Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

544 syf.
7/10 puan verdi
·
Beğendi
·
13 günde okudu
Kitap Big Bang ile başlıyor, son zamanlarda sık sık bununla ilgili kitaplar okuduğum ve fiziği sevemediğim için sıkılıp bırakmak istedim ama yarım bırakmayı da sevmediğimden devam etmeye karar verdim, iyi ki de etmişim. Sonrasında Dünya'da yaşamın ilk ortaya çıkışından başlayıp canlılardaki evrim süreçlerine giriş yapılıyor. Yaşamın kaynağı olan ilk tek hücreli canlılardan bize doğru bir benzerlik çizgisi oluşturuluyor. Seksin biyolojik olarak tam anlamıyla ne işe yaradığı bilinmese de kitapta bazı fikirler irdeleniyor. "Zaman zaman da ölüler seks yapar ve yavrular. Bir bakteri öldüğünde içeriği çevreye saçılır. Nükleik asitleri bakterinin, ölümünden haberdar değildir ve yavaşça parçalara bölünürken bile, bir sineğin kopan bacağı gibi, parçalar bir süre daha fonksiyonlarını yerine getirmeye devam eder. Eğer böyle bir parça oradan geçmekte bulunan el sürülmemiş bir bakteri tarafından içeri alınırsa, yerleşik nükleik asitlerle işbirliği yapmaya davet edilebilir. Belki de oksijenin bozduğu DNA'nın tamiri hasar görmemiş talimatları içeren bağımsız bir kayıt olarak kullanılır. Belki bu, Dünya'nın oksijen atmosferinin oluşmasıyla birlikte başlayan seksin aşın ilkel bir formudur." (Sayfa 187) "Kediler Akdeniz'in sahillerinde 5 ila 10 milyon yıl öncesinde babun virojeni edinmiş olduğu bilinir. Virüsler gitgide kaza eseri hastalığa neden olan gezgin genlere benzemektedir. Eğer bugün genetik değiş tokuşlar bu kadar farklı organizmalar arasında meydana gelebiliyorsa, birbirine çok yakın olan türler arasında kaza eseri bulunmaları daha da kolay olmalıdır. Belki de seks bir enfeksiyon olarak başlamıştır, sonradan da enfekte eden ve enfekte olan hücreler arasında kurumsallaşmıştır." (Sayfa 190) "Seks bir organizmanın ölümünü şart koşsa da soy çizgisini ve türü yaşatır. Eşeysiz varlıklarda kaç ardışık kuşak birbiriyle özdeş olursa olsun, eninde sonunda zararlı mutasyonların birikmesi klonu yok eder. Sonuç olarak tüm bireylerin daha küçük ve çelimsiz olduğu bir kuşak ortaya çıkar ve yok oluş gelip kapıya dayanır. Buradan çıkış yolu sekstir. Seks DNA'yı gençleştirir ve gelecek kuşağa hayat verir. Seksten o kadar keyif almamızın nedenleri vardır. Bir milyar yıl önce bir pazarlık yapıldı; ölümsüzlükten vazgeçildi ve karşılığında seksin sunduğu hazzı tatma yeteneği kazanıldı. Ölüm ve seks: Doğanın sıkı pazarlığı sonucu biri diğeri olmadan yapamıyor." (Sayfa 197 Dişi ve erkek cinsiyet hormonları olan östrojen, progesteron ve testesteron üzerinde duruluyor. Bunların hayvanlarda ne gibi durumlarda nasıl bir davranışa yol açtıklarını inceliyor. "Farklı hayvan türleri arasında, diğer bir seks hormonu olan östrojen dişilerde saldırganlığı engeller ve progesteron da dişilerin çocuklara bakma ve koruma eğilimini artırır." (Sayfa 281) "Peter Marler ve ekibi tarafından yapılan başka bir araştırmada yavru horozlar her şahin silueti gördüklerinde bağırıyordu ama yetişkinler kendilerine gösterilen 100 siluetten yalnızca 13'ü karşısında alarm veriyordu. İğdiş edilmiş yavru horozlar ise uyarı çağrısı yapmaya hiç meyilli değildi ama testosteron seviyeleri yükseldiğinde çağrı yapma oranları da yükseliyor. du. Bu durumda testosteron yalnızca egemenlik hiyerarşileri, seks, sahiplenme ve saldırganlığı değil aynı zamanda yırtıcı var uyarısı yapma tutumunu da etkiliyor diyebiliriz. Uyarıyı yapanın kahraman mı yoksa bir otomat mı