Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

184 syf.
·
Puan vermedi
·
Beğendi
·
12 günde okudu
Değerlendirme ve Özet (spoiler içerir)
Kendimizi tanıyabilmemiz hayattan beklentilerimizi şekillendirebilmemiz adına mutlaka okunması gereken bir başyapıt. Bu eseri armağan eden merhum Engin Gençten hocaya minnetlerimi sunuyorum. Başlıklar dahilinden yapıcı yıkıcı yönlerimizi ve bu yönlerimizi tetikleyen insan davranışları irdelelenmiş. Her başlığı kendi kapsamında özetleyerek kalıcı hale getirmek istedim . Bu açıdan incelememin bundan sonraki kısmını her ne kadar olabildiğince özet geçmeye çalışsam da fazlasıyla uzun tutmak zorunda kaldım. Bu yüzden eğer amacınız kitap hakkında kısaca bilgi edinmek ise bu inceleme bu yönüyle size yararlı olamayacaktır. ÖZET İnsan ve Toplum İnsanlar doğanın ürkütücü güçleriyle mücadele edebilmek adına toplumları oluşturmuştur. Toplumlar, toplumsal yaşam insanın özgürlüğüne içgüdülerine toplumsal kuralların gerektirdiği ölçüde gem vurması anlamına geldiğinden insan topluma bağımlı kılınmasıyla özgürlüğü arasında gerekli dengeyi kurabilecek yönetim sistemleri arayışına girmiştir. İnsanlar toplumlaştıkça ve toplumlar çağdaşlaştıkça insanda var olan sahip olma güdüsü pekişmiş saldırganlıklar savaşlar gibi pek çok olumsuz durum bu pekişmenin ardı sıra yaşanmıştır. Son yıllarda toplumlarda süregelen bu çağdaşlaşmanın hızlanması bireylerin topluma toplum kurallarına uyum sağlama süreçlerini zorlaştırmış birey gittikçe karmaşıklaşan bu süreci yönetebilmek adına çeşitli karşıt kültür akımlarına sığınmıştır. Bu karşıt kültür akımları bireyin toplumsallaşmasının ve bu ölçüde kendisine özgürlüğünü anımsatan doğadan uzaklaşmasının getirdiği boşluk yalnızlık gibi duygularla başedebilmesi adına bireye çözüm vaatleri sunmuş fakat bu çözüm vaatleri bireyde beklenen etkiyi uzun vadeli uyandıramamıştır. Toplumun çağdaşlaşması ve beraberinde toplumun normlarının değer yargılarının dinamizmi ve sürekli değişen bu dinamizme uyum sağlayamayan bu karmaşık sistemde kendi rolünü anlayamayan birey sistemin karmaşıklığı karşısında çeşitli bunalımlara sürüklenmiştir. Ana-baba ve Çocuk Anne babanın davranışları çocuğun kişiliğinde gelişiminde insanlara yaklaşımında yadsınamaz bir öneme sahiptir. Anne babanın genel kişilik özellikleri ve çocuğa yönelik davranışları çocuğun çevresine olan yaklaşımını belirler. Kaygılı bir anne çocuğunun ileride kaygılı biri olmasına zemin hazırlar. Anne babalar kendi çocukluklarına ilişkin engellenmişliklerini çocuğunun yaşamasını ister ve bu yüzden kendi engellenmiş isteklerini çocuğunun gerçekleştirmesini bekler. ebeveynleri tarafından sürekli eleştirilen kendisinden hoşnut olunmayan bazı anne babalar yaşadıkları değersizlik duygusunu ve hoşnutsuzluğunu çocuklarına yansıtır . Çocuklarına yönelik bu olumsuz tutumlarını haklı gösterebilmek için çocuklarının mükemmeliyetçiliklerine uymayan kimi davranışlarını öne sürerler. Cinsiyetinden ötürü aşağılanmış anne eşini bastırarak evdeki egemenliği kazanmak ister bunu yapamadığı zamanlarda mağdur kahraman rolüyle çocuklarının ilgisini kazanmayı bekler. Annenin bu tarz tutumları çocukların babaya hatta erkeklere yönelik olumsuz izlenimler edinmelerine erkeklerden korkmalarına hatta erkek çocukların cinsel kimlikleriyle özdeşleşmelerini engelleyebilir. Anne babanın çağdaş toplumun beklentilerine uyum sağlayabilecek kendi ayakları