Yaşarken insanın öldüğünü ve ölünce başına gelebilecekleri kestirmesi çok tuhaf. Hani bazen bir işi yarım yamalak yapar ve iyi sonuç alırsınız da bu hali hiç düşünmeden kolayca kabullenirsiniz ya da bir yanlışlık olur sizin yerinize bir başkası suçlanır da rahat bir nefes alır, suçlanana önce şöyle diğerlerinin sertliğine karşı hoşgörülü bir tavır alırsınız, sonra bu kadarı yeter deyip suçun sahibi ve bileni olarak en can alıcı ve ağır sözü, öbürlerinin akıl edemediği yerden yakalayıp söyler, rahat bir tavırla yerinize geçersiniz, daha sonra suçluyla baş başa kaldığınızda ona karşı babacan ve kucaklayıcı bir tavır takınır, onun gözlerini buğulandırır, minnettar bakışını içinize çeker, minnetin fazlasını da soyluca iade edersiniz ya, nasıl olduğunu hiç anlamadan bir yere kabul edilir, kaybolacağınız bir yolda yolu bulur ve bunun nasıl olduğunu pek düşünmezsiniz ya, hani içiniz dışınız sevilir olmaktan uzaktır, siz olsanız sizden iğrenir, hemen gördüğünüzden kaçarsınız da sizi içtenlikle seven yine de bulunur ve bunu hayretle karşılamaz, hep böylelerini arar ve onlara türlü karmaşık rezillikle acı çektirir, alan hep siz olur, bunu nihayetsizce kullanırsınız ya ... bu ve benzeri şeylerle zaman zaman yakalanarak, zaman zaman durumu kurtararak bir ömür sürülür. Üstelik yakalandığınız zaman yakalanışınız, yaptığınız ve olduğunuzun yüzde yirmisi, en fazla otuzudur. Daha fazlası, hele zihnen olanlar bir başkası tarafından hayal bile edilemez. Eın kötü söz bile hak edenin hakkının yüzde otuzunu geçmez; kalan yetmiş gene gizlidir. Hem de bu otuzu yirmiye, ona düşürmek ehline hiç zor gelmez, iyice yekinse hesabı nerdeyse düze getirir. Ve işitilen en iyi şeyin bile ya tamamı yalan, ya halüsinasyon, ya varsayımdan ibarettir. Gerçek iyiyi kimse kolay kolay görüp, tanıyıp sezemez. lşte insan ölünce de sempatik davranarak, safların aklını karıştırıp üste çıkarak, bir yolunu bulup soylu ve yüksek tavırları, sözleri taklit ederek, hatta daha da zariflerini becererek, vücudunu, ses tonunu, bakışlarını ayarlayarak hoşa gitmeyi ve neredeyse safça bir meleğe rastlayıp gülümseyerek, onun da "Seni hınzır, geç, geç," demesini, bunu da hemen kabullenip arkada titreyen kalabalığa "eh ne yapalım" dercesine buradaki maceralarda pek hoşa gidip cerbezeli bulunan halleriyle bir göz kırpıp, bahçelere doğru ava çıkabileceğini düşünür. Düşünür herhalde ki, melekler hani kinden, kıskançlık vs. den azade ya, onların bir ikisini karşısına alıp önce bir ney, tambur taksimi, arkasından "insan, ama insan-ı kamil, melekten üstündür, sen melek oldun amma akılsız fikirsiz geziyorsun, bağlı değil yüzüyorsun, ben bir ayağım iman-ı sabitede dünyayı pergelde gezdim. Elbet günahım olacak, onlar hakikat peşinde oldu. Hakikat tuzak doludur. Melek tuzak bilmez, biz nelerden geçtik. Yüzlerce mesnevi şerhi geçtik, büyük yükleniciden Füsus ilmettik, posta boşa oturmadık, ferahladık, ferahlattık da peki şimdi bu hararet nerden geliyor?"