olduğu ise ayrı bir meseledir." (Sayfa 291) "Eğer yalnız bi erkekseniz ve başka biriyle karmaşık bir görev üzerinde beraber çalışmanız gerekiyorsa, testosteron sizi aptallaştır. Yalnız yaşamış olan her erkek çift testi geçememekle kalmayıp, bir de şiddetli bir kavgaya tutuşmuştur. Buna karşın topluluk hayatı erkek sıçanları daha uyumlu yapmaktadır." (Sayfa 295) Bazı davranışların genlerimizle mi yoksa çevreyle mi alakalı olduğunu inceliyor. Bazen doğuştan genlerle aktarılan bir özellik daha sonra geliştirilebiliyor. "Yılan fobisiyle ilgili başka bir deneyde her yılan gördüğünde muz verilen şempanze korkusuna hakim olmaya başlamıştı. Yılan korkusu kalıtımsal olmayıp, anneler tarafından bebeklerine öğretiliyor olabilir mi? Ya da içerdeki korku laboratuvar ortamında büyüyen ve yılan benzeri zararsız objeler dışında hiç yılana maruz kalmayan maymunlarda bastırılıyor ya da azalıyor mudur? Durum kalıtımsal mıdır çevresel midir? Bir yılanın neye benzediğine dair bilgi ve yılanların primatlar için kötü olduğu bilgisi DNA'ya mi kodlanmıştır? Yoksa bebek primatlar yetişkinleri yakından izleyip, hareketlerini mi kopyalamaktadır?" (Sayfa 417) Son olarak da evrimi kanıtlamak için insan ve bazı maymun türlerini uzun uzun karşılaştırıyor. Hayvanlarla ortak veya bizim onlardan üstün olduğumuzu sandığımız ama onların da sahip olduğu pek çok özelliğe değiniliyor. "İnsanlar arasında yetiştiklerinde çıplak insanların resimlerine bakıp mastürbasyon yaptıkları bilinir. (Bu durum muhtemelen uzun bir süre boyunca insanlarla yaşadığından, insan olduğunu düşünmeye başlayan şempanzeler arasında görülür. Doğal yaşamdaki şempanzeler erotik insan imgelerine karşı, insanların erotik şempanze imgelerine olduğu kadar ilgisizdir." (Sayfa 345) "Örneğin Habeş babunlarında, başka hiçbir şeye sahip olmasalar da dişilere özel mülkiyet gözüyle bakılmaktadır. Ama bu kesinlikle tüm primatlar için geçerli değildir. Habeş babunları belki de tüm primatlar arasında hiyerarşinin ve acımasızlığın en uç örneğini oluşturur." (Sayfa 395) "İnsanlarla hayvanların arasını açan başka bir fark da dindir. Yalnızca insanların dine sahip olduğu söylenir ve mesele kapanır. Peki, ama din nedir? Hayvanların dini varsa bunu nasıl anlayabiliriz? İnsanın Türeyişi'nde Darwin, saygıyı "insanın bir tanrıya karşı ruhsal yaklaşımı ve bir köpeğin insana yaklaşımı" şeklinde tanımlayan Ambrose Bierce'in sözlerine istinaden "köpek sahibine tanrıymış gibi yaklaşır" der. Omega Alfa'ya tanrıya benzer bir şey olarak yaklaşmaktadır ve alfaya olan bağlılığı ve teslimiyeti günümüze kadar gelen dinlerde mevcuttur. Maymunların ve köpeklerin saygısının ne kadar derin olduğunu, sert sahiplerine ya da bir alfaya karşı hareketlerinin ne kadar içten olduğunu ve kutsal olana dair bir algıları olup olmadığını, af dileyip dilemediklerini ya da kendilerinden daha güçlü bir şeye sığınmak isteyip istemediklerini bilemeyiz." (Sayfa 460) "Darwin İnsanın Türeyişi'nde, hiçbir hayvanın alet kullanmadığı söylenmesine rağmen şempanzelerin sert kabuklu meyveleri taşla kırdıklarından bahseder." "Babunlar alet kullanmaktan pek anlamaz. Şempanzeler taş atarak düşmanları sersemletir ya da öldürebilir. Atış yönünü iyi ayarlarlar ama atış mesafesi tespitinde iyi değillerdir." (Sayfa 470) "Şempanzeler akıllıdır. Alanlarının mükemmel zihinsel haritasını kafalarının içinde her yere taşırlar. Bitkilerin mevsimsel döngüsünü bilirler ve yaşadıkları bölgede olgunlaşan sebze ve meyveleri toplamak için biraraya