üzerinde durabilen bireyler yetiştirebilmeleri için kendilerini yaşamaları gerekmektedir. Kendini yaşayan insan diğer insanların yaşamalarına diğer insanların seçimlerine saygı duyabilen insandır. Kendisini kabul edebilen kendisine hoşgörülü olabilen insan diğer insanları da kabul edebilir, diğer insanlara da hoşgörülüdür. Kendilerini yaşama cesareti gösterememiş anne babalar çocuklarının özerk bir kendi istekleri olan bir varlık olduğunu kabul edemez. Sürekli onları yönlendirmeye çalışır çocuklarını kendilerine kendi onaylarına bağımlı kılarlar. Oysa çağdaş yaşam bireyin kendi sorumluluğunu üstlenebilmesini kendi kararlarını kendisin alabilmesini ister. Yine de ailesinden kaynaklı değersizlik hissi yaşayan ve bu yüzden sürekli olarak ailesini suçlayan kişi ailesinin de ailesinden kaynaklı sorunlarını kendi benliklerinde yaşayabileceğini onların da ayrı dünyaları olan insanlar olduğunu bu yüzden onların hatalı davranışlarını kendisiyle özdeşleştirmemesi gerektiğinin farkına varmalıdır. İnsanlardan korkmak Katı baskıcı eleştiren tutarsız-çocuğun kimi zaman cezalandırıldığı davranışlarını kimi zaman müsamaha göstererek çocukta tutarsızlığa neden olan-memnuniyetsiz ailelerin çocuklarında değersizlik hissi görülmektedir. Bu tarz aileler çocuklarının kendi dünyası olabileceğine onun da kendi istekleri olan özerk bir varlık olduğunun farkında değillerdir idealize ettikleri davranışları istekleri çocuklarına dayatırlar. Kendini gerçekleştiremeyen çocuk için için ailesine öfke besler bu öfkenin yoğunlaşması ve bastırılmak zorunda kalması çocuğun ailesine karşı düşmanca eğilimler geliştirmesine sebep olur. Ailenin sevgi desteğine ihtiyaç duyan çocuk bu hoşnutsuzluğunu dile getiremez ve bu onu uzun vadede etkileyecek değersizlik hissinin oluşumuna sebep olur. Çocuğun ailesine olan güveni çevresine olan güvenini şekillendirir. Sürekli eleştirilen kendisinden memnun olunmayan çocuk ailesinin yanında kendisini güvende hissedemez bu çevresine olan güvenini de şekillendirir. Bulunduğu çevreden sürekli saldırı bekleyen kişi kendi potansiyelini eleştirilmek hoşnut bulunmamak kaygısıyla ortaya koyamaz. Suçluluk ve değersizlik hisseden kişi kendisini sevemediğinden başkalarının da kendisini sevemeyeceğini düşünür hatta davranışlarıyla bu beklentisini kendi gerçekleştirir. İnsanları sevebilmek kendini duygularını olduğu gibi ortaya koyabilme cesaretini gösterebilmeni gerektirir. aksi türlü ne insanlar ne biz gerçek benliğimize ulaşamayız. Öfke ve düşmanlık Kişinin çocukken ailesi tarafından engellenmesi sonucu oluşan düşmanca eğilimler kişinin çevresiyle olan ilişkilerinde de oldukça etkilidir. Kişi engellenmesi sonucu kendisini değersiz hissetmeeye ve kendisinden olanla yargılanmamak için olabildiğince bastırmaya çalışır kişinin kendisi gibi davranamaması ise çevresine yönelik düşmanca eğilimlerinin pekiştirir. Kimi bu düşmanca eğilimlerinden ötürü suçluluk duymamak için insanlara yönelik saldırgan eğilimlerini haklı çıkarmaya çalışır. Kimi bu tarz eğilimlerini bu eğilimlere tezat sevecen hareketlerle gizlemeye çalışırken kimi çevresini karşısına alır onları benliğine tehdit olarak algıladığından onların karşısında yer alarak onlara muhalif olarak benliğini koruyabildiğini zanneder. Kimi ise kendisini çevresinden soyutlanarak kendi kendisine yeterli olabilmeyi amaç edinir. Çevreyi benliğine kendisi olabilmesine tehdit kabul eden engellenen