Hayata geldiğimiz andan itibaren bizi güçsüzleştirmeye çalışan her şeye karşı kararlı ve tutarlı bir duruş sergilememiz beklenir. İnsan olduğumuzu , duygularımızı göz ardı ederek monotonluğa ve sisteme uyum sağlanmamız istenir. Peki bir gün bizi akıntıya katmak isteyen sele karşı koymayıp akıntıya kapılsak nolurdu durumumuz? Her insanın hayatında bir kez bu sele kapıldığına inanırım. Çünkü hayatın bu kadar içindeyken ona her zaman karşı koyamayız.
İnsanın içindeki en karşı koyulmaz duygu , kendini var edebilme ve kendini tamamlayacak yerde , kişilerde bulunma isteğidir. Ve bu duygunun kıvılcımı yandığı anda artık durum kişiden bağımsız gelişir. İçindeki o tutku onu ele geçirir ve kullanır. Bu kadar kaçınılmaz bir durumda kalmış kişi için bende kitaptaki karakter gibi ahlaksız diyemiyorum , kesin bir yargıya varamıyorum. Düşünsenize coşkulu duygularla , renkli hayatlarla dolu bir dünyada benliğiniz yok sayılmış ve kimse sizi anlamaya çalışmıyor. Sonra birisi çıkıyor ya da bir olay yaşanıyor ve siz yaşadığınızı hissediyorsunuz. Siz de Madam Henriette ya da Mrs. C. gibi sizin kendinizi var edebileceğiniz yere anında, gözünüz kapalı gitmez misiniz?
Tabi bu durumların geride bıraktığınız kısımları var . Ahlaki ve etik unsurların tartışıldığı . Açıkçası bu ahlak boyutunun içinden bende çıkamıyorum.