gelirler. İlkel kültürleri, ilaçları ve teknolojileri vardır. Dile karşı şaşırtıcı bir kapasiteye sahiptirler. Gelecek için plan yapabilirler." (Sayfa 47 Son olarak da bütün alıntıları ayrı ayrı paylaşmak istemediğimden burada bir arada paylaşmak istedim: "Gün yalnızca birkaç saat sürer. Dünya'nın içi ve okyanus dalgaları Ay'ın kütleçekiminden etkilenir ve Ay'ın Dünya'nın yanı başındaki yoğun varlığı Dünya'nın dönüşünü yavaşlatarak, günün süresini uzatır." (Sayfa 40) "Dünya geniş bir mezarlıktır ve arada sırada bir atamızı topraktan çıkarıveririz. Bilinen en eski fosiller tahmin edebileceğiniz gibi mikroskobiktir ve yalnızca uzun, kılı kırk yaran bilimsel analizler sonucu keşfedilebilir." (Sayfa 43) "Tropikal Afrika gibi sıtmanın yaygın olduğu bölgelerdeki insanlar orak-hücre özelliği kazanarak sıtmaya uyarlanmıştır. Kırmızı kan hücreleri (alyuvarlar) mikroskop altında incelendiğinde bazılarının orak ya da ayçöreği biçiminde olduğu görülmektedir. Fakat orak-hücre özelliğine sahip birinde değişmiş kırmızı kan hücreleri, kirpinin dikenleri gibi iş gören iğne benzeri mikroskobik liflerle sarılmıştır. Parazitler bu iğnelere saplanır ya da bunlardan zarar görür ve kırmızı kan hücreleri parazitlerin yapışkan proteinlerinden korunarak dalağa taşınır. Parazitler ölünce kırmızı kan hücreleri sakin bir şekilde normal yaşantılarına geri döner." (Sayfa 91) "Bundan üç yüz yıl sonra kölelerin soyunu incelediğimizde Curuçaodakilerin özelliği kaybettiğini ama Surinam'da orak hücrenin hâlâ iş başında olduğu anlaşıldı. Curaçao'da orak hücre özelliği seçilime uğramış, Surinam'daysa sürdürülmüştü. Böylelikle doğal seçilimin insanlar gibi yavaş evrilen yaratıklarda bile kısa dönemde işlev gördüğü sonucuna varıyoruz. Her zaman olduğu gibi belirli bir toplulukta farklı kalıtımsal eğilimler gözlemlenir; çevre şartları bazılarını ortaya çıkarır diğerleriyse elenir. Evrim, kalıtım ve ortam arasındaki danışıklı dövüşün ürünüdür." (Sayfa 92) "Darwin'in evrime dair aradığı kesin kanıtları nükleik asitler oluşturuyordu." (Sayfa 108) "Kloroplastların hücreye daha sonradan geldiği şimdi bile gözlemlenebilir. Farklı kökenlerini anlatan en açık işaret, bir zamanlar ortak atalara sahip olmalarına rağmen kendi nükle ik asitleriyle bitki hücresinin nükleik asidi arasındaki farktır." (Sayfa 134) "Örneğin kahvenin sevdiğimiz yanı kahve bitkisinin böceklerin ve küçük memelilerin kahve çekirdeklerini yemesini engellemek için oluşturduğu toksinlerdir." (Sayfa 141) "Grip ya da soğuk algınlığında öksürmemiz ve burnumzun akması tesadüfi değildir, bu sorumlu virüsün üredi ve kontrolü ele geçirdiğini gösterir." (Sayfa 142) "Lancet paraziti karıncalardan koyunlara aktarılır çünkü enfekte olmuş karınca bir tutam çimin üzerine tırmanır ve sımsıkı tutunur. Parazit sümüklü böceklere yerleşince onlar da sahilin görünür kıssımlarında sürünmeye ve böylelikle martılara yem olmaya başlar. Böylelikle martı, yaşam döngüsünde parazitin yeni sahibi olur ve bu böyle sürüp gider." (Sayfa 142) "İnsanlar kullanmaya başlamadan önce ateşi bitkiler kullanıyordu. Nüfus yoğunluğu yükselince ve farklı türlerden bitkiler üst üste binince, besinlere ve yeraltı sularına erişim için ve en çok da güneş işığı için aralarında kavga başladı. Bazı bitkiler şöyle bir strateji geliştirdi: Bir yandan tohumlarını sert ve ateşe dayanıklı hale getirirken öte yandan gövdeleri ve yaprakları çok kolay tutuşacak biçimde evrildiler. Şimşek çakıyor, yangın başlıyor ve kontrolden