kişi ,bu tutumun altında yatan korku ve kızgınlığını kontrol altına alabilmek için insanlarla herhangi bir duygusal etkileşimden girmekten de kaçınabilir. Engellenen kişi bu olumsuz duygularından ötürü kendisini suçlamaktan vazgeçmeli bu duygularıyla yüzleşmelidir bu tarz düşmanca eğilimler olumsuz duygular evrensel bir gerçekliktir. Engellenen kişinin çevresini bir tehdit olarak ağılamaktan vazgeçip güvenebilmesi zaman isteyen bir süreçtir. Bu sürecin başlayabilmesi için bu duyguların fark edilebilmesi gerekir. Değersizlik hissi Birini sevebilmek onun gerçeklerini anlayabilmeyi onun gerçeklerine saygı gösterebilmeyi gerektirir çocuğunu kendi uzantıları gibi yetiştiren onun gerçeklerine özerk bir varlık olarak kabul etmeyen anne baba çocukta değersizlik hissinin oluşumuna sebep olur. Değersizlik hissi yaşayan kişi ya etrafındakileri küçümser ya da etrafındakileri gözünde büyütür. Kişinin etrafındakileri küçümsemesi kendisinin küçümsenmekten korktuğunu ve esasında kendisini küçümsediğini gösterir. Değersizlik hissi yaşayan kişi kusursuzu oynamak ister .Bu uğurda hatalarını yanlışlarını gözünde büyütür bir türlü kendisinden hoşnut olamaz. kendisine hoşgörü gösteremeyen biri etrafındakilere de hoşgörü gösteremez. Bu yüzden değersizlik hissi yaşayan kişi etrafındakilerin de hatalarını kınamaktan geri duröaz Toplumun saygısını kazanabilmek uğruna kendi isteklerini arka plana atar toplumun saygısı uğruna kendi isteklerinden ödün vermesi değersizlik hissini pekiştirir. Değersizlik hissini güç elde ederek aşabileceğin düşünen kişi istediği güce ulaştığında dahi değersizlik hissinden kurtulmaz çünkü almak için vererek veya gücüyle insanları küçümseyerek beklediği alakayı bulamaz . insanların sevilebilmesi başkalarının gerçeklerini anlayabilmeleriyle mümkündür. Kendimizle eksik yönlerimizle yüzleşmemiz gerekir. Değersizlik hissi ise yargılanmamak kaygısıyla kendimizi olduğumuz gibi ortaya koyabilmemizi kendi hatalarımızla eksik yönlerimizle yüzleşebilmemizi engeller. Sırf insanlar tarafından yargılanmamak için kusursuzu oynamaya çalışmamıza neden olur. Kendimizi olduğumuz gibi ortaya koymamalıyız çünkü kişi kendisiyle yüzleşebildiği kendisine karşı hoşgörülü olabildiği sürece hatalarını kendisine karşı kullanılmak istenmesinden kaygılanmaz. Kaygı Kaygı duygusu kişinin çocukluk döneminde yaşadıklarıyla bağlantılıdır. Kaygılı bir anne çocuklarının kaygılı bireyler olmasına zemin hazırlar. Kişinin çocukluk ergenlik dönemlerinde çevresi tarafından küçümsenmesi alaya alınması davranışlarını dışavurumu noktasında kişiyi kaygılı biri yapar. Bu sebeple kaygılı olan kişi çevresin düşman olarak algılamaya meyillidir kendi içerisinde düşmanca eğilimler geliştirir. Kişiyi alaya alanlar aile bireyleri ise onların ölme ihtimallerinin kişiye kaygı vermesinin sebebi onlara ifade edilemeyen bilinçaltına itilen düşmanca eğilimlerdir. Kaygi kişinin hayattan beklenen verimi almasını engeller. Kendisine kaygı yaratan olası durumlarla meşgul kişi dikkatini algısını kendisine kaygılarına yöneltir bu durumda sevdikleri ilgisini bekleyenler açısından oldukça yorucudur. Kaygılı bireylerin kaygılarıyla baş etme yöntemleri birbirinden farklılık gösterir. Kimi kendisini kaygılandıran durumlardan uzak durur kimi kendisine kaygı verecek duygusal tepkilerden uzak durmaya çalışır. sevdiği halde reddedilme korkusuyla hoşlandığını söyleyememek gibi . kimi zaman ise kaygı belirli durumlara tepki şeklinden dışavurulabilir .