ve her satırı göğüsten kopmuş bir damar gibi taze ve hayat fışkıran bir kitap." Romanda çocuğun içinde bulunduğu ana uygun düştüğü için ara ara aklına geldiğini belirttiği Tevfik Fikret'in mısraları : "Hep samt ü raşe saklı bu vadi-i muzlimin Her hatvesinde şüpheli bir hufre, bir kemin Hep samt ü raşe… Kaynaşıyor canlı gölgeler Bir mahşer-i cünun gibi pürcuş u bihaber." samt: sessiz raşe: titreyiş muzlim: karanlık hatve: adım, hufre: oyuk, çukur kemin: tuzak cünun: delilik pürcuş: çoşkunlukla Kitap için Ahmet Hamdi Tanpınar şunu der:Bu sayfalarda; insan, hakiki acıyı,ıstırabı, bir gölge halinde bile olsa, seferberliği aç İstanbul'unu buluyor. Sabahattin Ali "İçimizdeki Şeytan" romanında bu romandan üstü kapalı şöyle bahseder: "Yara* romanı hakikaten fena değildi.. Bak, şimdi aklıma geliyor.. Bir zamanlar ben de okumuştum.. Lakin hep beraber düşünelim: Bu roman bir adamı edip ve romancı yapmaya kafi midir? Bir insan ki, ömrünün sekiz, on senesini feci bir derdin pençesinde, bütün hisleri ve düşünceleri bu derde bağlı olarak geçirmiştir eli de, ekmek parası için sürü sürü yazı yazmak sayesinde, iki lafı yan yana getirmeye müsaittir; artık ömrünün bu en büyük ve belki yegane hadisesini biraz alaka ve birçok merhamet çekecek kadar kaleme alamaz mı? Yara romanı doğru dürüst hurufatla basılsa altmış yetmiş sayfa ancak tutar.. Herkesin itiraf edeceği şekilde, tekniği de oldukça bozuktur. Büyük eser, sanat muvaffakiyeti dediğiniz bu mu? Şu halimle ben İsmet Şerif'in çektiğini çeksem, böyle bir fasıllık bir roman kıvırırım.. Bence sanatkar, kendinden başkalarına vermeye başladığı zaman sanatkar olur!.." *yara: Dokuzuncu Hariciye Koğuşu **İsmet Şerif: Peyami Safa İçimizdeki Şeytan'ı okuduktan hemen sonra okudum Dokuzuncu Hariciye Koğuşunu. Sabahattin Ali ' ye büyük hayranlık duyuyor olsamda İsmet Şerif ve Yara yani Peyami Safa ve Dokuzuncu Hariciye Koğuşu konusunda zıt bir durumda olduğumu belirtmem gerekiyor.
Peyami Safa
Peyami Safa
Dokuzuncu Hariciye Koğuşu
Dokuzuncu Hariciye KoğuşuPeyami Safa · Ötüken Neşriyat · 2022101,7bin okunma
·
167 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.