Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

56 syf.
·
Puan vermedi
Çevirmenin cv sağlam olsa da bir iki cümleden hiçbir şey anlamadığımı belirtmek istiyorum öncelikle. Mesela bir örnek; -ALINTI- ''Otobiyografik mi?'' türünden sorulara yanıt verme, şu ya da bu nedenle kendini aklama zorunluluğu, görünüşü kurtaran roman biçimi dışındaki her tür kitabın gün ışığına çıkmasını engellemesi mümkün. -ALINTI- Kitaba gelirsek, ben çok sevdim. Ben ilişkilere inanmam, saf arzuya inanırım. Ve kendi inandığım, savunduğum şeyleri sonrasında bir filmde - Woody Allen'ı sevme nedenlerimden biridir- ya da kitapta görmek beni mest eder. Arzunun nasıl bir şey olduğunu çok güzel anlatıyor kitaptaki hikaye. Yazarın, gençlik yıllarında evli bir adamla yaşadığı ilişkiye dair tutkuyu, -evet, ilişkiyi değil kadının arzusunu- anlatıyor kitap. Bir adama duyulan sevgiyi falan anlattığını düşünmüyorum kitabın, bence yazarın hiç böyle bir derdi yok hatta adam da yazarın pek umurunda değil. Tamamen kendisine dair bir kitap bu, fakat çok bireysel bir meseleyi yazarken evrenseli ilgilendiren bir noktaya ulaşıyor ya işte benim bir edebiyat eserinde en çok aradığım şeylerden biridir bu. Bir adama duyduğu tutkuyu anlatırken aslında dünyanın her yerinde yaşanan bir ilişkinin başlangıç ve bitişini de anlatıyor ve bunu çok güzel yapıyor. Sayfa 16'daki tespitin güzelliğine gel; ''Kaç kez seviştiğimiz hesaplıyordum. Her defasında ilişkimize bir şeyin daha eklendiği hissine kapılıyordum, Fakat bizi birbirimizden kesinlikle ayıracak olan da bu jest ve haz birikimiydi. Bir arzu sermayesini tüketiyorduk. fiziksel yoğunluk düzeyinde kazanılan, zaman düzeyinde yitiriliyordu.'' Kitapta özellikle kitabın ortalarında kıskançlık ile ilgili beklenti ve tespitler de çok hoş. Hani lan toksik ilişki oluyordu kıskançlık olunca? Arzu varsa, tutku varsa kıskançlık olur. Toksik olan kıskançlığın eyleme ya da söyleme nasıl döküldüğüdür benim için. Yine kitabın sonuna doğru bir bölüm var ki, of yani, aşk denen o saplantılı tutkunun, saf arzunun bitişini o kadar basit anlatıyor ki; ''O akşam yeniden gelen adam, burada bulunduğu yıl boyunda, daha sonra yazdığım zamanlarda içimde taşıdığım adam değildi. Bu adamı bir daha hiç görmeyeceğim.'' Tam bu noktada yine bayıldığım yönetmenlerden olan Mia Hansen-Love'ın Elveda İlk Aşk filmini tavsiye edeceğim ve kendime bir referansta bulunacağım; her zaman şunu derim ''Birinin size verdiği değer, sizden daha fazla o kişinin içinde bulunduğu koşullarla alakalıdır.'' siz ile değil, o kişi ile alakalıdır ve buna çok da fazla müdahale şansınız yoktur aslında. Hem bu kitapta hem önerdiğim filmde adamlar aynı adamlar, aynı görünüşler, aynı dünya görüşleri, adamlar değişmiyor, kadınlar ve tutkuları değişiyor. Tabii bu bir kadın eleştirisi vs. değil, rollerin değiştiği sayısız ilişki de mevcuttur. Bir Ekşi Sözlük yazarı şöyle yazmıştı Orhan Pamuk'un Nobel'i hak etmeden aldığına dair söylemlere karşılık; ''Nobel'i hak ettiği halde alamayan pek çok yazar vardır ama Nobel'i hak etmediği halde alan tek bir yazar bile yoktur.'' Şu 40 sayfalık kitabı okuyunca bile fark ediyorsun bazı şeyleri aslında. Son olarak nefret ettiğim bir adam olsa da zamanında güzel bir tespiti vardı Haşmet Babaoğlu'nun; gençliğimde her genç gibi Dostoyevskiciydim ama yaşlandıkça ihtiyar Tolstoy'dan yana olmaya başladım, demişti. Gün gelecek hepimiz Tolstoy gibi sevgi ve emek üzerine inşa edilen bir ilişkiyi doğru kabul edeceğiz muhtemelen, şimdi de zaman zaman onu hayal edeceğiz belki ama yeterince yaşlanana kadar, yorulana kadar muhtemele daha fazla önemsediğimiz şey saf arzu olacak. En azından benim için böyle. Sevgiyi arkadaşlarımdan alıp aile denen kavramı arkadaşlarımla inşa edip ilişkiyi saf arzu, hatta hastalıklı bir arzu üzerine kurmak, muhtemelen ergenlikten kalan bir heves olsa da, hala çok daha çekici geliyor bana.
Yalın Tutku
Yalın TutkuAnnie Ernaux · Can Yayınları · 20223,872 okunma
·
82 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.