(yükseklikten korkmak ,iktidarsızlık,asansöre binenemek gibi). Kaygı Kaygılı kişi yaşamanın gerektirdiği sorumluluğu üstlenememiş kişidir.Kaygılı kişi varoluş sorumluğunu üstlenebilmelidir. Bu sorumluluk kimi zaman kendi kendine yeterli olmanı kimi zaman ise insanlara bağımlı olmanı yani onlarla işbirliği içerisinde olmanı gerektirir. fakat bu noktada çevresinden sürekli kendisine yönelik saldırı bekleyen çevresini düşmanı olarak gören kaygılı kişi çevresini benliğine tehdit olarak gördüğünden çevresinden kendisini soyutlayabilir. Veya tam tersine kendi varoluş sorumluluğunu çevresine yıkabilir. Sorumluluktan kaçış Başkalarına karşı sorumluluklarımızı yerine getirebilmemiz için kendimize karşı sorumluluklarımızı yerine getirmemiz gerekir. Çocuğun kendi karşı sorumluluklarının bilincinde olabilmesi için ana babanın yaşama katılma yürekliliği gösteren duygularını ifade etmekten korkmamaması lazımdır. yaşama katılmaktan geri duran ve yaşama katılanları eleştiren bir ana baba çocuğa kendi karşı sorumluluklarını ifade edemez. Çocukluğunda aşırı korumacı yahut gerekli desteği alamamış kişiler yaşama katılabilme yürekliliğini gösteremezler. anne babanın kaprislerini çekmek zorunda kalan çocuklarda da durum benzerdir. Kendilerine karşı sorumluluklarını yerine getirmeyen dolayısıyla çocuklarının da sorumluluklarını gereğince yerine getiremeyen anne baba birbirlerini yahut çocuklarını suçlayarak kendilerine karşı sorumluluklarını görmezden gelmeyi tercih ederler.bu kişiler kendi varoluş sorumluluklarını etrafındaki insanlara yüklemeye meyillidir. Başka insanları hayatın merkezine koymamız kendimize karşı sorumluluklarımızdan kaçış mekanizmasıdır. Bu noktada farklı kaçış mekanizmaları karşımıza çıkar mesela kimi işkolikler kendi sorumluluklarından kaçabilmek için işlerini evlerine getirirler kendilerine ayırmaları gereken zamanı işlerine ayırmak isterler . kimi insanlar sürekli yorgundurlar bu bedensel yorgunluktan öte ruhsal bir yorgunluktur kendimize karşı sorumluluklarımızı yerine getirmemek ruhen yorgun hissetmemize sebep olur. Sürekli çevreyi suçlamak umutsuzluk ve hüzün duygulara sığınmak da kendimize karşı sorumluluklarımızı fark edebilmemizi engelleyen kaçış mekanizmalarımızdır. Bu noktada hüznümüzün kendimize karşı sorumluluklarımızı yerine getirebilmemiz adına bizi eylemsel olarak etkinliğe geçirmesi gerekir bunun aksine pasif bir hüzün uyuşturucu gibidir. Kendimize karşı sorumluluklarımızı yerine getirebilmek çevremize karşı sorumluluklarımızı yerine getirebilmemizi sağlar. . Bu noktada gerektiğinde kendimize karşı sorumluluklarımızı aksatmamak adına hayır diyebilmeli gerektiğinde kendi isteklreimiz beklentilerimiz için yardım isteyebilmeliyiz. Yani gerektiğinde sorumlulukarımızı kendimis üstelenmeli gerektiğinde sorumlluklarımızı başkalarını üstelenmesine izin vermeliyiz. Yalnızlık Yalnızlık çok çeşitlidir. Kişinin bulunduğu toplumsal gruba yabancılaşmasından kaynaklana yalnızlık vardır. Kişinin kendi tercihi olan yalnızlık vardır kişinin etrafında birinin bulunmaması şeklindeki fiziki yalnızlık vardır kişinin bulunduğu grup tarafından soyutlandığı yalnızlık vardır ve kişinin yaratıcı özelliklerini geliştirdiği seçilmiş yalnızlık vardır. Yalnızlık kişinin kendi iç dünyasına yönelmesi amacıyla seçilmişse yaratıcılığı geliştirir. Pek çok yazar