Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

448 syf.
8/10 puan verdi
·
Beğendi
·
18 günde okudu
Uluğbey'in Hazinesi
Roman bizi 13. yy. sonu ve 14. yy. başında Uluğbey’in Semerkant merkezli Mâverâünnehir bölgesindeki saltanat dönemine götürüyor. Romanda saltanatın özellikle son dönemleri, Uluğbey’in tüm baskılara rağmen ayakta tutmayı başardığı rasathanesi, hayatının tehlikeye girmesinden sonra en önemli hazineleri olan kitapları saklama macerası ve sonunda öz oğlu tarafından hac yoluna çıkmasının ardından öldürülmesi anlatılıyor. Acıklı bir son yani. Hani bazı filmleri ikinci defa izlersiniz ve kahramanın öldürüleceğini bilmenize rağmen, hala bir mucize beklersiniz ya ben de romandaki öldürülme sahnesini hep bu duygularla okudum. Döneme o zamanki Nakşi ekolün büyük etkisi olduğunu okurken yine karşınıza dinin bilimden ayrılma hikayesi çıkınca, hem bir yandan şaşırıyor hem de romanın Sovyet döneminde yazıldığını kendinize hatırlatarak, zihninizde doğrulanması gereken açık kapılar bırakıyorsunuz. Dünyaca ünlü rasathanesi olan Uluğbey’in Timur’un torunu olduğunu biliyor muydunuz? Bu roman ile sadece Ankara Savaşı’ndan bildiğimiz Timur’un dönemini farklı kaynaklardan okumak gerektiğini anladım. Romanın ana mekânı Semerkant’ta bulunan rasathane ve orada dünyanın dört bir tarafından getirilen eserler. Yani Uluğbey’in asıl hazinesi… “Cami-ul Ulum denilen bu hazine, üçüncü kattaki iki büyük salonu dolduruyordu. İnce işlemelerle süslü, zeminden tavana kadar uzanan raflar, kitap ve el yazmaları ile ağzına kadar doluydu. En tepede Ebu Abdullah Muhammed bin Musa Harezmi'nin altı cilt halinde hediye ettiği kitapları vardı. Rivayete göre, bunların üç cildini Al-Harezmi kendi mübarek elleriyle yazmıştı ve bunlar Bağdat'taki Beyt-ül Hikme 'den alınıp getirilmişti. Bunların yanında, İbn-i Sina hazretlerinin tıpla ilgili yirmi ciltlik "Kitab-uş-Şifa" ve on ciltlik "Kitab-un Necat" isimli eserleri ve nihayet üç ciltlik şiir kitapları vardı.” O dönemki Nakşibendiliğin bilim dünyasında olumsuz etkisinin olduğunun anlatıldığı bu romanda, ilim-bilim birbirine karışmış ve bu kavgada arada kalan ise maalesef kitaplar ve eserler olmuştur. “Kuşçu gayr-ı ihtiyari titredi. Hayatında çok şey görmüş hem dünya zevklerini tatmış hem bu zevkler uğruna çekmediği kalmamış bu yaşlı ihtiyarın söylediklerinde samimi olduğu şüphesizdi. Fakat bu sözler niçin Ali Kuşçu'nun yüreğine korku salmıştı? Dün gece üstat bu işin tehlikesinden bahsederken tınmayan bu insan, neden şimdi endişeye kapılıyordu? Yoksa bu işin bu kadar tehlikeli olduğunu bilmiyor muydu? Bilseydi ne yapardı? Tehlikeden kaçar mıydı? İlim ve fen yolunu terk edip, kendini ahiret işlerine mi verirdi? Uluğ bey Medresesi'ni, rasathanesini bırakıp, camiye post mu sererdi? Müderrislik takkesini çıkarıp, başına imame mi sarardı? Öğrencisi Ali Kuşçu ise bu hengamenin içinde hocası Uluğbey hakkında şöyle diyecektir: "Niçin hükümdarlık denilen bu sahte şan ve şöhretten vazgeçip, bütün bilgisini, ileri görüşlülüğünü ve kabiliyetlerini ilim ve teknoloji için, insanlığa ışık saçmak amacıyla kullanmazdı? Niçin? ..." “Padişahların hayatları yaptırdıkları saraylara benzerdi. Dışarıdan bakılınca pırıl pırıl parlayan, ama içeri girilince, rutubet ve karanlıktan insanın tüylerinin ürperdiği saraylar…” balkandays.blogspot.com/2023/04/ulugbey... islamansiklopedisi.org.tr/ulug-bey
Uluğbey'in Hazinesi
Uluğbey'in HazinesiAdil Yakubov · İleri Yayınları · 2013222 okunma
·
163 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.