çıkıyordu. Geriye ise yalnızca tohumlar kalıyordu." (Sayfa 171) "Toprağın içinde fosil kayıtlarını içeren katmanlarda, artik dinozor fosillerinin son bulduğu seviyenin hemen üzeri her şeyi açıklayan ince bir iridyum elementi tabakasıyla örtülüdür. Bu elementten dünyada değil ama uzayda bolca bulunmaktadır. Bu kanıt bize hızla seyahat eden küçük bir gezegenin dünyamızla çarpıştığını ve onun her köşesine parçacıklar saçtığını göstermektedir. Bu, çarpışma sonucu oluşan kraterin kalıntılan Meksika Körfezi'nde Yucatan Yarımadası yakınlarında keşfedilmiştir. Ama bu katmanda başka bir şey daha bulunmuştur, kurum. Bu dünya çapında bir yangına işare etmektedir. Çarpışmanın enkazı yüksek atmosfere yayılmış ve oradan tüm dünyaya yağmuştır. Gökten gelen durmak bilmeyen meteor yağmurları yeri, öğle güneşinden kat kat fazla aydınlatmıştır. Dünya'nın her yanındaki kara bitkileri aniden ve toptan alev almış, çoğu yok olmuştur. Tuhaf ve rastlantısal bir bağ, oksijeni, bitkileri, meteor yağmurunu ve Dünya'yı yutan yangını birbirine bağlamaktadır..." "Kamçı kuyruklu kertenkele türünde ise tüm bireyler dişidir ve yumurtadan çıkan yavruların biyolojik babaları yoktur. Ama üreme yine de heteroseksüel ön sevişmeyi gerektirir. Kamçı kuyruklu dişiler kendilerini hamile bırakamayacak olsalar bile farklı bir türün erkekleriyle formalite icabı çiftleşir ya da kendi türlerinden öteki dişilerle bir çiftleşme ritüeli gerçekleştirirler." "Bir bal arısı öldüğünde ölüm feromonu salgılar, bu karakteristik koku hayatta kalanların kovandan ölüyü çıkarmaları gerektiğinin işaretini verir. Bu üstün bir sosyal sorumluluk davranışı gibi görülebilir. Ceset acilen kovandan dışarı sürüklenir. Ölüm feromonu karmaşık bir molekül olan oleik asittir. CH,(CH),CH=CH(CH,),COOH. "=" çift kimyasal bağı temsil eder. Peki, canlı bir arıya bir damla oleik asit sürülürse ne olur? Ne kadar güçlü kuvvetli ve sağlıklı olsa da, bağırıp çağırsa da, kovandan dışarı atılır. Kraliçe arı bile oleik aside batırılsa aynı şekilde küçük düşürülecektir." (Sayfa 208) "Erkek böcek kur yaparken dişinin kabuğuna hafifçe vurmaktadır. Böcek türleri arasında daha farklı kur yapma teknikleri de vardır; ayaklarını, antenlerini, ağız bölümlerini ritimli bir şekilde vururlar, bunu duyan dişi anında hareketsiz kalır. Grotesk bir biçimde deforme edilmiş küçük ayakların neredeyse bin yıldır Çinli erkeklere çekici gelmesi, modern Batı'da ve geleneksel bölgelerde de topuklu ayakkabı ve vücudu sıkıca saran kadın kıyafetler ve dişilerin genel çaresizliği fetişi aynı sembolizmin insani bir göstergesi olabilir. (Sayfa 268) "Erkek yusufçuklar bunun için geriye yönelik bir eylemde bulunur. Erkeğin penisinden kırbaç benzeri bir uç çıkar ve daha önce dişinin içine bırakılmış spermlere yapışır, erkek kendini geri çektiğinde rakibinin spermlerini de alıp götürür. Yusufçuklar kuşlara ve memelilere oranla daha doğrudan bir harekette bulunur. Memelilerdeyse erkekler şiddet ve kıskançlıkla dolu, tehdit ederek ve karşısındakini suçlayarak, en azından bir dişiye her zaman cinsel olarak ulaşabilme özlemi içinde kavga edip durur. Yusufçuk tüm bunlarla uğraşmaz, yalnızca eşinin cinsel tarihini yeniden yazar." (Sayfa 295) "Kadim Mayalara ait Popol Vuh adlı metinde maymunlardan tanrıların bizi yaratmayı başarmadan önceki son deneyi olarak söz edilir." (Sayfa 328)
Atalarımızın Gölgesinde
Atalarımızın GölgesindeCarl Sagan · Say · 2015172 okunma
·
637 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.