sanatçı eserlerini bu yaratıcı yalnızlıklarına borçludur . çocukken ailesinden yeterli sevgiyi desteği alamamış kimseler sevginin sürekli olamayacağını düşünürler ve bu yalnızlıklarını anlaşılamayacağını ve doldurulamayacağını düşünmelerine sebep olur. İçinde bulunduğumuz toplum da yetişkinlerin birbirine sevecen davranmalarına elverişli olmadığından kişi kendisini toplumdan soyutlanmış hisseder. çevremizdeki insanlar kendi benliğimizin farkına varmamızda nesnel gerçeklikle kendi benliğimizin ayrımına varmamız noktasında önemlidir. Kişi kendi benliğinin farkına varmada başkalarının görüşlerini ne denli önemsiyorsa yalnızlık bu kişini benliğini algılamasında o denli önemlidir. Küçüklüklerinde duygusal ihtiyaçlarına doyum sağlanamamış yahut gereğinden çok doyum sağlanmış yetişkinler çevresindeki insanları kendi benliklerin uzantısı olarak algılamaya meyillidir. İnsanları sevebilmek onların gerçekliğini anlamayı gerektirir insanların özerk varlıklar olduklarını idrak edemeyen kişi insan ilişkilerinde de kendi kendinedir. Bu kimseler insanlarla ilişkilerinde yalnızlardır. Yalnızlığın bu türüne narsisim denir. Ortak yaşam ilişkisi Anne babalar çocuklarını açıkça reddetmeleri , onlardan kusursuzu beklemeleri ,aşırı korumacı olmaları yahut çocuklarına aşırı bağımlı olmaları gibi sebeplerler çocuklarının özerk bir varlık oldukları gerçeğinin farkına varamamalarına sebep olurlar. Bu tarz bir çocukluk geçirmiş yetişkinler diğer kişilere aşırı bağımlıdırlar. Kendi özerk benliklerinin sınırlarının öğretilememesi başkalarını benliklerini sınırlarını bilememelerine onlara kendi uzantılarıymışçasına bağımlılık beslemelerine sebep olur. Bu kişiler ilişkilerde karşı tarafı aşırı baskılar bağımlıklıklarıyla bunaltırlar. Bu tarz bir ilişkide taraflar ilişkide benliklerini yitirme kaygısı yaşarlar. Fakat aşırı bağımlılıkları ilişkilerini sonlandırmalarına engel olur. İlişkileri sona ererse hemen başka biriyle ilişki içerisinde olunur yahut ilişkiler lanetlenerek ilişkilerden soyutlanma seçilir. Çocukluklarında özerk bir varlık oldukları kabul edilmiş,benliklerinin sınırlarına saygı gösterilmiş yetişkinler arası ilişkilerde taraflar birbirlerine aşırı bağımlı olmadıklarında birbirlerinin sınırlarına saygı gösterir hayatlarını ilişkileri kapsamında sınırlandırmazlar. Dolayısıyla bu tarz bir ilişkide taraflar benliklerinin ilişki içerisinde kaybolabilme ihtimalinden de korkmazlar. Toplum evli çiftleri bir çift olarak algılaması çiftleri ilişkileriyle sınırlandırmakta ilişkileri dışında kendilerine özgü dünyaları , kişisel alanları olabileceği gerçeğini yadsımaktadır bu da tarafların ilişkilerini beliklerine tehdit olarak görmelerine sebep olabilmektedir. Ana babanın çocuğa yönelik davranışları çocuğun cinsel kimlikleri ve ikili ilişkileri anlamlandırması noktasında önemlidir. Cinsiyetinden ötürü ötekileştirilmiş anne kızlarına bu değersizlik duygusunu aşılayabilir yahut erkek çocuklarını kayırabilir. Değersizlik hissi kendisine aşılanmış kız çocuğu erkekleri tehdit olarak algılar ve zedelenmekten korkar. Bu değersizlik hissi erkeği egemenliği altın alamaya çalışmasına aşırı kıskançlıklara , cinselliği erkeğe teslim olmakla özdeşleştirerek cinsellikten kaçınmasına yahut bu tedirginlik sebebiyle orgazm olamamasına , hemcinslerinden aykırı olmaya çalışarak onları küçümsemesine , erkeklerle iktidar yarışına girişmesine sebep olabilir. Değersizlik hissi yaşayan anne oğluna çok bağımlı olabilir oğluna babasını kötüleyerek oğlunu yanına çekmeye çalışabilir. Bu tarz bir tutum oğlunun erkekler yönelik bilinçaltında korku duymasına sebep olabilir. Eğer anne egemneliği eline alarak eşini bastırmışşsa bu oğlunun annesi gibi üzerinde egemenlik kurmaya çalışan kadınlara yönelmesine sebep olabilir.annnenin oğluna yönelik reddedici bunalttıcı ve yargılayıcı tutumu çocuğun çapkın bir karakter geliştirerek kadınlar tarafından kabul edildiğini kanıtlamaya çalışarak yüzeysel ilişkiler kurmasına hatta kadınlardan korkarak cinsel ilişkilerde tedirgin olmasına sebep olabilir. Geleneksel aile yapısında kadın erkek cinsiyet rolleri bellidir. Fakat çiftler arası paylaşım ve iletişim yoktur . kadınlar kadınların erkekler erkeklerin dünyasındadır. Çağdaş aile yapısında çiftler arası iletişm ve paylaşım fazladır fakat cinsiyet rolleri kesin olarak belirlenmemiştir.bu da aile içi görev dağılımında sıkıntılar çıkmasına sebep olabilir. Nevrotik kısır döngü Çocukluk dönemlerinde kendilerini gerçekleştirmelerine engel olunmuş kimseler bu engellenmenin yarattığı suçluluk duygusu ve korkuyu çevreleriyle ilişkilerinde sürdürürler. Çevrelerindekilere karşı düşmanca eğilimler beslerler. Çevrelerini kendileri olmları noktasında tehdit görürler. Etraflarındaki insanların davranışlarına karşı çok duyarlıdırlar etraftan sürekli saldırı bekleyen bu kimseler bu durumun yaratığı çaresizlikle uğraşmaktan çevrelerine yönelik sorumluluklarını ihmal ederler. Sürekli kendilerine odaklanmalarının çevrelerine karşı sorumluluklarını ihmal etmelerinin yol açtığı bu durum suçluluk duygularının pekişmesine sebep olur. Bu kimseler sorunun kendilerinden kaynaklandığını göremezler sorunlarla yüzleşmek istemezler. Sorunların kendilerine destek olabilecek kimseler bulunularak giderilebileceğini düşünürler bu durumda hayatlarına aldıkları insanlardan daimi destek ve onay isterler bu çevrelerindeki inşalara sorumluluk yükler bu da kişilerin mevcut ilişkiden sıkılmalarına sebep olur. Çevreleri tarafından benlikleriyle benliklerini yansıtan davranışlarıyla yargılanacaklarından korkan bu kimseler kendilerini tam anlamıyla ortaya koymaktan çekinirler kendileri gibi davranamamları suçluluk duygularının pekişmesine sebep olur. suçluluk duygusu yaşayan bu kimseler sürekli kendilerini yargılarlar ve hatalarını da başarılarını da abartırlar . Olayları ya siyah ya beyaz olarak nitelendirmeye meyillidirler onlara göre etrafınlarındaki insanlar onları ya kayıtsız şartsız kabul eder ya da kayıtsız şartsız reddeder. Söz konusu bu kısırdöngüyü oluşturan zincirleri kaldırmak kolay değildir. Fakat bu kısırdöngüyü oluşturan sorunlarının farkına varılması belirsizlikleri giderdiğinden kişinin rahatlamasını sağlar. Yaşam ve ölüm Çevremizde yaşını gerektirdiği olgunluğu gösterememiş kimselere rastlarız. Kişinin yaşının gererktirdiği olgunluğı göstermemesi suçluluk duygusu yaşamasına sebep olur. Çocukluk ergenlik yetişkinlik ve yaşlılık gibi gelişim evreleri psikolojik olgunluğun oluşması açısından önemlidir. psikolojik açıdan gelişmemiş kişiler yaşlarının gerektirdği olgunluğu gösteremezler. Psikolojik olgunluk yaşanan gelişim dönemlerine etkin katılmayı bu dönemleri etkin yaşamayı gerektirir. yaşını gerektirdiği olgunluğu gösterememk kişinin kronolojik yaşının aksine yaşlı gibi davranması biçiminde de görülebilir. Bu kişiler katı kuralcı ve baskın duygularını gerektiği gibi ifade edemedikleri aile ortamında yetişmiş kişilerdir. Esasında psikolojik açıdan çocukturlar kronolojik yaşının aksine büyük davrananlar psikolojik olgunluk açısından kronolojik yaşlarından daha küçüktürler. Katı kuralcı ve baskın bir aile ortamında yetişen kişiler anı hatta yaşamlarını görev bilinciyle yaşarlar. Onlar için içinden bulunulan an ,yarın yaşanması gereken değil yerine getirilmesi gereken bir görevdir. Bu kimseler yaşamı oluşturan süreçlere görev bilinciyle yaklaştıklarından bu süreçlerin tadını çıkaramazlar.süreçlere odaklanma ve süreçleri güzelleştirmek noktasında değinilmesi gereken bir diğer husus sahip olma güdüsüdür. İnsanlar süreçleri süreçlere dahil ettikleri insanlarla yaşamalıdırçfakat eğer süreçlere süreçlere dahil oldukları insanlara sahip olmaya çalışırlarsa bu süreçten keyif alamazlar. Süreçlere dahil ettiğimiz insanlarla birlikte süreçleri yaşamalı bu süreçlerle yeni yaşantılar oluşturmalıyız . böylece yaşama etkin bir biçimde katılabilir kendimizi bu şekilde gerçekleştirebiliriz. Başkalarını sürekli yargılamak yaşama etkin olarak katılamamanın kendini gerçekleştirememin sonucudur. Kendini yaşamak Kimileri kişinin bireyleşebilmesi için toplum normlarına karşı çıkması toplumdan soyutlanması gerektiğini aksinin mümkün olmadığını düşünür. Kişi bireyleşirken önce kendisini değiştirmelidir bireyleşme çabalarıyla toplum normları arasındaki dengeyi kurabilmelidir. Bu tarz bir bireyleşme kişinni hem içinde bulunduğu toplumla uyum içerisinde olmasını hem de kendi benliğini keşfedebilmesini sağlar hem bu şekilde kişi toplum normlarıyla tamamen tezat düşecek bir benlik keşfinin yarattığı suçluluk ve yalnızlık duygularını yaşamaz. Küçükken bireyleşme çabaları engellenen kimselerin kendilerini yaşamaları mümkün müdür? Çocukluğunda bireyleşme çabaları baskılanmış kişi çevresini bireyleşme kendini gerçekleştirme çabalraına karşı tehdit olarak görmeye meyillidir bu kimse toplum içerisinde toplumu karşısına almadıkça benliğinin yitirileceğinden korkar. Bu korku ve beraberinde gelen kaygı bu kimsenin sürekli savunma durumunda olmasına kendisni tam anlamyla ortaya koyamamasına sebeb olur. Kendisini tam anlamıyla ortaya koyamaması yani kendini yaşayamaması içindeki saldırganlığı pekiştirir. Bu noktada yapılması gereken bu tarz davranışları olan kişilere karşı pasif kalabilmektir bu o kişinin çevresinin kendisine karşı tehdit olduğu yönündeki önyargısını haksız çıkarır. Sorunun kendi davranışlarından kaynaklandığını fark eden kişi düşmanca eğilimlerini saldırganlıklarını toplumla uzlaşır bir şekilde boşaltma yollarına yönelir. Olumlu ve olumsuz duygularımızın farkına varmalı olumsuz duygularımızdan dolayı suçluluk hissetmemeliyiz bu noktada önemli olan olumsuz duygularımızın toplumun yararıyla uzlaşır biçimde ortaya koyabilmektir. Değersizlik hissi yaşayan ve bundan dolayı saldırgan eğilimleri olan kişi hayatta etkin olarak katılamaz bu yüzden kişinin iç dünyasının farkına varabilmesi sorunun kaynağına inebilmesi önemlidir. Çünkü hayata gerçekten katılabilmek eksiklikleriyle artılarıyla kendimizi olduğumuz gibi ortaya koyabilmemizden geçer.
İnsan Olmak
İnsan OlmakEngin Geçtan · Metis Yayınları · 201922,9bin okunma
·
206 görüntüleme
realistbirpesimist okurunun profil resmi
çok değişiksiniz hepiniz değişiksiniz
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.